Kur'an'da kulun fiili, dilemesi ve kuvveti

Bil ki, kul gerçek anlamda bir faildir ve sabit bir dilemesi vardır. Elverişli bir güce sahiptir. Kur’an birden çok ayette kulun dilemesinin olduğunu ifade eder:

“Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için bir öğüttür. Alemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvir, 28-29)

“Artık dileyen rabbine bir yol tutar.” (İnsan, 29)

“Dileyen ondan öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.” (Müddessir, 55-56)

Kur’an’ın genelinde “amel ederler...yaparlar... inanırlar... inkâr ederler... Düşünürler... korurlar.... sakınırlar”... gibi kulun fiilinin ispatı anlamına gelen çok sayıda ifade vardır.

Biz, yüce Allah’ın yaratıcı olduğunu ispat etmekle, bu ümmetin mecusilerinden ayrıldığımız gibi, kulun kazanan, fail, yapan ve amil olduğunu ispat etmekle de Cebriyeden ayrılıyoruz. Ümmetin selef kuşağının ve ehl-i sünnet alimlerinin reddettiği cebir; bir fiilin, bir şeyden, iradesi, dilemesi ve seçmesi dışında sadır olması demektir. Ağaçların rüzgarın esmesiyle hareket etmeleri ....vs. gibi...

İnsanlarda sıtmalıların, felçlilerin ve titrek kimselerin hareketleri de buna örnek gösterebiliriz. Çünkü aklı başında olan herkes, bir insanın oturması, kalkması, namazı, cihadı, zinası ve hırsızlığı ile felçli bir kimsenin titreyişi, sıtmalı birinin çırpınışı arasındaki farkı bilir. Biliyoruz ki, önceki fiili işlemeye kadirdir, fiili istemektedir ve seçebilmektedir. Ama ikincisi, fiili işlemeye kadir değildir, isteme ve seçme gücüne sahip değildir.

Cehm’den ve onun Cebriyeci taraftarlarından, onların insanın bütün fiillerinin aynı olduğunu ileri sürdükleri rivayet edilmiştir. Bu, fasitliği açık olan bir görüştür. Oysa iki grup insan arasındaki farka bağlı olarak fiiller de ihtiyari, isteğe bağlı ve ıztarari, istem dışı diye iki kısma ayrılır. Bunlardan seçebilenler emir ve yasaklamalara muhataptırlar. Hiçbir şeriatta ve hikmet sahibi hiçbir insanın kelâmında körlere mushaftaki yazılara noktalama işaretlerini koymaları emredilmez. Ya da yatalak kimseye giyinip kuşanmasının yahut sıtma nöbetine tutan kimsenin hareketsiz kalmasının emredildiği görülmüş değildir. vs...

Gerçi bunun aklen veya işitsel olarak caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Ancak bütün gruplardan olmak üzere akıl sahiplerinin icmaıyla böyle bir şeyin imkânsız olduğu ifade edilmiştir.

Eğer:

“Diyelim ki, benim istediğim ve seçtiğim fiilim, benim iradem ve isteğimle gerçekleşti; peki bu istek ve irade Allah’ın yarattığı bir şey değil midir?

Allah fiili işlemeyi gerektiren bir şeyi yarattığı zaman, böyle bir fiili terk etme durumu da beraberinde söz konusu olabilir mi?” denilse, bu konuyla ilgili olarak şunu anlatırız:

Birinci kısımdaki hususlar kulun iradesinin aracılığı söz konusu olmayan cebirdir. İkinci kısımdaki hususlarda ise, kulun iradesinin aracılığında bir cebir söz konusudur.

Bunu açacak olursak. Şunu söyleriz:

Olumsuzlanan cebir, açıkladığımız gibi, birinci kısımdır. İkinci kısım cebri olumlamamıza gelince, sünnet ve hadis ehli nezdinde bunda kuşku yoktur. Akıl ve basiret sahipleri de bunu kabul ederler. Fakat, birinci kısım cebirle karışmasın diye buna cebir adı verilmez. İnsanların akıllarına erhal cebir olgusunun uyanacak olmasından kaçınmak için böyle bir isimlendirme tercih edilmez. Karışma ihtimali ortadan kalkınca ve ilmi meseleler iyice oturunca belki buna da cebir denebilir. Hz. Ali (r.a) peygamberimize (s.a.v.) salat okumak maksadıyla söylediği meşhur dualarından birinde şöyle diyor:

“Yayılan şeyleri yayan, uzayan şeyleri uzatan, kalpleri fıtratları üzere, mutlu veya mutsuz olarak şekillendirip yönlendiren Allahım!”

Hz. Alinin (r.a) bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere, yüce Allah, kalpleri yaratılışlarında esas olan bedbahtlık veya mutluluk üzere şekillendirir. Bu, ikinci fıtrattır, birinci fıtrat değil.

“Her çocuk fıtrat üzere doğar.” (Buhari, Cenaiz, 92; Ebu Davud, Sünne, 17; Ahmed, 2/275) hadisinin, biri birinci fıtrat, diğeri de ikinci fıtrat esasında olmak üzere iki açıklaması var.

Birinci fıtrat esasındaki açıklaması açıktır. Bunu Muhammed b. Kab el-Kurazi söylemiştir. El-Kurazi, Medineli tabiinlerin faziletlilerinden ve eşraftan biridir. Bazıları, tabbinlerin en üstünlerinden olduğunu söylemişlerdir. O, el-Cebbar sözüyle ilgili olarak şöyle demiştir:

Kulları dilediği gibi şekillendirir. Bu görüş başkalarından da rivayet edilmiştir. Kur’an ve hadisten de buna ilişkin tanıklar bulmak mümkündür. İleri görüşlü ve eksiksiz kanıtlara dayalı olarak meseleleri sonuca bağlayan bilginler de, yüce Allah’ın, kulların kalplerini istediği gibi döndürdüğü, onları çevirdiği, onlara günahlarını ve sakınmalarını ilham ettiği, bir göz açıp kapama anı kadar kısa bir süre içinde, üstün iradeli ve hikmet sahibi Allah katında bilginlerin kalplerine kesin ayırıcı hükmün indiği gerçeğini dile getirmişlerdir. Bu bilginler, bedendeki organların kendi lehlerine ve aleyhlerine verilen hükümleri algılayışlarını son derece çarpıcı ifadelerle açıklamışlardır. Ancak Allah’ın gözlerini kör, basiretlerini bağladığı kimseler başka.