Kulun Rabbinden Başkasına Umut Bağlamaması

        Soru:

Hz. Ali’nin (r.a):

“Kul Rabbinden başkasına kesinlikle umut bağlamamalıdır ve günahından başka bir şeyden de asla korkmamalıdır.” sözünün anlamı nedir?.

Cevap:

Allah’a hamd olsun. Bu söz Emirulmü’minin Ali b. Ebu Talib’ten (r.a) rivayet edilir. En güzel, en vurgulayıcı ve en kapsamlı sözlerden biridir.Çünkü ümit hayırla ilgili bir eylemdir.Korku ise, kötülükle ilgili olur. Kula, günahlarından dolayı kötülük ilişir.

Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Allah çoğunu affeder.” (Şura, 30)

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler; başlarına bir kötülük gelince de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar! Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” (Nisa, 78-79)

İnsanların birçoğu bu ayette geçen iyilik ve kötülükten maksadın ibadet ve günah olduğunu sanıyor.

Sonra da Kaderiyeciler bu zanna dayanarak

“Hepsi Allah’tandır” sözünü kanıt olarak ileri sürüyorlar. Bu sefer de “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” sözü karşılarına çıkıyor. Kaderi bütünüyle olumsuzlayanlar ise, bu ikinci ayeti, görüşlerinin kanıtı olarak ileri sürüyorlar ve doğal olarak da büyük bir yanılgının içine düşüyorlar. Çünkü onların mezheplerinin esasını “kul, tüm amellerinin yaratıcısıdır” sözü oluşturuyor. Ve “Hepsi Allah’tandır” sözü onların bu anlayışlarını çürütüyor.

Her iki grubun yanlışlığının sebebi, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, ayette geçen iyilik ve kötülüğün ibadet ve günah anlamında kullanıldığını sanmalarıdır. Oysa sözünü ettiğimiz ayette geçen iyilik ve kötülükten maksat, nimetler ve musibetlerdir. Nitekim aşağıdaki ayetler de iyilik ve kötülük kavramları bu anlamda kullanılmıştır:

“Belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.” (Araf, 168)

“O’nlara bir iyilik gelince, bu bizim hakkımızdır, derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı.” (Araf, 131)

“Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler.” (Al-i İmran, 120)

 “O’nları her türlü kötülüklerden koru.” (Ğafir, 9)

Buna benzer birçok ayeti örnek olarak göstermek mümkündür.

Üzerinde durduğumuz ayette yüce Allah münafıkları yeriyor. Çünkü onlar, cihad ve benzeri ilâhî emirleri yerine getirme hususunda ağır davranıyor, yüksünüyorlardı. Bu esnada bir rızık, zafer veya esenlik elde etselerdi. “Bu Allah’tan” derlerdi. Şayet başlarına yoksulluk, ezilme veya hastalık gibi bir musibet gelseydi. “Bu senden” ey Muhammed! derlerdi, senin bize emrettiğin dinin yüzünden böyle bir şey başımıza geldi. Tıpkı Firavun kavminin Musa’ya (a.s.) dedikleri gibi. Yüce Allah onların Musa karşısındaki bu tavırlarını bize şöyle aktarıyor:

“Onlara bir iyilik gelince, bu bizim hakkımızdır, derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı.” (Araf, 131)

Ve tıpkı kâfirlerin İsa peygamberin (a.s.) elçilerine:

“Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz.” (Yasin, 18)

Çünkü kâfirler ve münafıklar, işledikleri günahları yüzünden, başlarına bir musibet geldiği zaman, bunu mü’minlerin kendilerine uğursuz gelmelerine bağlarlardı. Burada yüce Allah, iyiliğin kendisinden olduğunu ve bu iyiliği onlara kendisinin lütfettiğini, başlarına gelen musibetin de onların işledikleri günahlarının yüzünden olduğunu açıklayarak bu yaklaşımlarının yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim bir başka ayette de şöyle buyurmuştur:

“Sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” (Enfal, 33)

Bu ayette ulu Allah mağfiret dileyenlere azap etmeyeceğini açıklıyor. Mağfiret dileme, azabın sebebi olan günahı siler, azabı savar. Ebu Davud ve İbni Mace sünenlerinde peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Kim mağfiret dilemeyi arttırırsa, Allah ona her kederden bir kurtuluş yolu, her sıkıntıdan bir çıkış kapısı var eder ve beklemediği yerden onu rızıklandırır.” (Ebu Davud, el-Vitr, 26; İbni Mace, el-Edeb, 57; Ahmed, 1/248)

Allah bir başka yerde de şöyle buyurmuştur:

“Allah’tan başkasına ibadet etmemeniz için. Şüphesiz ki ben, O’nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ve rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da O’na tevbe etmeniz için. Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir.” (Hud, 2-3)

Burada yüce Allah şunu açıklıyor:

Kim Allah’ı birlese ve O’ndan bağışlanma dilese, Allah onu güzel nimetlerle nimetlendirir ve belirlenmiş bir vakte kadar bu nimetler içinde yaşamasını sağlar. Kim bunun ötesinde iyi amelleri fazladan işlerse, Allah da ona fazladan ödül verir. Bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“Şeytan şöyle der: Ben insanları günahlarla helâk ettim. Onlar da “La ilahe illallah” demekle ve mağfiret dilemekle beni helâk ettiler. Bunu görünce onların arasına heva ve hevesleri yaydım. Şimde artık günah işliyorlar, ama tevbe etmiyorlar. Çünkü iyi şeyler yaptıklarını sanıyorlar.” (Ebu Ya’la, Müsned, 1/123, 136, Heysemi, Mecmau’z Zevaid, 10/210)

Bu nedenle yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi!” (Enam, 42-43)

Yani, bizim azabımız kendilerine geldiği zaman, boyun eğip yalvarsalardı ya! Çünkü azabın geldiği sırada boyun eğip yalvarmaları bir gereklilikti. Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:

“Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyazda da bulunmuyorlar.” (Mü’minun, 76)

Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir:

“Hiç bir bela yoktur ki bir günahtan dolayı inmiş olmasın ve hiçbir bela yoktur ki tevbe ile ortadan kalkmasın.”

Yüce Allah aşağıdaki ayetlerde bu gerçeğe işaret eder:

“Bir kısım insanlar, mü’minlere: Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan! dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir! dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah’ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Al-i İmran, 173-175)

Burada yüce Allah mü’minlerin şeytanın dostlarından korkmalarını yasaklarken, sadece kendisinden korkmalarını emrediyor. Allah’tan korkmak, O’nun emrettiklerini yapmayı, yasakladıklarını da terk etmeyi ve günahlardan dolayı bağışlanma dilemeyi gerektirir. Bundan sonradır ki musibetler geri çevirilir ve düşmanlar karşısında zafer kazanılır. Bu yüzden Hz. Ali (r.a):

Kul Rabbinden başkasına kesinlikle umut bağlamamalıdır ve günahından başka bir şeyden de asla korkmamalıdır. Eğer bir mahlûk ona musallat olmuşsa, bunun nedeni kesinlikle işlediği günahlardan başka bir şey değildir. Bu yüzden kul Allah’tan korkmalı ve başına bu musibetin gelmesine neden olan günahından tevbe etmelidir. Çünkü peygamberimizden (s.a.v.) gelen bir rivayette şöyle buyuruluyor:

“Allah diyor ki: Ben Allah’ım. Melikler melikiyim. Meliklerin kalpleri ve perçemleri benim elimdedir. Kim bana itaat ederse, melikleri onun için rahmete çeviririm. Kim bana isyan ederse, melikleri onun için azaba döndürürüm. Meliklere sövmekle vakit geçirmeyin. Bana itaat edin; onların kalplerini size karşı yumuşatayım.”