Kadericilerin Sınıfları

Şeyhu’l İslâm dedi ki:

Birkaç yerde Kaderiye’nin üçe ayrıldığını söylemiştim:

1 - Müşrik Kaderiye

2 - Mecusi Kaderiye

3 - İblisî Kaderiye

Müşrik kaderiye

Bunlar ilâhî kaza ve kaderi kabul ederler. Bu kabulün emir ve yasaklara tekabül ettiğini, emir ve yasaklara uygun olduğunu ileri sürerler.

Yüce Allah bunların şöyle dediklerini bize haber veriyor:

“Allah dileseydi, ne biz ne de babalarımız O’na ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık...” (En’am, 148)

“Ortak koşanlar dediler ki: Allah dileseydi O’ndan başka bir şeye tapmazdık.” (Nahl, 35)

“Dediler ki: Rahman dileseydi onlara ibadet etmezdik.” (Zuhruf, 20)

Müşrik Kaderiyenin bu anlayışı sonunda ilâhî şeriatın ve yasakların geçersiz kılınmasına,tatil edilmesine gelip dayanır.

Bununla beraber,Allah'ın bütün mahlukat üzerindeki rububiyetini kabul ederler.Hiçbir canlı yoktur ki Allah,onun perçeminden tutmuş olmasın,kontrolü altına almış olmasın,derler.

Birçok sufi grubu ve dervişler taifesi ya inanç veya tavır bazında bu musibete duçar olmuştur. Hatta bunların içinde bazı gruplar bütün haramları mübah, farzları geçersiz ve cezaların etkisiz olduğu sonucuna kadar vardırırlar işi. Bunu açık ve sistematik olarak ifade etmeseler de, heva ve heveslerine uygun düştüğü anda bu davranışı sergilemekten geri durmazlar. Müşrik Araplarda olduğu gibi.

Bunlardan birinin arzusuna aykırı bir durum ortaya çıkarsa, bunu savmak için bütün sınırlara tecavüz eder, bir noktada durmak nedir bilmez. Yine müşrik Arapların yaptığı gibi.

Çünkü bu anlayış, zatların buluşması anında beşeri iradelerle çelişir. Bir insan bir şey isterken, bir başkası başka bir şey ister. Üstelik her iki istek de takdir edilmiştir. Bu iki iradeden biri tercih edilecek ya da başka bir şey tercih edilecek yahut bir şekilde her ikisi de tercih edilecek. Aksi takdirde fesat zorunlu bir olgu olarak baş gösterecek.

Bu anlayışın sahipleri işi o kadar ileriye götürdüler ki, sonunda varlıkların Allah’ın aynısı olduğunu söylediler. Nitekim birçok yerde bu sapıklığa işaret etmiştik. Gerek kendilerinden ve gerekse başkalarından sadır olan kötülükler söz konusu olduğunda, bunun kaderi iradeye uygun olduğu tezini savundular.

Sözgelimi Hariri şöyle der:

“Ben, kendisine karşı gelinebilen, emirlerine aykırı olarak günah işlenebilen bir rabbi inkâr ediyorum.”

Yine onun arkadaşlarından biri, gümrük vergisi toplayan memur tarafından çağırıldığında ona:

Bu adam gümrükçüdür, derler. Der ki:

Bu adam emre aykırı hareket etmişse de iradeye itaat etmiştir...

İbni İsrail de şöyle demiştir:

Onun benden istediklerini yapmaktan başka bir işim yok

Bu yüzden her yaptığım ibadettir

Buna, rabbani hakikat olması savıyla gerçeklik adını verirler. Ya da mevcut ve olan gerçeklik derler. Yahut Cebri hakikat olarak isimlendirirler. Dolayısıyla bunlarda Hıristiyanlığı çağrıştıran nitelikler vardır. Hıristiyanlarda da şirkten kırıntılar olduğundan, kendileri otomatikmen şirkin izlerini taşımış ve müşrikleri izlemiş olurlar. Şeriata muhalefet ederken kaderi gerekçe olarak göstermeleri müşriklerle aynı paralele düşmelerine neden olmuştur. Müşrikler, bütün oluşları takdir eden Allah’tan başkasına taptıkları gibi, bunlarda da bu yaklaşımın belirtilerini gözlemlemek mümkündür.

Bunların zındıkları, ki aynı zamanda bu anlayışın başını çekiyorlar, kendilerini rahat hissettikleri zaman diyorlar ki:

Biz Allah’tan başkasına ibadet etmiyoruz ki! Çünkü Allah’tan başka bir varlık yoktur. Bunların lideri olan biri şöyle diyor:

“Hıristiyanların kâfir olmalarının nedeni, bütün varlığa tapmak yerine, varlık içinde sadece bir varlığa (İsa’ya) tapmalarıdır.”

Bu anlayışla, bütün varlığa tapmayı meşru göstermeye çalışıyorlar. Müşriklerin putlara ve taşlara tapmalarını onaylıyorlar. Ama bir yönden de müşrikleri kusurlu buluyorlar. İbadeti sırf bazı görüntülere ve objelere tahsis ediyorlar, diye. Bilindiği gibi, bütün müşrikleri dikkate aldığımızda, onların istediği durum, yani bütün varlığa tapma olgusu hasıl oluyor.

Çünkü müşriklerin türlü ilahları var. Şirk noktasında birleşseler de, her biri bir başka ilaha tapar. Biri güneşe tapar, biri aya, bir Lat’a, biri Uzza’ya, bir başkası üçüncüsü olan Menat’a. Her biri hevasını ilah edinerek hoşuna giden bir şeye ibadet eder. Aynı durum, insan kabirlerine tapma şeklinde tezahür eden anlayış için de geçerlidir. Her grup kendince iyi bulduğu bir şeyi temsil eden bir nesneye bağlanır. Kadericiyelerin Sınıfları