Adem'in Musa'ya karşı kanıtı

     Şeyh-ul İslâm -Allah ruhunu kutsasın- dedi:

Bismillahirrahmanirrahim

Allah’a hamdolsun. O’na hamdederiz, O’ndan yardım dileriz, bizi doğru yola iletmesini isteriz, O’ndan af dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın doğru yola ilettiğini kimse saptıramaz. Allah’ın saptırdığını da doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik ederim. O birdir, ortağı yoktur. Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim. Allah’ın sonsuz salat ve selamı onun üzerine olsun.

Peygamber efendimizin (s.a.v.):

“Adem, Musa’ya karşı kanıtı ortaya koydu.” şeklindeki sözüyle ilgilidir. Adem Musa’ya karşı kaderi kanıt olarak ileri sürmüştü.

Bunun açıklaması şöyledir:

Adem’in (a.s.) kaderi kanıt olarak ileri sürmesi, günahlar için değil, musibetler için geçerlidir. Ayrıca Allah, sabır ve takvayı da emretmiştir. Kaderi gerekçe olarak göstermek sabırla ilgilidir, takva ile ilgili değil.

“Sabret; şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Günahların için bağışlama dile.” (Mü’min, 55)

Bu ayette Allah, musibetler karşısında sabretmeyi, günah ve kusurlar için de bağışlama dilemeyi emrediyor.

Kuşkusuz Ademoğulları, bu noktada karmaşık bir zihniyetle hareket ediyorlar. -Emir ve kaderin çatıştığı bir nokta yani- Birçok yerde, konuyla ilgili uzun açıklamalara yer verdik.

Vurgulamak istediğimiz husus şudur:

Buhari ve Müslim’de, Ebu Hureyre kanalıyla peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Adem (a.s.) ile Musa (a.s.) Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Adem (a.s.) Musa (a.s.)’yı mağlup etti. Musa (a.s.) dedi ki:

Sen O Adem’sin ki, Allah seni eli (Kudreti) ile yarattı ve sana ruhundan üfledi, melekleri sana secde ettirdi ve seni cennete iskan etti. Sonra da sen işlediğin suç sebebiyle, insanları yeryüzüne indirdin, dedi. Bunun üzerine Adem (a.s.):

Sen o Musa’sın ki, Allah seni peygamberliğine seçtiği gibi kendisi ile konuşmaya da seni seçti ve sana herşeyin açıklanmasını ihtiva eden Tevrat’ı verdi. Ve onunla konuşmak, O’na yalvarmak suretiyle seni kendisine yanaştırdı. Şu halde benim yaratılmamdan ne kadar önce Tevrat’ı yazdığını gördün? dedi. Musa (a.s.):

‘Kırk sene önce,’ diye cevap verdi. Adem (a.s.):

‘Şu halde orada ve Adem Rabbine isyan etti’, mealindeki ayeti gördün mü diye sordu. Musa (a.s.):

‘Gördüm,’ dedi. Adem (a.s.):

Allah’ın beni yaratmasından kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlem üzerine beni nasıl azarlarsın? dedi. Allah’ın peygamberi:

Ve neticede Adem (a.s.) Musa (a.s.)’yı mağlup etti, buyurdu.” (Buhari, Kader, 11; Müslim, Kader, 13-15; Muvatta, Kader, 1)

Bu hadis, hasen bir rivayet zinciriyle Ömer b. Hattab’dan da rivayet edilmiştir. Birçok insan, Hz. Adem’in (a.s.) önceden belirlenen kaderinin, günahlardan dolayı bir insanın kınanamayacağını kanıtladığını sanmıştır. Sonra bu zanna dayalı olarak üç ayrı grup belirginleşmiştir:

1- Bir grup, böyle bir hadisin uydurma olduğunu söylemiştir. Ebu Ali el-Cübbai ve başkaları bu görüştedir. Onlara göre, böyle bir anlayış, zorunlu olarak peygamberin (s.a.v.) getirdiği dine aykırıdır. Ayrıca hadisin maksadının bu olması da imkânsızdır. Dolayısıyla Hz. Peygamberi (s.a.v.), daha doğrusu bütün peygamberleri ve peygamberlerin tabilerini, kaderi, Allah’a ve Resulü’ne karşı çıkanların mücbir gerekçesi olarak görmekten, böyle bir yaklaşıma sahip olmaktan tenzih etmek gerekir.

2 - Bir diğer grup, hadisi, yanlışlığı apaçık olacak tarzda yorumlama yönüne gitmiştir. Örneğin bazıları şöyle demişlerdir:

Adem Musa’yı yendi. Çünkü Adem onun babasıdır. Oğul babasını kınayamaz. Bir başkası şöyle demiştir: Günah, bir şeriat çerçevesinde, kınama ise, bir diğer şeriat çerçevesinde gerçekleşmişti. Diğer birinin yorumu ise şöyledir:

Musa’nın Adem’i kınaması, Adem’in tevbe etmesinden sonraydı. Bu yüzden Adem Musa’ya karşı haklı konumdaydı. Bir diğeri de şöyle demiştir:

Çünkü bu gibi günahlar, dünyada farklı, ahirette farklı bir değerlendirmeye tabi tutulur.

3 - Üçüncü bir grup da, bu hadisi, Allah’ın ve peygamberinin emrine karşı çıkanların kınanamayacaklarının kanıtı olarak göstermişlerdir. Neticede kendileri de bu yaklaşımlarına aykırı hareket etmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Çünkü herkes gibi onlar da, dünya hayatında hem kendilerine, hem başkalarına zarar veren bir fiil işleyen kimseleri kınamak durumundadırlar. Bu, kaçınılmazdır. Ancak içlerinde bazı kimseler vardır ki, bunlar, hevalarına ve amaçlarına uygun olduğu sürece bu hadisi, kendileri için bir kanıt olarak gösterirler. Ama, tersi durumlarda hadisi görmemezlikten gelirler.

Nitekim bu gibi kimseler için şöyle denilmiştir:

Sen, ibadet hususunda kadercisin; ama günah hususunda da Cebriyecisin. Yani hangi mezhep arzuna, heva ve hevesine uyarsa onu takip edersin...

Bu gibi insanlar günah işledikleri zaman, kaderi gerekçe gösterirler. Bir başkası günah işlese veya kendisine haksızlık etse, onu kesinlikle mazur görmezler. Bunlar haddi aşan zalimlerdirler.

Bunlardan bazıları şöyle diyorlar:

Bu, rububiyet tevhidine şahit olan, Allah’ın dışındaki her şey, nazarlarında yok olan, dolayısıyla Allah’tan başka fail olmadığını gören hakikat ehli için geçerlidir. Bunlar, güzeli güzel, çirkini de çirkin görmezler. Çünkü onlara göre, mahlûk için fiil söz konusu değildir. Bilakis, onlara göre tek fail var-dır, o da Allah’tır. Ama kendisinin fiilinin olduğunu gören insanlar başka. Onlar yaptıklarından dolayı kınanırlar, cezalandırılırlar da. Bu, hakikat ehli olduklarını iddia eden son kuşak tasavvufçuların çoğunun görüşüdür. Onlara göre bu, hakikatin son noktasıdır. İrfan ve tevhidin amacıdır. İlim ehlinden bir grup da bu görüştedir.

Ebu’l Muzaffer es-Sem’ani şöyle der:

Bu mesele bağlamında Adem ile Musa arasında geçen tartışmaya gelince; her ikisi için de ileri sürecekleri kanıtlar vardı. Çünkü onlar, hakikat ilmini bilmeye özgü kılınmış ulu peygamberlerdi. Sırları keşfetmelerine izin verilmişti. Ama kendileri için belirlenen sınırların yanında durmaları, ötesi hakkında söz söylememeleri gereken sair insanların tutacakları yol bu değildir. Peygamber efendimizin (s.a.v.):

“Adem Musa’yı yendi...” sözü, ibadet hükmünü iptal etmez. Vacip olan amelleri de geçersiz kılmaz. Bilakis bunun anlamı, iki şeyden birinin tercih edilmesidir. İllet mertebesinin, sebep mertebesinden öncelikli olarak algılanmasıdır. Nitekim hikmet, iki şeyin anlamından birinin tercih edilmesini öngörmüştür. Dolayısıyla:

“Adem Musayı yendi...” sözünün izah yolu budur. Bu hikmet de Adem’in meselesinde tezahür etmiştir:

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Bakara, 30)

Kuşkusuz, Adem’in cennette sürekli kalması, yasak ağaca yaklaşmaması şartına bağlanmıştı. Çünkü önceden, cennetten çıkması takdir edilmişti. Bu yüzden tartışma sırasında Adem Musa’ya üstünlük sağladı. Bu anlamda, Musa’ya üstünlük sağlaması da takdir edilmişti. Bu yüzden peygamberimiz (s.a.v.) de:

“Adem Musa’yı yendi...” buyurdu.

Bana göre, Şeyh Abdulkadir’in -Allah ruhunu kutsasın- şu sözlerinde de bu anlam esas alınmıştır:

“Bu nedenledir ki, birçok kaza ve kader meselesine gelince dururlar. Benim önümde bu meseleyle ilgili bir pencere açıldı. Hak için hakka dayanarak hakkın kaderiyle mücadele ettim. Adem, kaderle mücadele edene denir, kaderin akışına kendisini teslim edene değil...

Şeyh Abdulkadir -Allah ondan razı olsun- ilâhî emir ve yasaklara uymayı tavsiye ederdi. Kaderin bir mazeret, bir bahane, bir gerekçe olarak algılanmasına karşı çıkardı. Onun şeyhi Hammad ed-Dabbas da öyleydi. Çünkü saliklerin birçoğunun, emir ve yasaklara aykırı olacak şekilde kaderin sınırında durduklarını, kendilerini kaderin akışına bıraktıklarını görüyordu.

Kul, Allah yolunda cihat etmekle yükümlüdür. Takdir edilen ibadetlerle, takdir edilen günahlara karşı mücadele etmesi gerekir. Kul, Allah tarafından takdir edilen emirlerle, takdir edilen yasaklara karşı durmak zorundadır. İşte önceki ve sonraki peygamberlerin -selam üzerlerine olsun- getirdikleri Allah’ın dini budur.”