Geçmişte İstisna

Mazi ile ilgili bir şeyin istisna edilmesi meselesi ise, bilinen ve sağlam açıklamalara dayandırılan bir meseledir. Bu ağaçtır, inşallah. Veya, Bu insandır, inşallah. Yahut, gök bizim üstümüzdedir, inşallah. Ya da, Allah

’tan başka ibadete layık ilah yoktur, inşallah. Yahut da, Muhammed Allah’ın resulüdür, inşallah... demek gibi. Veya:

Muhammed Allah’ın resulüdür, kesinlikle, demekten veya, bu ağaçtır, kesinlikle, demekten kaçınmak gibi. Bütün bunlar, akla ve dine aykırı şeylerdir.

Ehl-i İslâm

’dan hiç kimseden böyle bir söz duyulmamıştır. Sadece kendilerini Şeyh Ebu Amr b. Merzuk’a (Ebu Amr Osman b. Merzuk b. Hamid b. Selame el-Kureşi, Hanbeli mezhebine mensup zühd ehli bir fakihtir.) nisbet eden bir grup bu tür iddialarda bulunmuştur. Ancak ne adı geçen şeyh ne de arkadaşlarından aklı başında olan kimse böyle bir iddiada bulunmuştur. Ancak onu iyi tanıyanlardan biri, bana, şeyhin ölümünden sonra, iki arkadaşının birbirleriyle sürtüştüklerini haber vermişti. Bunlardan birinin adı Hazım, diğerinin adı ise Abdulmelik’tir. Hazım, mazide olduğu kesin olan şeylerle ilgili istisna bid’atını icat etti. Mazide kesin olarak gerçekleşen şeyler hakkında kesin ifadeler kullanmayı terk etti. Abdulmelik ise, müslümanların cemaatine ve dinin imamlarına uyarak, bu hususta ona karşı çıktı.

Şeyh Ebu Amr

’a gelince, o bu gibi hezeyanlarda bulunmayacak kadar akıllı bir kimseydi. Çünkü o, bilgi sahibi dindar bir kimseydi. Gerçi kulların hayır ve şer nitelikli fiillerinin kadim olması meselesinde, bunu savunanlar, görüşlerini ona dayandırmışlardır. Nitekim bazıları, onun bu konuyla ilgili görüşlerini içeren el yazısını da bana göstermişlerdi. Şunu da belirtelim ki, onun bu görüşten caydığı da söylenmektedir. Ebu’l-Ferec el-Makdisi eş-Şirazi’nin tarikatına intisap etmişti. Onun bu hususta kesin konuşmaktan kaçındığını ve:

Kulların fiilleri takdir edilmişlerdir... Dediğini ve sustuğunu nakletmiştir.

Şeyh Ebu’l Ferec ise, Kadı Ebu Ya’la’nın arkadaşlarından biriydi. Ancak Kadı Ebu Ya’la bu gibi söylemlerden hoşlanmazdı. Bilakis, kulların fiillerinin kesin olarak mahlûk olduğunu belirtenlerden biriydi. Bırakın, kulların hayır ve şer nitelikleri fiilleri kadimdir, demesini, eğer bir kimsenin, küfür, fısk ve günahın mahlûk olduğunu kesin olarak söylemekten kaçındığını duysaydı, onun bu davranışını şiddetle redderdi.

Gerçi Kadı’nın söylediklerinde bazı yerler vardır ki, buralarda sözleri birbirine karışmış ve bir takım çelişkiler belirmiştir. Bazı sözlerine, bir takım bozuk düşünceler dayandırılabilmiştir bu yüzden. Nitekim alim bir insan sürçme sonucu bazı şeyler söyleyebilir ve onun izleyicileri de ondan sonra bu sözlere dayalı olarak bir takım ayrıntılı meseleler icad ederler. Örneğin insanların sözleri ve lafızları meselesinde, yine iman ve kulların fiilleri meselesinde benzeri bir durum yaşanmıştır.

Ne selef kuşağı, ne de imamlar-imam Ahmed ve başkaları- kulların konuşmaları mahlûk değildir, dememişlerdir. Kulların konuşmalarının kadim olduklarını da söylememişlerdir. Yine kulların fiillerinin mahlûk olmadıklarını söylemedikleri gibi, kadim olduklarını da söylememişlerdir. Şunu da dememişlerdir:

İman kadimdir, mahlûk değildir. Kimse:

Kulların Kur’an okurken çıkardıkları lafızlar mahlûktur, dediklerini de iddia edemez. Ya da onların mahlûk olmadıklarını söylediklerini de ileri süremez. Fakat, iman mahlûktur, Kur’an okurken çıkarılan lafızlar mahlûktur, şeklinde mutlak bir ifade kullanılmasını onaylamamışlardır. Çünkü bu gibi meselelerde Allah’ın sıfatları da işin içine giriyorlar. Ayrıca bundan, yaratıcının kelâmının kendisi de mahlûktur ve bu kelimenin kendisi de mahlûktur, sonucu anlaşılır. Bu yüzden:

Gece harfleri de mahlûktur, denilmesini onaylamamışlardır. Çünkü bu gibi şeyleri söyleyen bir kimsenin, Kur’an Allah’ın kelâmıdır, dememek durumunda kalır. Allah’ın Musa ile konuşmasını inkâr etmek mecburiyetinde olur, tutarlı olabilmek için.

Sonra bir grup ortaya çıktı ve bu söylemlerinin karşıtını mutlak olarak savundular. Onlardan bazıları şöyle dediler:

Benim, Kur’an’ı telafuz ederken çıkardığım söz mahlûk değildir....

İmam Ahmed ve diğer imamlar böyle söyleyen kimsenin bid’atçı olduğunu söylemişlerdir.

Bazıları da, mutlak olarak, imanın mahlûk olmadığını söylemişlerdir. Hatta buradan hareketle sonuca varılmıştır:

Kulların iman nitelikli fiilleri de mahlûk değildir. Başkaları ortaya çıktılar ve daha da ileri giderek, kulların mahlûk olmayan harflerden meydana gelen sözleri de mahlûk değildirler. Başkaları da şöyle dediler:

Öyleyse kulların bütün fiilleri mahlûk değildirler. Bid’ata eklemede bulunuldukça dal budak saldı. Bunun sonucunda iğrenç ve çirkin söylemler ortalığı kapladı. Neticede bu bid’atları savunanlar, tutarlılık adına aklın ve dinin zorunlu olarak reddettiği şeyleri de söylemek durumunda kaldılar.