Kudret-fill ilişkisi

Fakat, emir ve yasakların çerçevesini oluşturan kudrete gelince, bu bahsi diğerdir, konumuzla ilgili değildir.

Bu iki kudreti ayırmakla, kudret fiille beraberdir, diyenlerin, kudret, fiilden öncedir, diyenlerin, bütün fiiller, güç yetirilmez yükümlülüklerdir, diyenlerin ve de buna karşı çıkanların görüşlerini daha iyi anlarsın. Bu bağlamda ortaya konulmuş görüşlerin gerisindeki sırları da ortaya çıkarırsın. Şayet bu açıklamayı anlamakta güçlük çekiyorsan, kendini örnek al. Kalem aracılığıyla yazdığın, asa ile vurduğun veya keser ile bir ağacı doğradığın zaman, örneğin kalem, senin ortağın mıdır?

Ya da fiilin kendisi ve niteliklerinden herhangi bir şey ona izafe edilir mi?

Ya da onun etkisini bütünüyle ortadan kaldırman, onu büsbütün silmen ve varlığını yokluk gibi görmen doğru olur mu?

Yoksa şöyle mi söylenir:

Onunla yaptı. Onunla meydana getirdi...

Hiç kuşkusuz en yüce örnek Allah’ındır. Kulun elindeki sebepler onun fiillerindendirler. Kul bunlara muhtaçtır ve onlarsız yapamaz. Sebepleri ve müsebbepleri yaratan da yüce Allah’tır. Bununla beraber yüce Allah, şart koşulmaktan ve nedenlerle sınırlandırılmaktan, bunların bazısını bazısıyla irtibatlı şekilde düzenleyerek iş görmekten münezzehtir. Ancak bir hikmetten dolayı fiillerini sebeplerle irtibatlandırır. Bu da kendisine döner neticede. Allah üstün iradelidir, her yaptığı yerindedir.

Soruyu soran kimsenin:

Etkiyi olumsuzladığımız zaman, bu, yüce Allah

’ın tek başına fiili yapmasını, bu da kulun cebir sonucu hareket etmesini, dolayısıyla emir ve yasaklarla ilgili şer’i hükümlerin dürülüp bir kenara atılmasını gerektirir, şeklindeki sözüne gelince.

Buna cevap olarak şunu söyleriz:

Şayet olumsuzladığın etkiyle, fiilin kendisi veya herhangi bir sıfatı üzerinde tek başına ve bağımsız olarak gerçekleşen etkiyi kast ediyorsan, bu söylediğin doğrudur. Ehl-i sünnet’ten bazı kimseler, önermenin ikinci şıkkı bağlamında senden farklı düşünüyor olsalar da.

Eğer bununla, varlığı ve yokluğu üzerinde eşit düzeyde kadir olmayı kast ediyorsan ve de fiilin bununla olmayışını, bununla meydana gelmeyişini söylemeye çalışıyorsan, bu, daha önce de değindiğimiz gibi, yanlıştır. O zaman, cebir durumu ortaya çıkmadığı gibi, şeriatın içerdiği hükümler de egemen ve geçerli olur. Emir ve yasak bilgisi yayılır. En güçlü kanıt Allah’ındır.

Şimdi anlamış bulunuyorsun ki, mutlak olarak etkiyi olumlamak veya mutlak olarak olumsuzlamak, ayrıntılı açıklamalara girmeden, etkinin anlamını etraflıca ele almadan toptan bir redd ya da kabule yönelmek, cehaletin girdabına girmek ve sapık inançların kucağına düşmektir. Yukarıdaki soruyu soran kişi, isimlerin ortaklığı bağlamında görüş sahiplerinin aralarındaki ihtilafları doğru olarak tanımlamıştır. Böylece okuyucular da mahlûk fiil ile mahlûk kudret arasındaki bağlantıyı, sebepler ile müsebbepler arasındaki bağlantıyı anlamış oldular. Yüce Allah’ın göklerde ve yerde, dünyada ve ahirette yarattıklarının tümü bu kapsama girerler. Çünkü sebeplerin bağımsız etkilerinin olduğuna inanmak, sapıklığın giriş kapısıdır. Sebeplerin etkisini bütünüyle olumsuzlamaksa, cehalet içinde kalakalmaktır. Gerçi ileride de değineceğimiz gibi, insanın kudretinin, başka mahlûklarda bulunmayan bir takım özelliklerinin de olduğu bir gerçektir.

Belki de bu açıklamadan şöyle diyeceksin:

Ben sebepleri anlamıyorum. Etkileri ayırma ve ikisinden birini kabul etme çemberinden çıkamıyorum...

Bunu söylemenin nedeni, sapık bir geçmişinin olmasından başka bir şey değildir.

“Kitabı bilmeyenler de tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, onlar hakkında hükmünü verecektir.” (Bakara, 113)

Sen bu halinle bir yol ayırımında bulunuyorsun. Ya cennetin yoluna, ya da cehennemin yoluna girmek üzeresin. Bu yüzden senin için yeniden açıklama yapılır. Kulun, sebep olmak anlamında bir etkisinin bulunduğu beyan edilir. Kalemin etkisi gibi. Meydana getirmek ve yaratmak anlamında bir etkisi ise söz konusu değildir. Bunun için sana örnekler de gösteririz. Belki işin aslını anlarsın diye. Ki, meydana getirici sebeplerin varlığını kabul etmenin şirk olduğunu anlayasın. Ama sebeplerin, amaca ulaştırıcı sebepler olarak varlıklarını kabul etmenin de tevhidin ta kendisi olduğunu bilesin. Umulur ki Allah, bu açıklamayı görmeni sağlayacak bir nuru kalbine bahşetmiş olsun.

“Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.” (Nur, 40)

Eğer desen ki:

Kudretin ispatı, gerçek anlamda kulun etkisinin olumsuzlanması demektir. Böyleyken, ne diye fiil kula izafe edilir ki?

Neden emir ve yasaklara muhatap olur?

Ne diye ödül ve ceza alır?

Bu, kelimenin tam anlamıyla cebir değil de nedir?

İnsanın kudretini katibin kalemine ve vuranın elindeki asaya benzetiyorsun. Peki, bir kalemin ödül aldığını veya bir asanın cezalandırıldığını gördün mü?

İnşallah, sana bu konuyu açıklayacağım. Yaratıcının yardımıyla sana doğru yolu göstermek vaciptir. Eğer, somut bir örnek verilmedikçe kaderin ve kudretin sırlarını anlayamıyorsan, bizzat görerek dinle. Umulur ki Allah sana desteğini göndersin.