Cumhurun görüşü

Müslümanların çoğunluğunun görüşü şudur:

Kitap ve sünnet Allah’ın fiillerinin iletlere dayalı olduğunu gösteriyor. Açık akli kanıt da bunu gerektirir. Bu da Allah’ın hikmet sahibi oluşunun kanıtıdır. Çünkü bir şeyi bir hikmete dayalı olarak yapmayan biri hikmet sahibi olamaz. Bu hususta yapılacak bir açıklama şu temel prensiplere dayanmalıdır:

Birincisi:

Allah’ı sever ve razı olur. Zatından dolayı ibadet edilmeyi hakkeder. Ondan başka sevilmeyi hakkeden biri yoktur. O’ndan başkasına yönelik bütün sevgiler fasittir. Bu, ilahlık kavramının içerdiği anlamlardır. Çünkü:

İlah,sevilmeyi ve kulluk edilmeyi hakkeden zat demektir.

Kulların ortak özelliği ise, Allah karşısında zilletin son noktasında olmalarıdır. O’na karşı da sevginin en üst düzeyini beslemek durumundadırlar. Allah’tan başkası da bunu hakketmez.

Ayrıca Allah kendine hamd eder, kendini över, kendisini ulular, tevbe edenlerin tevbesiyle sevinir ve mü’min kullarından razı olur.

Hamd; sevgi besleyerek övülenin güzelliklerini anlatmak demektir.

Bir kimse, bir başkasının güzelliklerini, ona sevgi beslemeksizin haber verirse, ona hamd etmiş olmaz. Veya ona sevgi beslemesine rağmen, güzelliklerini anlatmazsa, aynı şekilde hamd etmiş olmaz. Yüce Allah, kendine hamd ettiği, güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını, güzel fiillerini zikrettiği zaman, kutsal zatını sevdiği zaman, öven de övülen de, sena eden de sena edilen de, ululayan da ululanan da, seven de sevilen de kendisidir. Bu, kemalin son noktasıdır. Ki O’ndan başkası da bunu hakketmez. Ancak O, bununla vasf edilebilir.

O, her şeyin rabbidir. O’nsuz hiçbir şey olmaz. O, kendisinden başka ibadete layık ilah olmayan ilahtır. Bu yüzden O’ndan başkasına kulluk etmemiz caiz olmaz. Bir şey O’nunla olmuyorsa, olmaz. O’nun için olmayan da ne fayda verir ne de devam eder. O’nun rızası gözetilmeden yapılan her amel batıldır.

“ O’na ancak güzel sözler yükselir. Onları da Allah’a ameli salih ulaştırır.” (Fatır, 10)

Müslümanı müslüman, namaz kılanı namaz kılan, tevbe edeni tevbe eden, hamd edeni hamd eden kılan O’dur.

Kuluna kolayı kolaylaştırdığında, tevbesini kabul edip tevbesinden dolayı sevindiğinde, kulu kendisine şükrettiği vakit şükretmesine razı olduğunda, salih amel işlemesinden dolayı kulunu sevdiğinde, yaratıcıyı, tevbesiyle, razı olan, seven ve sevinen kılan, mahlûk değildir. Bilakis mahlûku, kendisini sevindiren, razı eden ve sevmesini sağlayan şeyin faili kılan yüce Allah’tır.

Bütün bunlar O’nun dilemesi ve kudretiyle olur. Herhangi bir olayın meydana gelmesinde ortağı yoktur. Hiçbir şekilde bir başkasına muhtaç değildir. Bilakis, O, her açıdan başkasından müstağnidir. Ama başkası her açıdan O’na muhtaçtır. Bir şeyi sevdiği ve razı olduğu bir hikmetten dolayı yarattıysa, O, başkasına muhtaçtır, demek caiz değildir. Aksi taktirde, Allah’ın sevdiği ve razı olduğu fiili işleyen bir başka yaratıcının varlığı ileri sürülmüş olur.

Yani, Allah, kulların fiillerini yaratmaz, ibadetler Allah’ın kudreti ve yaratması olmaksızın var olurlar, iddiasında bulunan Kaderiyecilerle aynı noktada buluşulur. Kaderiyecilere göre, Allah bu fiili sevdi ve bundan razı oldu, denildiği zaman, bu, mahlûkun Allah’ı razı ve seven kılmasını gerektirir.

Ehl-i sünnet’in görüşüne gelince; o da şu şekilde özetlenebilir:

Allah, kulların fiilleri de dahil olmak üzere her şeyin yaratıcısıdır. Var olan her şeyi O yaratmıştır. O’nun yarattığından başka bir şey mevcut değildir. Bunda da yüksek bir hikmet vardır. O, bu hikmeti bütün ayrıntılarıyla bilir. Bazı kulları da, Allah’ın bildirdiği orada bu hikmeti bilirler. Çünkü, Allah’ın dilediğinin dışında kullar, O’nun ilmini kuşatamazlar.

Bunun, insanın ihtiyarıyla gerçekleşen olguların Allah’ın zatıyla kaim olmasını gerektirmesine gelince, selef kuşağının görüşü budur. Hadis ve sünnet imamları ve kelâmcıların birçoğu da bu görüştedir.

Bunun gelecekte de zincirlemeyi gerektirmesi meselesine gelince: Deniliyor ki:

Allah, bir şeyi bir hikmetten dolayı yaratınca ve bu şey ancak hikmetin var olmasından sonra var olunca, bu hikmet de zorunlu olarak başka bir hikmetten kaynaklanmış olur. Bunun anlamı gelecekte zincirleme oluştur. Bu ise, gerek müslümanların ve gerekse müslüman olmayanlardan cennet ehlinin nimetlerinin devamlılığını kabul edenlerin savunduğu bir şeydir. Buna yalnızca kuşku duyan kimseler muhalefet etmişlerdir. Cennet ve cehennem ehlinin bir gün yok olacaklarını söyleyen Cehm b. Safvan gibi. Cennet ve cehennem ehlinin hareketlerinin bir gün yok olacağını söyleyen Ebu Hezil gibi. Çünkü bu ikisi, geçmişte ve gelecekte varlığı sonsuza kadar devam eden bir şeyin olamayacağını iddia etmişlerdir. Müslümanların çoğunluğu bu ikisine muhalefet etmiştir.

Buna verilecek ikinci cevap da, zincirleme oluş iki türlüdür, denilmesidir.

Birincisi:

Faillerde zincirleme oluş. O da her failin bir failinin olması şeklinde gerçekleşir. Bu ise, aklın açık kanıtları açısından batıldır. Akıl sahibi herkes bunda ittifak etmiştir.

İkincisi: Sonuçlarda zincirleme oluştur. Bu tıpkı:

Allah, daima dilediği zaman kelâm sıfatına sahipti, demeye, veya:

Allah’ın kelimelerinin sonu yoktur, demeye benzer. Bütün dinlerin mensupları, felsefenin önde gelen simaları böyle bir zincirleme oluş kabul ederler. Ancak felsefeciler feleklerin öncesizliğinin (kadimliğini) de savunurlar. Onlara göre feleklerin hareketlerinin başı da sonu da yoktur. Bu ise, peygamberlerin getirdiği dine aykırı küfür bir iddiadır. Aklen de batıldır.

Rabbin daha önce kelâm etmesi ve dilemesine göre yapması mümkün değildi. Sonra, kelâm etmesi ve dilemesine göre yapması mümkün oldu, demek de buna benzer.

Nitekim Kaderiyeciler ve Cehmiyeciler ve de kelâmcı gruplardan onların görüşlerini paylaşan kimseler bu görüştedirler. Ve bunun da batıl bir iddia olduğunda kuşku yoktur. Bu aynı zamanda mülhid felsefeciler ile bid’atçı kelâmcılar arasında karışıklığın çıkmasına da yol açmıştır. Bu babda ve bu konuda birçok açıklamalar geniş ve detaylı bir şekilde yapılmıştır. Bunların boyutlarını ancak konuyla ilgili olarak ileri sürülen görüşleri ve görüş sahiplerinin içine düştükleri müşkülleri bilenler kestirebilirler.

Nitekim kelâm ilminin zirveleri sayılacak birçok bilgin dahi kuşkular bataklığına düşmekten kurtulamamışlardır. Bu konu başka eserlerde etraflıca ele alınmıştır.