Melike İnci: İmkânsız

Melike İnci

İMKÂNSIZ

Merhaba,

Son mektubundan beri bir şey yazamadım. Ne yazacağımı bilemedim. Uzun zaman geçti farkındayım. Umarım kızmıyorsundur. O günden bugüne zaman aktı, geçti yanımdan. Hep mektubuna yanıt vermeye çalıştım. Bir sürü kâğıdı buruşturup attım. Nasılsın şimdi? Hâlâ kızgın mısın?

Bana kızmakta haklıydın. Hayallerinin peşinden gitmeyince insan “insan” olmuyor, derdin ya. Şimdi sana çok hak veriyorum. Gerçekleşme ihtimali azaldıkça daha da şevkle koşmalı insan hayaline doğru. Çok zor, deyip vazgeçmemeli.

Bunları düşünüyorum o zamandan beri. İyi bir iş hayal ettim, oldu. Güzel bir evim olsun istedim, oldu. Gerçekleşmesi kolay şeyler hayal ediyorsun hep, derdin. Bana zor görünen şeyler, senin iki cümlenle kolaylaşıverirdi. Zor hedefleri senin sayende belirledim.

Hatırlıyor musun ilk tanıştığımız günü? Kafede sigaramı yakamayınca senden çakmak istemiştim. Sonra ikide bir sigaramı yakmak için kalkmaktan sıkılıp masama oturmuştun. Ne yağmur yağmıştı o gün! Saatlerce dışarı çıkamamıştık. İkimizin de randevuları iptal olmuştu. Ben dün gibi hatırlıyorum. Üstünde koyu yeşil bir kazak vardı. Yeşili pek sevmem ama sende bir başka duruyordu. İlk o gün sormuştun, “gerçekleşmesi imkânsız bir hayalin var mı?” diye. Ben yanıtları sıraladıkça gülmüştün. “Gerçekleşmesi imkânsız hayal yoktur, tembel insan vardır,” demiştin. Ben de içimden, “Ne ukala adam!” diye geçirmiştim. Kabul et, o zaman ukalaydın.

O akşam beni eve bırakmıştın. Ertesi sabah kapımın önünde elinde simitlerle bekliyordun. İşe giderken ne eğlenmiştik… Sen de eğlenmiştin, değil mi? Bana tek tek etraftaki insanları gösterip, onların gerçekleşmesi imkânsız zannettikleri hayallerini anlatmıştın. Etrafıma bakmayı öğretmiştin.

Minicik dünyam seninle kocaman olmuştu. İş değiştirmek istediğimde, herkes bana karşı çıkarken sen desteklemiştin. Sayende bugün bu işin başındayım.

Tanıştığımız gün yağmurdan iptal olan randevuları tekrarladığımızda yine karşılaşmıştık. Aynı yeri ve zamanı seçmemiz tesadüf müydü, bilemiyorum; ama yağmuru ikimizin de planlamadığından eminim. O ikinci yağmurlu akşamımızda başımıza gelmeyen kalmamıştı. Kafeden çıktığımızda bir araba bizi tepeden tırnağa yıkamıştı. Arabayla eve giderken lastik patlamıştı. Nihayet eve vardığımızda anahtarlarımı kafede unuttuğumu fark etmiştik. Senin evine vardığımızda da elektrikler kesilmişti.

Şimdi ne zaman yağmur yağsa o akşamları hatırlıyorum. İnatla yağan, yağdıkça bizi ısıtan…

Zaman akıp gidiyordu. O zamanlar, varlığına çok alışmıştım. Her plansız buluşmamız ayrı bir maceraya dönüşüyordu. Sonsuza kadar birlikte oluruz, diye düşünmeye başladığımda uzaklaşmaya başladık. Çok istediğim işimden nefes alamıyordum ki, seni göreyim. Haliyle sen de başka bir yöne doğru gidiyordun.

Aysu’yla tanıştığın günkü ses tonunu unutamıyorum. Heyecanla beni aramıştın. “Hayatımın aşkını buldum!” demiştin. Senin adına sevinmiştim. Ne buruk bir sevinçti yaşadığım! Aysu’yla tanıştığımda o burukluk geçti. Gerçekten eşini bulmuştun. Sana daha uygun bir eş olamazdı. Ben o kadar uygun olamazdım. Aysu mükemmel bir eş oldu. Bu arada, Aysu nasıl, haberin var mı?

Ben Serdar’la tanıştığımda, senin o günkü heyecanını anlamıştım.

Serdar’la ben, Aysu’yla sen… Ne eğleniyorduk hatırlasana! Birlikte imkânsız hayaller oyunu oynuyorduk. Gerçekleşmeyecek şey kalmıyordu. Her şeyin bir çözümü vardı. Serdar, her seferinde en zor hayali buluyordu, sen de nasıl gerçekleşeceğini anlatıyordun.

Uzaylı fantezisini hatırlıyor musun? Serdar’ın dayanamayıp, “Peki, abi. Uzaylıların gelmesini ve onlarla ilişkiye girmeyi hayal ediyorum. Buyurun,” dediğinde, “Serdarcığım, senin karın uzaylı zaten, yoksa sen bilmiyor muydun?” diye yanıtlayışını… Ne gülmüştük o akşam…

Arada bir yerim kesilirse filan, kanım kırmızı mı diye hâlâ kontrol ediyor Serdar. “Ben uzaylıyım, seni kullanıyorum,” deyip gülüyorum onu bakarken yakalarsam.

Hepimiz uzaylıyız. Hepimiz yabancılaşıyoruz. Siz taşındığınızdan beri görüştüğümüz kimse kalmadı gibi. Arada Serdar’ın akrabalarına da gitmesek hepten yalnızız.

Ot gibi yaşar olduk. Bir öküz üstümüze bassa, ya da kökümüzden koparıp yese diye bekler olduk. İşin kötüsü gerçekleşmesi kolay geldiğinden hayal bile kurmaz olduk. Yani arkadaşım, kısacası hepten tembel olduk.

Aysu’yu iki ay önce gördüm uzaktan. Başı önünde yürüyordu. Yanına gidemedim. Belli ki o da yitirmiş heyecanını. Hâlâ anlamıyorum, seni neden terk ettiğini… Soramıyorum da. Ben neticede erkek tarafıyım, değil mi? Sana da kızıyorum bu konuda, son mektubunda bu konuya değinmemişsin. Bayramda annemleri ziyaret etmek için mezarlığa gittiğimde karşılaşmasam, bundan da haberim olmayacakmış.

Neyse… Ne diyordum ben? Ot oldum, tembelleştim, silikleştim. Serdar da tahammül edemiyor artık. Haliyle hayatında eğlence istiyor. Aramızda kalsın, şirketten biriyle bir şeyler yaşıyor. Zaten eve gelmemek için binlerce bahanesi oluyor.

Bu yalnız kaldığım dönemde önce biraz içime kapandım. İşe gitmeden oturdum günlerce evde. İşler nasıl olsa bensiz de yürüyor. Bir süre sadece televizyon izledim. Sonra bir süre kitap okudum. Bu sabaha kadar düşünmekten kaçtım.

Sabaha karşı yatmaya hazırlanırken gök gürültüsüyle irkildim. Yağmur yağmaya başladı. Tanıştığımız günü hatırladım. Sabahlığımı üstümden atıp mantomu üstüme geçirdim. O kafeye gittim. Haliyle orada kafe mafe kalmamış. Öfkeden ağlamaya başladım yağmurun altında. Öfkem, özleme; özlemim, üzüntüye dönüştü. Saatlerce ağladık gökyüzüyle birlikte.

Biraz önce yağmur kesildi. Eve geldim. Şimdi sana bir haberim var: Ben sonunda gerçekleşmesi imkânsız bir şey buldum.

O mektubu yazmamış olmanı hayal ediyorum. Hatta neye kızdığını bana söylemeni, beni sevmeni, seni sevmeyi, birlikte yaşlanmayı istiyorum. O kemeri boynuna geçirmediğini, boğularak ölmediğini, bu mektuba yanıt verebilmeni hayal ediyorum.

Hodri meydan!

03/02/2011