Kaderi kabul edenlerin ve etmeyenlerin görüşleri

Öte yandan bu görüş etrafında birleşen müslümanlar arasında, yine bu hususla ilgili iki görüş belirginleşmiştir:

Biri, kaderi olumlayan ehl-i sünnetin görüşü, diğeri de kaderi kabul etmeyen grupların görüşüdür. Böylece Zariyat suresinin ilgili ayeti hakkında yedi, “hikmet” hakk

ında da beş görüş ortaya atılmıştır.

Kaderi kabul eden ehl-i sünnet şunu söylüyor:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) ayeti, yukarıda görüşleri zikredilen grupların iddia ettiği gibi, cinlerden ve insanlardan ibadet olgusunun mutlaka vakî olmasını gerektirmediği gibi, Kaderiye grubunun ileri sürdüğü şekilde, Allah’ın mülkünde dilemediği şeyin olması ve olmayan şeyi dilemesi durumu geçerli olacak şekilde, önceden tasarlanmış bir kaderin olmamasını da gerektirmez. Kaderi olumsuzlayanlar diyorlar ki:

Allah cinleri ve insanları ibadet için yarattı, ama ibadet tümünü kapsayacak şekilde gerçekleşmedi. Çünkü Allah, olmayanı diler ve dilemediği de olur. Buna karşı çıkanlar da diyorlar ki:

Allah’ın dilediği olduğuna ve dilemediği de olmadığına göre, olmayan bir şeyi de dilememiştir. Şu halde ibadet olarak gerçekleşmeyen bir şey O’nun taraf

ından dilenmemiş demektir. Aslında bu özü itibariyle doğru bir anlamdır. Sonra demişlerdir ki:

Allah onları bir şey için yaratmışsa, onu yaratmayı dilemesi de kaçınılmaz olur. Dolayısıyla bunu yaratmayı dilemediğine göre, onları bunun için yaratmamıştır.

Yukarıda görüşlerine yer verdiğimiz iki grubun yanılgılarının temelinde, meydana gelmesini istediğinden dolayı, onları (insanları ve cinleri) onun için (ibadet için) yaratmıştır, şeklindeki zanları yatmaktadır.

Biri diyor ki:

İbadeti yaratmayı diliyor. Öbürü de:

İbadetin onlardan vakî olmasını diliyor, demektedir. Yani, ibadeti onlara emrediyor. Onların nazarında, kulların fiilleri hakkında ilâhî meşiyetin varlığını gösteren tek olgu, bunu emretmesidir. Dolayısıyla onlar bu emre karşı çıkmaktadırlar. Bu yüzden şöyle demişlerdir:

“Allah’ın dilemediği bir şey olabilir, olmayan bir şeyi de dileyebilir.” Bir de şunu söylüyorlar:

“Kullar, Allah’ın kendilerini nehyettiği şeyi yapıyorlar ve kendilerine emrettiği şeyi de terk ediyorlar.”

Bu, yasama nitelikli emir kastedilmesi durumunda doğru bir çıkarsamadır. Ancak kaderi olumsuzlayanlar:

Allah, emretmek anlamında diler, demiyorlar. Dolayısıyla onlara göre, kulların fiillerinden ibadet niteliğinde olmayanlar, Allah’ın dilemediği şeylerdir. Çünkü onlara göre Allah bunları yaratmaz. Bunları yaratmadığına göre de dilememiştir de. Çünkü müslümanların ortak görüşüne göre Allah, bir şeyi yaratmayı dilediğinde onu yaratır.

Kaderiye grubu bunu tartışmıyor. Yapmayı dilediği şeyin O’nun fiili olduğu, yapmayı dilediği şeyi yapmaya kadir olduğu hususunu tartışmıyor. Fakat onlara göre, kulların fiilleri O’nun yaratmasının, kudretinin ve dilemesinin kapsamına girmezler. Yapmayı dilemesinin kapsamına da girmezler. Fakat bu fiillerle ilintili dilemesi yalnızca emretmek anlamındadır. Bu yüzden diyorlar ki:

Allah cinleri ve insanları, kendisine ibadet etmeleri için yarattı, ama ibadeti bizzat kendilerinin yapması sûretiyle... Nitekim ibadet etmeyi onlara emretmiştir de. Bunu yapmadıkları zaman da bu, emrine karşı gelmek olarak değerlendirilir.

Kaderi kabul edenlerse şunu diyorlar: O’nun dilediği olur ve dilemediği de olmaz. Allah her şeyin yaratıcısıdır. Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı.” (Hud, 118)

“Allah dileseydi savaşmazlardı.” (Bakara, 253)

“Rabbin dileseydi onu yapamazlardı.” (Enam, 112)

Bunun gibi birçok ayet örnek gösterilebilir. Allah, insanları ve cinleri emredilen ibadeti yapmaları için yarattığı halde, onlar topyekün olarak bunu yapmamışlarsa, bu, O’nun bunun gerçekleşmesini dilemediği anlamına gelir. Çünkü bunun olmasını dileseydi, kesinlikle olurdu. Fakat Allah, ibadeti emretmiştir. Dolayısıyla ibadet etmeleri vaciptir. İbadet etmelerinden razıdır ve yapmalarını irade etmiştir. Fakat bu, ibadet etmeye ilişkin emri içeren yasama nitelikli (teşrii) bir iradedir.

Bununla da ayetin anlamı açığa kavuşuyor. Çünkü bu perspektiften bakıldığı zaman

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) ayeti, aşağıdaki ayetlere benzer bir anlam çerçevesine oturmaktadır:

“Sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı ta’zim etmeniz (...) içindir.” (Bakara, 185)

“Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi.” (Hac, 37)

“Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın...” (Haşr, 7)

“Bu da Allah’ın göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah’ın her şeyi bilici olduğunu bilmeniz içindir.” (Maide, 97)

“Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır.” (Talak, 12)

Aynı şekilde aşağıdaki ayet de buna bir örnek oluşturmaktadır:

“Biz her peygamberi, Allah’ın izniyle, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisa, 64)

Böyleyken gönderilen bir peygambere itaat edildiği gibi karşı da çıkılmıştır.

Aynı şekilde, Allah, cinleri ve insanları, ancak kendisine ibadet etmeleri için yaratmışken, ibadet eden de olmuş, etmeyen de olmuştur. Buna benzer ifadelerin birçok örneğini Kur’an’da görebiliriz.

Anlaşılıyor ki Allah, ne yaptıysa, kullar O’nu büyük tanısınlar, O’na ibadet etsinler, zulüm etmesinler ve Allah’ın sıfatlarını, kullara emrettiği daha başka şeyleri bilsinler diye yapmıştır. Bunları yapmaları O’na sevimli gelir, bundan dolayı hoşnut olur. Kendilerinden, bu bağlamda istenenleri yapmaları kendileri için mutluluk, olgunluk, iyilik ve kurtuluş vesilesi olur. Böyleyken kimisi istenenleri yapar, kimisi de yapmaz.

Yüce Allah, ikinci bir fiili kendisinin yapması için birinci fiili yaptığını veya ikinci fiili onlara yaptırmayı öngördüğünü de söylememiştir. Onları ibadet edenler kılmak için onları yarattığından da söz etmemiştir. Çünkü yaptığı şeylerle ilgili olarak yaptığı sebepler, yapması kaçınılmaz olan amaçlar kapsamına girerler. Dolayısıyla ikinci bir iş yapmak için birinci bir işi yapması, buna rağmen ikinci işi yapmaması imkânsızdır. Ancak şunu söylemiştir:

O ilk fiili işlemiştir ki, onlar ikinci fiili işlesinler. Dolayısıyla bu ikinci fiilin faili kendileridir ve bu fiilleri aracılığıyla mutluluğa kavuşurlar. Allah’ın onlarla ilgili olarak sevdiği ve hoşnut olduğu durum bundan ibarettir. Sonuçta hem Allah’ın sevdiği, hem de kendilerinin sevdiği bir fiil gerçekleşmiş olur.

Nitekim daha önce demiştik ki, Allah’ın yarattığı ve emrettiği her şeyin amacı, hem Allah’ın, hem de kulların sevdiği bir şeydir ve bunda Allah’ın bir hikmeti ve kullara dönük bir rahmet vardır.

İşte Allah kulları bunun için yaratmıştır; eğer bunu yaparlarsa bu, hem O’nun, hem de kulların seveceği bir şeydir. Ama kullar bunu yapmadılar, bundan dolayı da, emrine karşı çıkanların, yaratılış amacı olan fiilleri terk eden asilerin hakkettiği dünya ve ahiret azabına çarptırılırlar.

Yüce Allah, ibadetin, kulların işledikleri bir şey olmasını dilemiştir. Bu yüzden onların kulluk eden, iradesine teslim olanlar olmasını dilemiş ve onlara yol göstermiştir. Onlara imanı sevdirmiştir.

Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat, 7)

İşte bunlar, yaratılış ve emir bağlamında kendilerinden ibadet istenen kimselerdir. Onlara ibadeti emretmiş ve yaratılış olarak da bunları ibadet edenler kılmıştır.

İkinci bir grup daha vardır ki, yüce Allah onlara ibadet etmeyi emretmiş olsa da, onları ibadet edenler olarak yaratmamıştır.

Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.