Bütün hayır ve nimetler Allah'tandır

Bunun izahı şöyledir:

Kulun nail olduğu bütün hayır ve nimetler Allah’tandır. Kuldan uzaklaştırılan ve ondan giderilen bütün kötülük ve musibetleri engelleyen, ondan uzaklaştıran da Allah’tır.

Şayet bunların sebepleri Allah’ın yarattığı bir varlık aracılığıyla gerçekleşecek olursa, Allah bütün sebeplerin de yaratıcısıdır.

Bu sebepler kendi isteği ve niyetiyle hareket eden canlı bir varlığın hareketleri olabilirler. Yüce Allah’ın meleklerin, cinlerin, insanların ve hayvanların hareketleriyle bir takım sebepleri meydana getirmesi gibi.

Veya yüce Allah’ın öz doğasına yerleştirdiği bir özellik doğrultusunda hareket eden cansız bir varlığın sebebiyle meydana gelebilirler.

Yahut zorlayıcı bir varlığın zorlamasıyla da olabilirler. Rüzgarın, suyun ve benzeri bir varlığın hareketi gibi.

Allah bunların tümünün yaratıcısıdır. Çünkü Allah’tan başka değiştiren kudret sahibi kimse yoktur. O’nun dilediği olur, dilemediği de olmaz.

Dolayısıyla her türlü ümit sadece Allah’a bağlanmalıdır. Sadece O’na tevekkül edilmeli ve sadece O’na dua edilmelidir. Çünkü Allah ümit bağlanılan şeyin olmasını ve kolaylaşmasını dilerse, olur ve kolaylaşır. Eğer olmasını ve kolaylaşmasını dilemezse, bütün insanlar olmasını isteseler de olmaz, kolaylaşmaz.

Böyle bir tutum, herhangi bir sebebin bağımsız olarak istenilen şeyle ilgili olması halinde zorunludur. Eğer bu sebep bağımsız olarak istenilen şeyle ilgiliyse- ki mutlaka Allah’ın dilemesiyle ve kolaylaştırmasıyla etki gösterir- sadece Allah’a ümit bağlanması gene de zorunlu olur. Gene de O’ndan başkasına güvenilip dayanılmaz, O’ndan başkasından istekte bulunulmaz ve O’ndan başkasından yardım dilenmez, O’ndan başkasının yardımına bel bağlanmaz. Hamd O’nadır, şikayetler sadece O’na iletilir, yardım ancak O’ndan beklenir. Değiştirme gücü sadece O’nundur. Kaldı ki, hiçbir sebep de herhangi bir şey üzerinde bağımsız bir etkiye sahip değildir. Bilakis her sebebin de bir başka sebebe eklemlenmesi gerekir. Ayrıca maksadın hasıl olması için sebeplerin oluşmasının yanında engellerin ve karşıtların da bertaraf edilmesi gerekir.

Çünkü her sebebin ortağı ve karşıtı vardır. Eğer bir sebebe ortağı yardımcı olmaz ve karşıtı da bertaraf edilmezse, sebepliğini icra edemez, sonucunun hasıl olmasını sağlayamaz.

Örneğin, tek başına yağmur bitkilerin yeşermesine yeterli değildir. Buna havanın, toprağın vs. de eklenmesi gerekir. Sonra tarlanın sürülmesi de zorunludur. Yine de bitki yeşermez; ta ki zararlı şeyler, bozucu afetler bertaraf edilinceye kadar.

Yiyecek ve içeceğin besleyici olabilmeleri için de bedende bununla ilgili organların ve güçlerin olması lazımdır. Eğer bozucu unsurlar ortadan kaldırılmazsa, bunların toplamı işe yaramaz.

Bir mahlûk sana bir şey veriyor veya sana yardım ediyorsa-ki onda iradeyi, gücü ve fiili yaratan Allah’tır- onun fiili, gücünün haricinde olan bir takım sebeplerin istenilen şeyle ilgili olarak ona yardımcı olmasıyla tamamlanır; bu kimse itaat edilen bir kral olsa da.

Ayrıca yardımcı olan sebeplere karşıt olan, onun etkisini engelleyen unsurların ortadan kaldırılması da bir zorunluluktur. Bir isteğin yerine gelmesi için gerektiricilerin varlığın, engellerin de olmamasına ihtiyaç vardır. Yardımcı olan her sebep bu gerektiricinin bir parçasıdır. Varlık aleminde de tek başına gerektirici olan hiçbir şey yoktur. Buna, gerektirici ve yardımcı olan diğer unsurlara da şartlar adı veriliyor olsa da. Bunlar bir takım lafzi sınırlandırmalardan öte bir şey değildir. Bu lafzi tasnifi esas alarak söylesek dahi, o zaman da şöyle dememiz gerekir:

Bir şeyin olması için gerektiricinin ve şartların oluşması, engellerin de olumsuzlanması zorunludur.

Fakat mahlûkat içinde malulunun oluşmasını sağlayan tek ve yeterli bir illetin olması iddiası batıldır.

Bu gerçeği hakkıyla bilen kimseye, Allah’ın birliği (tevhid) kapısı sonuna kadar açılır.

O’ndan başkasına ibadet etmek şöyle dursun, O’ndan başkasına dua etmenin dahi doğru olmayacağını bilir. O’ndan başkasına tevekkül etmez, O’ndan başkasına umut bağlamaz. Bu, şeran ve aklen kesin olarak kanıtlanmış bir gerçektir.

Bu hususta yüceler aleminin sebepleri ile süfli alemin sebepleri, meleklerin, peygamberlerin ve mü’minlerin fiilleri ile şefaatleri ve bunun dışındaki sebepler arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü şefaat veya dua hususunda bir meleğe veya peygambere yahut salih bir insana güvenip dayanırsa, ona şöyle denir:

Bu güvenip dayandığın da sebeplerden biridir. Dolayısıyla bu şefaatçi ve duacı bu işi ancak Allah’ın dilemesi ve kudretiyle yapabilir. Daha doğrusu Allah’a itaat edenlerin şefaati ancak Allah’ın razı olduğu kimseler için gerçekleşebilir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın rızasına ulaşmış kimselerden başkasına şefaat etmezler.” (Enbiya, 28)

Allah katında hiç kimse Allah’ın kader nitelikli kevni izni olmadan şefaat edemez. Çünkü bir kimsenin şefaati kulların fiilleri kapsamına girdiği için ancak Allah’ın dilemesi ve kudretiyle olabilir. İnsanlar arasındaki şefaatleşmelere benzemez. İnsanlar arasındaki şefaatleşmelerde şefaatçi olan kimse, katında şefaatte bulunduğu kimsenin gücünü ve kudretini değişikliğe uğratır. Oysa yüce Allah diğer bütün değişimler gibi şefaat edenin şefaatinin de yaratıcısıdır. Allah’tan başka değiştirici güç ve kudret yoktur.

Bilindiği gibi “havl” kelimesi, bir hareket veya irade ya da başka bir etkenle bir şeyi halden hale çevirme anlamını içerir. Bu bakımdan şefaat eden kimsenin ne şefaat üzerinde ne de başka bir hususta değiştirme, etkileme, halden hale sokma gücü yoktur. Ancak Allah’ın kudreti başka.

Ayrıca Allah’a itaat eden kimselerin şefaatleri de ancak Allah’ın rızasına ulaşmış kimseler için geçerlidir. Onlar Allah’ın kendisinden istenilmesini istediği, sevdiği bir şeyden başkasını istemezler.

Nitekim yüce Allah katındaki melekler hakkında şöyle buyurmuştur:

“Rahman olan Allah evlat edindi, dediler. Haşa! O, bundan münezzehtir. Bilakis, lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır. O’ndan önce konuşmazlar; onlar, sadece O’nun emri ile hareket ederler. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler.” (Enbiya, 26-28)

Meleklerden sadır olan şey ya sözdür, ya da fiildir. Söz söyleyecekleri zaman, kesinlikle Allah’tan önce konuşmazlar, daha doğrusu O söylemeden söylemezler. O’nun razı olduğu kimselerden başkasına da şefaat etmezler.

Bize düşen de Allah’a ve peygamberlerine karşı meleklerin bu tavrını takınmaktır.

Allah ve resulü demeden dinde herhangi bir şey dememeliyiz.

Allah ve Resulü’nün önüne geçmemeliyiz.

Allah’a, ancak O’nun emrettiği şekilde ibadet etmeliyiz.

Bundan daha da güzel ve üstün olanı, sadece O’nun emrettiklerini yapmamızdır.

Bizim yaptığımız şeyler, vacip veya müstahap olmaktan başka bir nitelikte olmamalıdır.

Bu niteliklere sahip olan sebepler açısından durum böyleyken, insanların tevekkül ettikleri veya ümit bağladıkları yıldızlar ve benzeri cansız varlıklar açısından durum daha da olumsuzdur.

Zaten krallar, başkanlar, arkadaşlar, dostlar, köleler ve insanın tabileri gibi beşeri sebeplere bel bağlamak daha da olumsuz ve anlaşılmaz bir tavır olarak belirginleşmektedir.

Bir grup alimin de söylediği şu gerçeği bilmek gerekir:

Sebeplere bel bağlamak, onları başlı başına bağımsız etkenler olarak görmek tevhid inancı açısından şirktir.

Ama bir sebep de gerçekten sebepse, onu tamamen görmezlikten gelmek akıl noksanlığının belirtisidir.

Sebeplere bütünüyle sırtını dönmek şeriat açısından yersiz, olumsuz bir davranıştır.

Tevekkül ve ümit, tevhidin gereği ile aklın ve şeriatın gereklerinin birlikte gözetilmesinden ibaret kavramlardır.

Bunun açıklaması şöyledir:

Bir sebebe bağlanmak kalbin ona güvenmesi, ondan umması ve ona dayanması demektir. Mahlukat içinde bunu hakkeden hiçbir sebep yoktur. Çünkü hiçbir varlık sebep olarak bağımsız değildir, nedensellik bakımından ortaklarının ve karşıtlarının olması kaçınılmazdır.

Bütün bunların yanında eğer sebeblerin müsebbibi bu sebebi musahhar kılmazsa, kendiliğinden musahhar olmaz.

Allah’ın her şeyin rabbi, maliki olması, göklerin yerin ve ikisinin arasındaki varlıkların, feleklerin ve içerdikleri şeylerin yaratıcısının ve müdebbirinin olması bütün bunları açıklamaktadır. Şöyle ki:

Bir felekten veya yıldızdan ya da melekten yahut başka bir varlıktan sadır olan hiçbir şeyin herhangi bir hadiseyi meydana getirmek bakımından bağımsız bir etkiye sahip olmadığını görürsün. Bilakis bu etkiyi gösterebilmesi için ortaklarının ve yardımcılarının olması gerekir. Bunun da ötesinde karşı çıkanları ve muhalifleri de vardır.