Kader önceden tespit edilmiş mi ?

Soru:

Bazı gruplar, kaderin önceden tespit edilmiş olmasını kanıt göstererek diyorlar ki:

“İş olup bitmiş. Mutsuz mutsuzdur, mutlu da mutludur.”

Bunu söylerken şu ayeti ileri sürüyorlar:

“Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar.” (Enbiya, 101)

Diyorlar ki:

Allah hayrı ve şerri takdir etmiştir. Zina bizim hakkımızda önceden yazılmıştır. Sergilediğimiz fiillerde bizim bir gücümüz yoktur. Güç sadece Allah’ındır. Biz sadece bizim için yazılanları yapıyoruz. Adem günah işlemedi, isyan etmedi. ‘Lailahe illallah’ diyen cennete girer. Buna kanıt olarak da şu hadisi gösteriyorlar:

“Lailahe illallah, diyen cennete girer, zina etse de, hırsızlık yapsa da” (Taberani, el-Evsat 2932)

Kesin delillerle, bu grupların görüşlerinin yanlışlığını bize açıklayınız!

Cevap:

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Bu gruplar, eğer bu inançta ısrar ederlerse, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha koyu kâfirler olurlar. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar, ilâhî emir ve yasaklara, vaad ve tehditlere, sevab ve azaba inanırlar. Ancak tahrifat yaparak bunları değiştirirler, böylece bir kısmına inanır, bir kısmını da inkâr ederler.

Nitekim yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Allah’ı ve Peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile Peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip ‘bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız’ diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu; işte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Allah’a ve Peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyendir.” (Nisa, 150-152)

Bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr eden gerçek kâfir oluyorsa, bütünü inkâr eden, Allah’ın emir ve yasaklarını, vaad ve tehditlerini kabul etmeyen, hatta kaderi bahane ederek bunların tümünü terk eden kâfir olmaz mı?

Bilakis, böyle biri, bir kısmına inanıp bir kısmını reddedenden daha koyu kâfirdir.

Bunların sözlerinin batıllığı birçok açıdan belirgindir.

Birincisi:

Bunlardan biri ya kaderin bir kul için kanıt olduğunu kabul edecek veya etmeyecek. Eğer kader kul için kanıtsa, bütün insanlar için de kanıt olur. Çünkü kaderde bütün insanlar ortaktırlar. Bu durumda, kendisine zulmedene, sövene, malını gasp edene, namusunu çiğneyene, boynunu vurana, ekini ve nesli helâk edene öfke duymaması, ondan rahatsız olmaması gerekir. Ama bunların tümü çelişkiler içinde yüzen yalancılardır. Çünkü her biri mutlaka şunu yermekte, şuna buğz etmekte ve şuna karşı çıkmaktadır. Hatta kendi düşüncelerine karşı olumsuz bir tavır takınanlara öfke duymakta, onlara düşmanlık beslemekte, onları reddetmektedirler.

Eğer haramları işleyen ve farzları terk eden kimse için kader bir kanıt ve mazeret olsaydı, hiç kimseyi yermemeleri, hiç kimseye kin gütmemeleri, ne yaparsa yapsın hiç kimseye

‘zalim’ dememeleri gerekirdi. Bilindiği gibi hiç kimsenin bunu yapması mümkün değildir. Çünkü insanlar bunu yapacak olurlarsa, tüm alem bozulur. Şu halde bunların bu tür sözlerinin aklen yanlış ve şer’an de küfür olduğu açıktır. Dolayısıyla:

Kader kul için bir mazerettir, derken, yalan söylüyorlar. İftira ediyorlar.

İkincisi:

Bu, başta İblis olmak üzere Firavun’un, Nuh ve Ad kavimlerinin, günahlarından dolayı Allah’ın helâk ettiği bütün toplulukların mazur olmalarını gerektirir. Bu ise, bütün din mensuplarının ittifakiyle küfürdür.

Üçüncüsü:

Bunu söyleyen kimsenin Allah’ın dostlarıyla düşmanlarını, mü’minlerle kâfirleri, cennetliklerle cehennemlikleri birbirinden ayrı, birbirinden farklı görmemesi gerekir. Oysa yüce Allah bu ayrılığı özellikle vurguluyor:

“ Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz.” (Fatır, 19-22)

“Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah’tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız.” (Sad, 28)

“Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye, 21)

Burada sözü edilenlerin tümüyle ilgili olarak Allah katında önceden belirlenmiş bilgiler vardı. Allah, onları yaratmadan önce kaderlerini yazmıştı. Buna rağmen onlar, iman ve salih amel aracılığıyla mutlular ve küfür, fısk ve günah aracılığıyla mutsuzlar şeklinde iki gruba ayrıldılar. Bundan anlıyoruz ki, kaza ve kader, Allah’a isyan hususunda hiç kimse için bir mazeret değildir.

Dördüncüsü:

Biz kadere inanırız; ama onu işlediğimiz günahların mazereti yapmayız. Yapıp ettiklerine mazeret olsun diye kaderi kanıt olarak ileri süren kimsenin, kanıtı çürüktür. Kaderle kendini mazur göstermeye çalışanın mazereti kabul edilmez. Eğer bir kanıt ve mazeret olarak kaderin ileri sürülmesi geçerli olsaydı, İblis ve benzeri isyancıların mazereti kabul edilirdi. Kader kullar için bir gerekçe olsaydı, mahlûkat içinde hiç kimseye azap edilmezdi, hırsızın eli kesilmez, katile kısas uygulanmaz ve suçlulara cezai müeyyideler uygulanmazdı. Allah yolunda cihad edilmez, iyilik (maruf) emredilmez ve kötülük (münker) yasaklanmazdı.

Beşincisi:

Bu husus peygamberimize (s.a.v.) de sorulmuş ve o (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden hiç kimse yoktur ki, cennette oturacağı yer ve cehennemde oturacağı yer yazılmış olmasın. Dediler ki: Ya Resulullah! Öyleyse, amel etmeyi bırakıp yazılanları mi tevekkül etsek?! Buyurdu ki: Hayır; amel edin! Herkese, yaratıldığı hedefe uygun ameller kolaylaştırılır.” (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader, 7; Tirmizi, Kader, 3; Ahmed, 4/67)

Bir diğer sahih hadiste şöyle deniyor: Denildi ki:

Ya Resulullah! Sence insanlar niçin amel ediyorlar, niçin emek veriyorlar? Kalemlerin kaldırıldığı ve sayfaların dürüldüğü şeyler için mi? Yoksa, kendileriyle beraber getirdikleri şeyleri yeni baştan tekrar mı ediyorlar? -veya buna yakın ifadeler kullanılmıştır- Buyurdu ki:

“Bilakis, kalemlerin kaldırıldığı ve sayfaların dürüldüğü şeyler için. Denildi ki: O halde niçin amel edilsin ki? Şöyle buyurdu: Amel edin; çünkü, kişi niçin yaratılmışsa, onunla ilgili ameller ona kolaylaştırılır.” (Müslim, Kader, 8 )

Altıncısı:

Şöyle demektir:

Allah olayları bilir ve oldukları gibi yazar. Nitekim yüce Allah:

“Falan iman edecek, salih amel işleyip cennete girecek. Falan isyan edecek, fasıl olup cehenneme girecek.” diye yazar. Aynı şekilde, falan şahıs bir kadınla evlenecek, onunla birleşecek ve ondan bir çocuğu olacak, diyebilir ve yazar. Falan kişi yiyecek, içecek, bunun sonucunda doyacak ve susuzluğunu giderecektir, diyebilir ve yazar. Dolayısıyla bir kimse:

Eğer ben cennet ehlinden isem, bu demektir ki, oraya salih amel işlemeden girerim, derse, onun bu sözü batıl ve çelişkili bir sözdür. Çünkü Allah’ın bildiği, onun salih amelle cennete gireceğidir. Eğer salih amel olmadan oraya girecek olsa, bu, Allah’ın bilip takdir ettiğiyle çelişir.

Bu tıpkı birin şöyle demesine benzer:

“Ben herhangi bir kadınla birleşmeyeceğim. Eğer Allah bana bir çocuk takdir etmişse, o çocuk doğar.” Böyle diyen birinin cahil olduğu açıktır. Çünkü Allah, bir çocuğun doğmasını takdir ettiği zaman, babasının bir kadınla birleşmesi, kadının hamile kalması, sonra onu doğurması şeklinde takdir eder. Cinsel birleşme ve hamile kalmadan çocuk doğmasını Allah ne takdir etmiş, ne de yazmıştır.

Bunun gibi cenneti de Allah mü’minler için hazırlamıştır. Bir kimse imansız cennete gireceğini zannederse, onun bu zannı batıldır.

Allah’ın emrettiği amellere ihtiyaç olmadığına, onları yapmakla yapmamak arasında bir fark olmadığına inanırsa kâfir olur.

Allah, cenneti kâfirlere haram kılmıştır. Dolayısıyla böyle bir inanış, kişinin cehenneme girmesine engel olan iman olgusuyla çelişir. Kadericiyelerin Sınıfları