Adem ile Musa’nın kıssasının doğrusu şudur

Bu gerçek anlaşıldığına göre, şunu da söylemek gerekir:

Adem ile Musa’nın kıssasının doğrusu şudur:

Musa, Adem’i, yaptığı bir fiil yüzünden ona ve zürriyetine isabet eden bir musibetten dolayı kınadı. Emri terk eden, günahkâr bir asi olduğu için değil. Bu yüzden:

Niçin emre karşı geldin? Niçin günah işledin? demiyor da:

Niçin kendini ve bizi cennetten çıkardın? diyor. İnsanlara, insanların fiillerinin veya başka şeylerin etkisiyle başlarına gelen musibetler karşısında kadere teslim olmaları ve rububiyete tanıklık etmeleri emredilmiştir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğru yola götürür.” (Teğabun, 11)

İbni Mesud veya bir başkası şöyle demiştir:

“Bu ayette kastedilen, başına bir musibet geldiğinde, bunun Allah’tan olduğunu bilerek rıza gösterip teslim olan kimsedir.”

Sahih bir rivayette peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtiliyor:

“Sana faydalı olan şeye karşı hırslı ol; Allah’tan yardım iste ve sakın acizlik gösterme. Eğer başına bir şey gelirse; keşke şöyle şöyle... yapsaydım deme. Aksine: ‘Bu Allah’ın kaderidir. Allah dilediğini yapar.’ de Çünkü ‘Keşke...’ şeytanın amelinin anahtarıdır.” (Müslim, Kader, 34; İbnu Mace, Mukaddime, 10)

Bu hadiste peygamberimiz (s.a.v.) bir insana, kendisine faydalı olan şeylerde hırslı olmasını emrediyor. Bundan maksat da Allah ve Resulü’ne itaattir. Çünkü kullar için Allah ve Resulü’ne itaat etmekten daha faydalı bir şey yoktur. Bunun yanında peygamberimiz (s.a.v.), kişiye, takdir edilen bir musibet isabet ettiğinde ise, kadere bakıp, boş yere iç geçirmemesini, hayıflanmamasını, bilakis:

Bu Allah’ın kaderidir, Allah dilediğini yapar, demesini ve:

“keşke şöyle şöyle... yapsaydım.” dememesini emrediyor. Aksi taktirde, olmayanı takdir etmiş ve olmasını temenni etmiş olur. Bu ise, faydasız bir hasret ve üzüntü kaynağı olmaktan başka bir işe yaramaz. Böyle durumlarda insana fayda veren, kadere teslim olmaktır.

Nitekim bilge bir kişi şöyle demiştir:

İşler iki türlüdür.

- Birinin çaresi var, bu gibi işlerde acizlik gösterme.

- Birinin çaresi yok; bu gibi işlerde de feryadı basıp yaygara koparma...

Şeyhlerden ve başka gruplardan hidayet imamları sürekli olarak, insana, emredileni yapmasını, yasaklananı da terk etmesini, bir insanın fiilinden kaynaklanıyor olsa da, takdir edilene karşı sabır göstermesini tavsiye etmişlerdir.

Diyelim ki, bir adam ölünceye kadar varını yoğunu günah işlerde harcadı ve çocuklarına miras olarak bir şey bırakmadı. Ya da insanlara o kadar zulmetti ki, bu zulmünden dolayı insanlar onun çocuklarından nefret ettiler ve başkalarına verdikleri hakları, onun çocuklarından esirgediler...

İşte bu, babalarının yaptığından dolayı çocukların başına gelen bir musibettir. Bu çocuklar babalarına:

Bunu bize yapan sensin, deseler. Onlara denir ki:

“Bu sizin için takdir edilen bir şeydir. Başınıza gelenden dolayı sabretmekle yükümlüsünüz.”

Baba ise, işlediği zulüm ve israf yüzünden Allah’a karşı günah işlemiş, bundan dolayı kınanmayı hakkeder. Önceden takdir edilmiş olması, Allah’ın cezasını ve yergisini onun üzerinden kaldırmaz. Eğer baba, bir daha geri dönmemecesine tevbe ederse, Allah da onun tevbesini kabul eder ve onu bağışlar. Artık hiçbir durumda onu kınamak caiz olmaz. Ne Allah’ın hakkı açısından –çünkü Allah onu bağışlamıştır- ne de yaptığından dolayı başkasının başına gelen musibet açısından. Çünkü onlara zulmeden o değildir, onların başına gelen takdir edilendir.

İşte Adem’in kıssasının misali budur. Adem çocuklarına zulmetmedi. Bilakis çocukları, onun cennetten inişinden sonra doğdular. Cennetten inenler Adem ve Havva idi. Beraberlerinde de çocuk yoktu. Dolayısıyla, onların günahları çocuklarına geçmiştir, denemez. Adem ile Havva’nın cennetten yeryüzüne inmelerinden sonra çocukları olmaya başladı. Bu nedenle Adem çocuklarına bir zulüm işlemediği için, çocuklarına onu kınama hakkı doğmaz. Çocukların cennette değil, dünyada doğmuş olmaları, onlar için önceden takdir edilmiş bir durumdur. Bu yüzden, dünyada doğmuş olmaları, onlara Adem’i kınama hakkını vermez. Ayrıca Adem, işlediği günahtan da tevbe etmiştir.

Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor:

“Adem Rabbine asi olup yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” (Taha, 121-122)

“Adem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti.” (Bakara, 37)

Böyle olunca, artık Adem’i yermenin ve cezalandırmamın gerekçesi ortadan kalkmış oluyor.

Musa, onu Allah’a karşı işlediği, ama derhal tevbe ettiği bir günahtan dolayı kınayamayacağını en iyi bilenlerden biriydi. Nitekim Musa da işlediği bir günahtan tevbe etmişti. O şöyle demişti:

“Sen bizim velimizsin. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın.” (Araf, 155)

Adem ise, günah işleyen birinin, kader gerekçe gösterilerek kınanamayacağının ileri sürülemeyeceğini en iyi bilenlerdendir. Nasıl olmasın ki? O, Allah’ın, işlediği bir günahtan dolayı İblis’i lanetlediğini ve bunun da onun için takdir edildiğini biliyordu. Adem, işlediği günahtan tevbe etmiş ve mağfiret dilemişti. Eğer kaderi gerekçe göstermek Allah katında ona bir fayda sağlayacak olsaydı, kaderi delil gösterir, tevbe etmez, bağışlanma dilemezdi.

İsrailiyat menşeli bazı rivayetlerde, Adem’in kaderi delil gösterdiğinden bahsediliyor. Böyle bir şeyin aktarıldığı muhtemel olsa da tasdik edilmemesi gerekir. Bir de bunlar İslâmın temel prensiplerine aykırı olsalar, şeriatın ve aklın temel kabulleriyle çelişseler kesinlikle tasdik edilemezler. Eğer tevbe esnasında kader de zikredilirse, böyle bir şey mümkün olabilir; fakat Allah’ın Adem’le ilgili olarak aktardığı haberlerde buna dair bir işaret yoktur. Dinde İsrailiyatı kanıt göstermek caiz değildir. Ancak Allah’ın kitabında ve peygamberin sünnetinde bulunan gerçeklerle örtüşmesi başka. Çünkü peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ehl-i kitaptan olanlar size bir şey anlatsalar, onları ne doğrulayın, ne de yalanlayın.” (Ahmed, 4/136, İbni Hibban, Mevarudu’z Zeman, 110, Suyuti, ed-Durru’l-Mensur 5/147)

Ayrıca eğer Adem’in kaderi delil göstermesi işe yarasaydı, neden cennetten çıkarılıp dünyaya indirildi?

Biri dese ki:

Adem tevbe etti. Buna rağmen tevbeden sonra niçin yeryüzüne indirildi?

Buna cevap olarak denilir ki:

Tevbe, salih amelle desteklendiği zaman tamamlanmış olur. Adem, tevbe ettikten sonra, bir denemeye tabi tutuldu; itaat etmeye devam ettiği görülsün diye.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Ancak bunun ardından tevbe edip durumlarını düzeltenler müstesnadır. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Al-i İmran, 89)

Bu ayet, irtidat etme günahından tevbe edenlerle ilgilidir. Bildiklerini gizleyenler hakkında da şöyle buyuruyor:

“Tevbe edip durumlarını düzeltenler ve bildiklerini açıklayanlar müstesnadır. İşte bunların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri çok kabul eden, çokça esirgeyenim.” (Bakara, 160)

“Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’am, 54)

İftira atmakla ilgili olarak da şöyle buyuruyor:

“Ancak bundan sonra tevbe edip durumlarını düzeltenler müstesnadır. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur, 5)

“Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan, 70-71)

“Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.” (Taha, 82)

Ka’b b. Malik ve iki arkadaşı (Tebuk seferine mazeretsiz katılmamışlardı), tevbe ettikleri zaman, Resulullah (s.a.v.) eşleri dahil müslümanlara onlarla tüm ilişkilerini kesmelerini ve seksen gün boyunca onları dışlamalarını emretmişti. Yine Gamidiye adlı kadını zina ettiği için recmettikten sonra şöyle buyurmuştu:

“Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, şayet ömrünü zulmetmekle geçiren biri bu şekilde tevbe etseydi, mutlaka bağışlanırdı. Nefsini Allah için arındırmak istemesinden daha büyük ne olabilir ki!” (Müslim, el-Hudud, 23; Ebu Davud, Hudud, 24; Darimi, Hudud, 17; Ahmed, 5/348)

Yüce Allah, İsrailoğullarının tevbelerinden şöyle söz ediyor:

“Musa onlara demişti ki: “Ey kavmim! Siz buzağıyı tanrı edinmekle kendinize zulmettiniz. Artık yaratıcınıza tevbe edin ve nefsinizi öldürün. Bu yaratıcınız katında sizin için daha iyidir.” (Bakara, 54)

Yüce Allah kulunu iyiliklerle ve kötülüklerle, bolluk ve sıkıntıyla sınadığına ve bunun sonucunda kulun şükretmesi ve sabrı ya da nankörlük edip yaygara koparması yahut itaat etmesi veya isyan etmesi ortaya çıktığına göre, tevbe edenin de tevbe etmesinden sonra sınanması bir gerekliliktir.

Dolayısıyla Adem, yeryüzüne sınanması için indirildi. Allah, onu indirdikten sonra, kendisine itaat etmeye muvaffak kıldı. Dolayısıyla yeryüzüne indirildikten sonraki hali, indirilmesinden önceki halinden daha iyidir. Ama kaderi gerekçe gösterip de bunun kendisine bir yarar sağlaması durumunda daha farklı bir sonuç ortaya çıkacaktı. O zaman kesinlikle kınanmayacaktı ve elbette kişinin sınanmasını gerektiren bir imtihana da gerek olmayacaktı.

Ayrıca yüce Allah kitabında kâfirlerin cezaya çarptırıldıklarını da haber veriyor. Nuh, Hud ve Salih kavimleri, Lut kavmi, Medyen halkı, Firavun ve kavmi gibi.

Bu olayların her biri gösteriyor ki, kaderde yazılı olması, hiç kimse için mazeret değildir.

Öte yandan yüce Allah, müslümanlarla savaşan kâfirler ve kıble ehli olanlar için de bir takım cezalar, hüküm olarak koymuştur. Mürtedin öldürülmesi, zina edenin, hırsızın ve içki içenin cezasını da belirlemiştir. Bunun gibi çeşitli suçlar için bir takım cezalar öngörmüştür.