Cehmiye'nin iki ana bid'ati

Sonra doğudan Tirmiz şehrinden Cehm ortaya çıktı. Cehm’in fikirleri ilk önce orada yayıldığı için, doğudaki ehl-i sünnet alimleri, Hicaz, Şam ve Irak alimlerine göre mesailerinin büyük kısmını Cehm’in mezhebini çürütmeye hasretmişlerdi. İbrahim b. Tahman, Harice b. Mus’ab ve Abdullah b. Mübarek gibi. İmam Malik ve İbn-i Macişun gibileri de Cehmiyeyi yermek babında fikirler serdetmişlerdir. Evzai, Hammad b. Zeyd gibiler de.

Onların söylemleri daha çok İmam Ahmed gibi ehl-i sünnet ulemasının büyük baskılar gördükleri dönemde yaygınlık kazandı. Me’mun’un halifeliği sırasında hem güç kazandılar hem de sayıları çoğaldı. Me’mun bir müddet Horasan’da kalmış ve onların ilim toplantılarına katılmıştı. Sonra Tarsus’ta iki yüz on sekiz tarihinde baskıların arttırılması emrini verdi ve orada öldü. İmam Ahmed’i Bağdat’ta tekrar hapse attılar. İki yüz yirmi tarihine kadar hapiste kaldı. O sırada Halife Mu’tasım tarafında baskı ve işkence görüyordu. İmam Ahmed onlarla sürekli tartışma ve mücadele halindeydi. Onların ileri sürdükleri bütün kanıtları boşa çıkardı. Halktan kendilerini onaylamalarını istemelerinin, bunun için halka baskı uygulamalarının cehalet ve zulüm olduğunu ortaya koydu. Bunun karşısında Halife Mu’tasım onu serbest bırakmak istedi. Fakat danışmanlarında biri İmam Ahmed’e dayak atmasının hilâfetin saygınlığının zedelenmemesi açısından daha uygun olacağını söyedi. İmam Ahmed’e dayak cezası uyguladıklarında halkın büyük çoğunluğu bu iğrenç tutuma tepki gösterdi. Bunun üzerine korkuya kapıldılar ve onu serbest bırakmak zorunda kaldılar.

Her gruptan sıfatları olumsuzlayanlar İbn-i Ebu Derda’nın etrafında toplanırlardı. İbn-i Mübarek, Ahmed, İshak ve Buhari gibi ehl-i sünnet uleması hepsine birden Cehmiye adını verirlerdi. İmam Ahmed’in son kuşak bağlıları ve başkaları büyük çoğunlukla hasımlarının Mutezililer olduklarını sanırlardı. Oysa böyle değildi. Mutezililer yalnızca genelin içinde bir gruptu.

Şunu demek istiyoruz:

Cehmiye grubu iki bid’atla ünlenmiştir. Biri, sıfatları olumsuzlamaları, diğeri, kader ve irca (erteleme) hususunda aşırı bir tutum içine girmeleri. Onlara göre iman, sadece kalbin bilmesinden ibarettir. Kullarınsa ne fiilleri var ne de güçleri.

Mutezile ise, bu iki söylemin tersini savunma noktasında aşırı bir tutum içindedir. Eş’ari ise, Cehm’in söylemini temelde kabul etmiş, ama lafzi olarak onunla bazı tartışmalara girmiştir.

Cehm hiçbir sıfatı olumlamaz (ispat etmez), ne iradeyi ne de başka bir sıfatı.

“Allah ibadetleri sever ve günahlardan buğzeder” dediğimizde, ona göre bunun anlamı, sevap ve azaptır. Eş’ari ise, irade gibi sıfatları olumlar ve bu hususta irade sevme midir, değil midir? sorusu etrafında bir açıklama yapma gereğini duyar ve der ki:

Allah, günahları irade ettiği gibi, onları sever de onlara rıza da gösterir. Ebu’l Meali bu fikri ilk savunanın Eş’ari olduğunu söyler.

Ondan önce ehl-i sünnet Allah’ın günahları sevmediği düşüncesini benimsiyordu.