Selefilerin Kaderiye ve Cebriye görüşünü reddetmesi

Evzai, Süfyan es-Sevri, Abdurrahman b. Mehdi ve Ahmed b. Hanbel gibi selef uleması ve imamları konuyla ilgili çok sayıda rivayet aktarmışlardır ve bunlar bilinen ifadelerdir. Ebu Bekir el-Hallal “Kitabu’s-Sünne” adlı eserinde bu rivayetlerin, selef kuşağından gelen görüşlerin birçoğunu aktarmıştır. Başkaları da eserlerinde bunlara yer vermişlerdir. Evzai, Zübeydi gibi alimler, kitap ve sünnette cebir lafzı geçmez, demişlerdir. Hadislerde cebl (yaratma, cibiliyet sahibi kılma) ifadesi geçer.

Nitekim, peygamberimiz (s.a.v.) Eşecc’ Abdulkays ile ilgili olarak böyle bir ifade kullandığı sahih rivayette yer alır. Abdulkays heyeti Bahreyn’den peygamberimizin (s.a.v.) yanına gelirler ve derler ki:

“Ya resulallah! Bizimle senin aranda şu Mudar kavminin kâfirleri yer alırlar. Bu yüzden ancak senin yanına haram ayda ulaşabiliyoruz. Bu hususla ilgili olarak kesin ve çözümleyici bir emir ver ki ona göre hareket edelim.

Peygamberimiz (s.a.v.) onlara şu karşılığı verir:

Size Allah’a iman etmenizi emrediyorum. İman nedir biliyor musunuz? Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek ve elde edilen ganimetlerden humus vermektir.” (Buhari, Humus, 2; Müslim, İman, 23)

Bu arada peygamber efendimiz (s.a.v.) nebiz’in kısa sürede sarhoşluk verici özelliğe kavuştuğu kaplarda nebiz yapmalarını da yasakladı. Çünkü bu gibi kaplardaki nebizi içen kişi, bunun sarhoşluk verici bir içecek olduğunu anlayamazdı. Fakat balçıktan yapılıp pişirilerek yapılan kaplarda durum farklıdır. Çünkü bu kaplardaki içecek sertleşince, kap çatlar. Tulum ve testide de hazırlanmasını yasakladı. Yine oyma tahtadan yapılma kaplara da konulmasını yasakladı. Bazıları, peygamberimiz (s.a.v.) bu yasaklamadan sonra, bunları serbest bıraktı, demişlerdir.

Bu yüzden alimler, bu yasaklama ile ilgili olarak ihtilafa düşmüşlerdir. Neshedildi mi, edilmedi mi? diye. Bu konuda alimler arasında iki meşhur görüş yaygındır.Ahmed’den de bu hususta iki rivayet aktarılmıştır. Bunun neshedildiğini Ebu Hanife ve Şafii savunmuştur. Bunun neshedilmediğini de Malik savunmuştur.Fakat Malik sadece iki türü yasaklamaktan yanadır.Çünkü Buhari’de peygamber efendimizin (s.a.v.) iki türü yasakladığı, diğerlerini ise, yasaklamadan sonra mübah kıldığı belirtilir.

Müslim ise, bütünüyle ilgili olarak nesh esaslı görüşü rivayet eder. Bu yüzden Ahmed iki ayrı görüş belirtmek durumunda kalmıştır. Çünkü yasaklama ile ilgili rivayetler mütevatir düzeyindedirler. Ona karşılık nesh ile ilgili rivayetler aynı düzeyde değildirler. Buna dayalı olarak insanlar arasında üç görüş belirginlik kazanmıştır. Rivayette sözü edilen Abdulkays heyeti, Bahreyn’de gönüllü olarak müslüman olmuşlardı.Tıpkı Medinelilerin gönüllü olarak müslüman olmaları gibi.İslâm’da ilk Cuma namazı da Bahreyn’deki bir yerleşim biriminde eda edilmiştir.

Asıl demek istediğimiz şudur:

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Eşecc Abdulkays’a der ki:

“Sende Allah’ın sevdiği iki huy vardır. Biri ağırbaşlılık, diğeri yumuşaklıktır.” Eşecc şöyle der:

“Bunlar benim sonradan edindiğim huylardır, yoksa Allah beni bu huylara sahip olarak, bu cibiliyette mi yarattı?” Peygamberimiz (s.a.v.):

Bilakis, Allah’ı seni bu iki huy üzere yarattı, cevabını verir. Bunun üzerine Eşecc’ şöyle der: Beni sevdiği bir cibiliyette yaratan Allah’a hamd olsun.” (Ebu Davud, Edeb, 149; Müslim, İman, 25-26; İbni Mace, Zühd, 18; Ahmed, 4/206)

Evzai, Zübeydi gibi selef uleması Cebl lafzı hadiste yer alır.Cebelellahu fulanen ala keza = Allah falan adamı şu huy üzere yarattı, denir. Fakat cebr sözü hadislerde geçmez. Bu yüzden Evzai, Zübeydi, es-Sevri ve Ahmed b. Hanbel gibi alimler, olumlu veya olumsuz anlamda cebir lafızını reddetmektedirler.

Şöyle ki:

Cebir lafzı mücmeldir. Çünkü :

“Cebere’l Ebu ibnetehu alan’ nikah = Baba kızını evlenmeye zorladı,

Cebere’l Hakimu’r Racule ala bey’i malihi li wefai deynihi= Hakim adamı, borucunu ödemesi için malını satmaya zorladı, denir.

Bu ifadelerde zorlama anlamı vardır. Burada, isteyerek yapmasını sağladı, seçtirdi, severek ve razı olarak yaptırdı, gibi bir anlam anlaşılmaz. Bu yüzden denilmiştir ki:

Bir kimse, yüce Allah’ın bu anlamda kulları zorladığını söylese, batıl ehli, batıl bir iddiada bulunmuş olur. Çünkü Allah, bir kimseyi bu anlamda zorlamaktan yücedir. Sadece aciz kullarını, fiili isteyen, seven, razı olan, irade eden... kılar.

Böyleyken, Allah zorlar, denebilir mi? Bir mahlûkun, bir mahlûku bir şeye zorlaması gibi...

Sultan, hakim veya babanın birini bir şeye zorlamalarında olduğu gibi. Bu gibi kimseleri, zorlamaları, başkalarını bir şeyi yapmaya mecbur etmeleridir. Zorlama da haklı bir gerekçeden kaynaklanabildiği gibi batıl bir gerekçeden de kaynaklanabilir.

Birincisi, Allah’ın farz kıldığı şeylerden kaçınan birini, bunları yapmaya zorlamaya benzer. İslâma savaş açmış bir kâfiri İslâma zorlamak veya küçülerek kendi eliyle cizye vermek mecburiyetinde bırakmak gibi. Mürted bir kimseyi İslâma dönmeye zorlamak, müslüman bir kimseyi namaz kılmaya, zekât vermeye, ramazan orucunu tutmaya, hacca gitmeye ve malı olan birini borcunu ödemeye, imkânı olan birini kendisinde olan emanetleri sahiplerine vermeye zorlamak, verebilme imkânına sahip olan birini farz olan infakı eda etmeye zorlamak da bu kapsama girer ve bu zorlama hak nitelikli bir zorlamadır.

Haksız zorlama ise, bir insanı küfre ve günah işlemeye zorlamaya benzer. Bu gibi zorlamaları, insanlar birbirlerine karşı yaparlar. Çünkü insanlar, zorladıkları kimselerin içlerinde irade, seçme yeteneği meydana getirme, onları fiillerinin faili kılma gücüne sahip değildirler. Allah ise, kulun iradesini ve seçme yeteneğini var etme gücüne sahiptir. Onu kudreti ve iradesiyle fail kılabilir. Bu bakımdan Allah, başkasını, ondan istediği bir şeyi, kulların birbirlerine yaptığı türden, yapmaya zorlamaktan yücedir, münezzehtir. Bilakis, Allah dilediği zaman, kulu kendi dilemesiyle fail kılar. İstemediği halde bir şeyin faili kılmaya kadir olduğu gibi. Dolayısıyla buğzettiği halde, yaptığı şeyin faili olur. Hasta bir kimsenin istemediği halde ilaç alması gibi.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Göklerde ve yerde bulunanlar... ister istemez sadece Allah’a secde ederler.” (Rad, 15)

“Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O’na teslim oldular.” (Al-i İmran, 83)

Dolayısıyla kulların iradeleri ve dilemeleri ile gerçekleştirdikleri her şeyde, onları kendi iradeleriyle fail kılan yüce Allah’tır. Bunu kendi istekleriyle yapmaları ile, istemeden yapmaları arasında hiçbir fark yoktur. Yüce Allah onları irade etmedikleri bir şeye zorlamamıştır. Kulların birbirlerini, istemedikleri şeyleri yapmaya zorlamaları gibi bir durum söz konusu değildir, rab-kul ilişkisinde. Çünkü kul, bir başkasını irade sahibi bir fail kılmaya kadir olmadığı gibi, istememe durumunda veya bunun olmadığı bir durumda dahi böyle bir güce sahip değildir. Bu yüzden kul için: Başkasını, zorladı, denebilir. Ama, Allah, bu anlamda birini bir şeye zorlamaktan münezzehtir, yücedir.

Cebir kelimesi, bundan daha genel bir anlamda kullanılabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda başkasını zorlayan, ona güç yetiren, iradesini ve kudretini meydana getiren kendisi de olsa, onu dilediği şeyi yapan bir fail kılan herkesi kapsar.

Muhammed b. Ka’b el-Kurezi, Allah’ın “Cabbar” ismiyle ilgili olarak şöyle der:

O, kullarını dilediği şeye zorlayandır....

Emirü’l-mü’minin Ali b. Ebu Talibin kendisinden rivayet edilen bir duada şöyle dediği belirtilir:

“Yayılma özelliğine sahip şeyleri yayan, yükselme özelliğine sahip olan şeyleri yükselten, kalpleri fıtratları üzere yaratan, mutlu mu, mutsuz mu olduğunu belirleyen Allahım!”

Bu anlamda Allah ile ilgili cebir kelimesi, kahredicilik ve kudret anlamını ifade eder.

Allah’ın dilediğini yapabilirliğini ve dilediğini bunu yapmaya zorlayabileceğini vurgular. Bu isteğinin karşı konulmaz bir şekilde yerine getirileceğini dile getirir. Bu anlamda Allah, istediği olmayan, istemediği de olabilen aciz bir kul gibi değildir. Allah’ın cabbarlığının, kahrediciliğinin ve kudretinin bir göstergesi de, kulları, kendilerinden dilediği şeyleri irade eder kılmasıdır. Bunu ya seçerek ve isteyerek yaparlar veya hoşlanmadıkları halde irade ederler. Bu şekilde onları fail kılan Allah’tır. Allah’ın kudretiyle zorlaması anlamında gerçekleştirdiği bu cebre, O’ndan başka hiç kimse güç yetiremez. Bu, başkalarının birbirlerini zorlamaları gibi değildir. Allah’ın zorlaması birkaç şekilde gerçekleşir:

Birincisi:

Allah’tan başkası acizdir, kulları, diledikleri şeyleri isteme yeteneğine sahip kılamaz. Onları bu anlamda failler de kılamaz.

İkincisi:

Allah’tan başkası, bir başkasını zorlayabilir. Bu zorlaması ise zulüm olur. Allah adildir, zerre ağırlığınca zulmetmez.

Üçüncüsü:

Allah’tan başkası, cahil veya ne yaptığını bilmeyen bir aptal olabilir. Böyle birinin zorladığı şey de bir hikmete yönelik de olamaz. Allah ise, her şeyi bilendir, her yaptığı yerindedir. Yarattığı ve emrettiği her şeyde bir hikmeti vardır. Bu hikmet O’nun ilminden, hikmetinden ve kudretinden sadır olmuştur.