Kulun günahından başka bir şeyden korkmaması sözünün izahı

Kulun ancak günahından korkmasına gelince, bunun, bir insanın başına gelen musibetin günahından dolayı geldiği bilindiği zaman, anlaşılması daha kolay olur. Bu ise, iç ve dış alemdeki ayetler aracılığıyla bilinir. Ayrıca ve esas olarak Allah’ın kitabında yaptığı açıklamalar bu hususu en net şekliyle ortaya koymaktadır. Nitekim başka yerlerde bu hususu bütün detaylarıyla ortaya koyduk. İşin sırrını açıkladık ki, konumuzun akışı içinde ayrıca bunları da açıklamamıza gerek yoktur.

Ebu Zer’in peygamber efendimizden (s.a.v.) aktardığı kutsi bir hadiste bu gerçek şu şekilde ortaya konuyor:

“Ey Kullarım! Bunlar sizin amellerinizdir. Onları size sayarım ve karşılıklarını eksiksiz olarak size veririm. Hayır bulan, Allah’a hamdetsin. Bundan başka bir şeyle karşılaşan da kendinden başkasını kınamasın.” (Müslim, el-Birr ve es-Salah, 55)

Bu kutsi hadiste açıklanıyor ki, kul, karşılaştığı her hayırdan dolayı Allah’a hamd etmelidir. Çünkü bu hayrı kendisine bahşeden yüce Allah’tır. Eğer bir kötülükle de karşılaşırsa, sadece kendisini kınasın.

Yine sahih bir hadiste resulullah efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Mağfiret dilemenin efendisi kulun şöyle demesidir: Allahım! Sen benim rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Elimden geldiğince sana verdiğim söze ve ahde bağlıyım. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana bahşettiğin nimetlerini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla. Çünkü senden başka günahları bağışlayacak kimse yoktur.” (Buhari, Da’avat, 15; Ebu Davud, Adab, 101; Ahmed, 4/122-125)

“Bana bahşettiğin nimetleri itiraf ediyorum” sözüyle kul, nimetleri itiraf edip ikrar ediyor. “Günahlarımı itiraf ediyorum” sözüyle de günahları ikrar ediyor. Bu yüzden selef ulemasından biri şöyle demiştir:

“Ben nimetle günah arasında bir halde sabahlarım”. Bu sözüyle nimetten dolayı şükretmeyi ve günahlardan dolayı da mağfiret dilemeyi kast etmiştir. Ancak şükür nimetten sonra olur, tevekkül ve ümit ise nimetten önce. Hz. İbrahim’in (a.s.) ayette yer alan şu sözünden anlaşılacağı gibi:

“O halde rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin.” (Ankebut, 17)

Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hutbesinde şöyle buyurur:

“Allah’a hamdolsun. O’ndan yardım diler, O’ndan mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız.” (Ebu Davud, Salat, 223; Nesai, Cumua, 24; Tirmizi, Nikah, 17; İbnu Mace, Nikah, 19; Darimi, Nikah, 20; Ahmed, 1/392-432)

Burada resulullah (s.a.v.) Allah’a hamdetmeyi, O’ndan yardım dilemeyi ve O’ndan mağfiret dilemeyi birarada zikrediyor. Bundan da anlaşılıyor ki, sebeplere bağımsız etkenler olarak sarılmak şirktir. Şirk ise zulüm ve cehalettir. İşte Allah’tan başkasına dua eden, O’ndan başkasına güvenip dayanan kimsenin hali budur.

Şayet gerçekten sebep iseler, sebepleri bütünüyle silmek, akıl açısından bir eksikliktir, sözüne gelince, bu söz doğrudur ve şeriat açısından da yergiyi hakkeden bir yaklaşımdır.

Nitekim kelâm ehlinin büyük bir kısmı sebepleri bütünüyle inkâr etmiş ve bunların varlıklarıyla yoklukları arasında bir fark öngörmemişlerdir.

Öte yandan natüralistler de bunları kendi başlarına sonuçları gerektiren illetler olarak görmüşlerdir.

Mutezililer ise, bu bağlamda canlıların fiilleriyle diğer varlıkların fiillerini birbirinden ayrı olarak değerlendirmişlerdir. Bu üç yaklaşım da batıldır.

Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar, ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.” (Araf, 57)

“Gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda.” (Bakara, 164)

“Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür.” (Maide, 16)

“Allah onunla birçok kimseyi saptırır; birçoklarını da doğru yola iletir.” (Bakara, 26)

Buna benzer daha birçok ayeti örnek gösterebiliriz. Bir kimse yüce Allah’ın bütün bu hadiseleri sözünü ettiği sebepleri yanında yapar, onlarla yapmaz, dese, duygu ve akıl bunların sebep olduklarına tanıklık ettiği halde, Kur’an’ın lafzına muhalefet etmiş olur. Alın ile göz arasındaki fark, birinde olup da diğerinde olmayan görme yeteneğiyle bilinir. Ekmek ile çakıl arasındaki fark da biriyle beslenilirken, diğeriyle böyle bir sonucun alınmamasıyla bilinir.

Bütün arazlar tamamen sebeplerden kaynaklanırlar, sözü de şeran yergiyi hakkeden bir yaklaşımdır. Daha doğrusu aklen de yerilmeyi gerektirmektedir. Çünkü kulların fiilleri, kendileriyle ilintili olan şeyler üzerindeki etkenlerin en güçlüleri konumundadırlar. Dolayısıyla iman edip salih ameller işleyenleri yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi gören veya muttakileri günahkârlarla bir tutan kimse, insanların en cahili ve küfürde en şiddetli olanıdır.

Tam tersine yüce Allah’ın emrettiği ibadetler, dualar, ilimler ve ameller, kendileriyle bağlantılı ibadetler açısından en güçlü sebepler konumundadırlar. Aynı şekilde yüce Allah’ın yasakladığı küfür, fısk ve günah gibi şeyler de kendileriyle ilintili bedbahtlığın en büyük etkenleri, sebepleri sayılırlar.

Bununla beraber yaratılmışların en hayırlısı (s.a.v.) şöyle de buyurmuştur:

“Sizden hiç kimse ameliyle cennete girmez. Orada bulunanlar: Sen de mi ya Resulallah? dediklerinde, ben de, buyurdu, Allah’ın beni katından bir rahmetin ve lütfun kapsamına alması başka.” (Buhari, er-Rikak, 18; Müslim, Münafikun, 71; İbnu Mace, Zühd, 20; Darimi, Rikak, 24; Ahmed, 2/235-256)

Bir gün resulullah (s.a.v.) ashabına:

“Sizden hiç kimse yoktur ki, cennetteki ve cehennemdeki oturacağı yer bilinmesin, dediğinde, şöyle dediler: Ya resulallah! O halde bu yazılanlara dayanarak amel etmeyi bıraksak mı? Buyurdu ki: Hayır! Hayır, amel edin, çünkü kim ne için yaratılmışsa ona uygun ameller ona kolaylaştırılır. Mutluluk ehli olana mutluluk ehlinin amelleri kolaylaştırılır. Bedbahtlık ehli olana da bedbahtlık ehlinin amelleri kolaylaştırılır.” (Buhari, el-Cenaiz, 86; Müslim, Kader, 6)