Emir iradeyi gerektirir mi, gerektirmez mi?

Bununla, emir meselesiyle ilgili tartışma çözüme kavuşuyor ve detaylı bir sonuca varıyor. Acaba emir arkasında iradenin olmasını gerektirir mi, gerektirmez mi?

Kaderiyecilere göre, emir meşiyeti gerektirir. Dolayısıyla Allah, emredilen ve fakat olmayan bir şeyi dilemiş olabilir.

Cehmiyeciler ise şunu söylüyorlar:

Emir, iradeyle ilgili hiçbir şeyi gerektirmez. Buna ilişkin sevgisi ve rızası da ancak gerçekleştiğinde söz konusu olabilir. Çünkü Allah’ın dilediği olur ve dilemediği olmaz. Aynı şekilde onlara göre, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu da olur. Allah’ın sevmediği ve razı olmadığı da olmaz.

“O, kullarının küfrüne razı olmaz.” (Zümer, 7) ayetini ise şu şekilde tevil ederler:

Bundan maksat, kendilerinden küfür sadır olmamış kullarından...

Ya da din olarak küfürden razı olmaz....

Ayrıca bu ayetin yorumu olarak şunu da söylüyorlar:

Kendisinden küfür sadır olmayandan küfrü dilemez. Veya din olarak küfrü dilemez...

Çünkü Cehmiye ve Kaderiye, sevme ve dileme arasında fark olmadığı hususunda görüş birliği içindedirler. Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder.” (Zümer, 7)

Burada yüce Allah, kullarından küfür sadır olduğu zaman, buna razı olmadığını bildirmiş oluyor.

“Geceleyin, O’nun razı olmadığı sözü düzüp kurarlarken...” (Nisa, 108)

“Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205)

“Kimi saptırmak isterse, kalbini iyice daraltır.” (En’am, 125)

Kısaca mes’elenin özü şudur:

Emir, meşiyet açısından, emreden rabbin, emredilen fiili yaratmasını gerektirmez, onu yapmasına ilişkin iradeyi de gerektirmediği gibi. Bilakis, bazen yaratmadığı şeyi de emredebilir. Bu ise, yapması durumunda, rabbin kulu sevmesini ve ondan razı olmasını gerektirir. Yani, bunları yaptığı zaman, rab onu sever ve ondan razı olur. Rab, bunu ondan irade ediyor. Bu ise, emreden iradenin, emredilenden kimseden, kendi maslahatına uygun olarak istediği şeyi yapmasını istemesi anlamındadır. Ama bunun için, mutlaka emrettiği şeyi yaratmış olması ve somut olarak ortaya koyması gerekmez. Çünkü kulun bu emredileni terk etmesinde de bir hikmet vardır. Kuşkusuz Allah’ın, yarattığı ve yaratmadığı şeylerde bir hikmeti vardır.

Allah’ın fiili yaratmayı irade etmesi, bir başkasını bu fiilin faili yapması, faile iyilik bahşetmesi ve maslahatına dönük olan bu fiilde ona yardımda bulunması ile, yine kendi maslahatına olan başka bir şeyi emretmesi, işlediği zaman menfaatine olacağını açıklaması arasında fark vardır. Bunun yanında kendisi bu başkasını istemez. Çünkü bu fiilin işlenmesine yardımda bulunmayı terk etmesinde bir hikmet vardır. Çünkü bazen yardımda, hikmetiyle çelişen unsurlar olabilir. Allah, yarattığı yasak şeylere buğzeder ve onlara öfke duyar. Tıpkı şeytanlar ve pis varlıklar gibi yarattığı bazı şeylere buğzetmesi ve onlara öfke duyması gibi. Fakat Allah, bunları sevdiği ve razı olduğu bir hikmetten dolayı yaratmıştır.

Biz biliyoruz ki, bazen kul, sevmediği bir şeyi yapmak ister. Çünkü bu sevmediği şeyi yapması sevdiği bir sonuca ulaşacaktır. Hasta bir kimsenin tiksindiği ilacı içmesi gibi. Çünkü bu ilaç onun iyileşmesine yol açacaktır. Kul, sevdiği amaçlara ulaştırdığı için sevmediği fiilleri işler. Dolayısıyla bir şeyin Allah tarafından yaratılmış olması ile Allah’ın bu şeyden buğzetmesi arasında bir çelişki yoktur. Yine yüce Allah’ın olması durumunda seveceği bir şeyi yapmamasında da bir çelişki yoktur. Çünkü bu şeyi yapması, daha fazla sevdiği bir şeyin ortadan kalkmasına yol açabilir veya bu sevdiği şeyin yokluğundan daha çok buğzettiği bir şeyin varlığına yol açabilir.