Kulun işlediği fiillere güç yetirmesi

Bunları iyice belledikten sonra diyoruz ki:

Kul, fiilleri yapmak zorunda olduğu halde, nasıl kendi fiilini kendisi seçiyor olabilir? diyen kimsenin sözüne gelince, bu söz, cebrin mutlak olduğunu söyleyen, kulun kudretini ve seçme yeteneğini, kudretinin fiil üzerinde etki etmesini olumsuzlayan Cehmiye düşüncesine göre ifade edilmiştir. Daha önce, Evzai, Zübeydi, es-Sevri, Abdurrahman b. Mehdi ve Ahmed b. Hanbel gibi ehl-i sünnet imamlarının cebir olgusunun mutlaklığını reddettiklerini açıklamıştık. Bir imamın bunu mutlak olarak kabul ettiğini bilmiyorum. Daha doğrusu bir tek sahabinin veya tabiinin cebir meselesinde cebr olgusunu mutlak olarak ele aldığını duymuş değilim.

Müslümanların imamlarından hiç kimse, dört mezhebin imamlarından veya başkalarından hiç kimse, ne Malik, ne Ebu Hanife, ne Şafii, ne Ahmed b. Hanbel, ne Evzai, ne Sevri, ne de Leys, Allah kulunu güç yetiremeyeceği şeyle yükümlü tutar, demiş değildir. Bunlardan hiçbiri:

Kul, işlediği fiilin gerçek faili değildir, ancak mecazi olarak faildir, dememiştir. Bunlardan bir tanesi dahi:

Kul, ancak fiil esnasında kadir, güç yetiren olabilir, fiile güç yetirme, ancak fiille eş zamanlı olarak gerçekleşir. Kul, fiili işlemeden önce fiile güç yetirme yeteneğinden yoksundur, demiş değildir.

Bilakis, sözünü ettiğimiz imamların, fiili işlemeyen kimsenin yapabilirliğe sahip olduğuna dair birçok açıklamaları vardır ve bunlara Kur’an ve sünnet delalet etmektedir.

Örneğin yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran, 97)

“Buna gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur.” (Mücadele, 4)

Peygamber efendimizin (s.a.v.) İmran b. Husayne söylediği şu sözü de buna örnek gösterebiliriz:

“Ayakta namaz kıl. Buna gücün yetmiyorsa,oturarak kıl. Buna da gücün yetmiyorsa, yanın üzere uzanarak kıl.” (Buhari, Taksiru Salat, 19)

Müslümanların imamları, ibadetlerin ancak güç yetirenlere vacip olduğu, güç yetiren kimsenin, günah işlemesine ve ibadeti yerine getirmemesine rağmen güç yetirme niteliğine sahip olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Namaz, zekât, oruç, hac gibi emredilen ibadetleri yerine getirmeye gücü yettiği halde yerine getirmeyen kimse gibi. Ümmetin selefinin ve imamlarının ittifakıyla böyle bir kimse güç yetiren niteliğine sahiptir. Güç yetirdiği halde yerine getirmediği, emredilenleri terk ettiği için azabı hakketmiştir. Güç yetirmediği bir şeyi terk ettiği için azabı hakkediyor değildir.

Ebu Hanife ve Ebu’l-Abbas b. Seric gibi alimlerin açıkça söylediği gerçeği bütün imamlar dile getirmişlerdir. Şöyle ki:

Fiilin gerçekleşmesinden önceki yapabilirlik, iki karşıt duruma da elverişlidir....

Onlara göre kul, fiil esnasında da yapabilirlik niteliğine sahiptir. Dolayısıyla kul, fiilden önce de sonra da yapabilirdir. Kul, fiil esnasında, fiili terk etmiş fail olamaz. Mutezile’nin dediği gibi, kul, ancak fiilden önce yapabilirdir, de dememişlerdir. Ya da Cebriyeciler gibi, kul ancak fiil esnasında yapabilirdir, şeklindeki görüşü de benimsememişlerdir. Bilakis, onlara göre kul, fiilden önce de fiil esnasında da yapabilirlik niteliğine sahiptir.

Alimler açıkça söylemişlerdir:

Kul; irade hususunda zorlama altındadır... şeklindeki sözlerine gelince, buna cevap olarak denilir ki:

Selef ulemasından, meşhur İslâm imamlarından ve de dört imama tabi büyük şahsiyetlerden hiç kimse böyle bir görüşü açıkça beyan etmiş değildir. Sadece son kuşak alimlerden, Cehm’in ve onu izleyenlerin mezhebini takip eden bazı kimseler bu görüşleri dile getirmişlerdir ki, böyle bir görüş ehl-i sünnet alimlerine, ehl-i sünnet imamlarının çoğunluğuna ait değildir. Bilakis, bu görüş savunanlar, selef ulemasına göre ehl-i bid’attırlar.