GÜÇ VE KUDRETTEN ANCAK O'NA TEBERRİ EDERİM SÖZÜ

Soru:

Hatip b. Nebae’nin:

“Güç ve kudretten ancak O’na teberri ederim” söylediği, bazılarının da, bu söze karşı çıktıkları ve:

Böyle söylemek doğru değildir. Ancak istisnanın hafzedilmesiyle bu söz doğru olabilir. Yani:

“güç ve kudretten O’na teberri ederim,” demek gerekir, demişlerdir.

Hatib’in sözüne arka çıkanlar:

“Ben sizin taptıklarınızdan beriyim. Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.” (Zuhruf, 26-27) ayetini kanıt göstermektedirler.

Bu sözü reddedenler doğruyu bulmuşlar mıdır, bulmamışlar mıdır?.

Cevap:

Hatib’in sözleri, kast ettiği anlamıyla doğrudur. Buna karşı çıkanların, istisnanın hazf edilmesiyle ilgili olarak söyledikleri de bir başka açıdan doğruyu ifade etmektedir. Çünkü bir kimse:

“Güç ve kudretten O’na teberri ettim,” dediği zaman, bunun anlamı şudur: Kendi gücüm ve kudretimden teberri edip O’na yöneldim...

Yani, kendimde güç ve kudret bulunduğu iddiasından vazgeçtim. Tıpkı:

Borçtan falana teberri ettim... demek gibi. Bu örneği Sa’leb el-Fasih adlı eserde zikretmiştir. Yani, şundan, O’na teberri ettim, uzaklaştım...

Şu ayetler de buna örnek oluşturmaktadır:

“O gün Allah onları çağırarak: Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir. Aleyhlerine söz gerçekleşmiş olanlar: Rabbimiz! Şunlar azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak onları da öylece azdırdık. Beri olduğumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bize tapmıyorlardı, derler.” (Kasas, 62-63)

Buna peygamber efendimizin (s.a.v.) şu sözünü de örnek gösterebiliriz:

“Allahım! Halid’in yaptıklarından beri olduğumu sana bildiriyorum.” (Buhari, Ahkam, 35; Nesai, Kudat, 17; Ahmed 2/151)

Ensar’dan bir müslümanın uhud savaşının olduğu gün söylediği şu söz de buna örnektir:

“Allahım! Şunların, -müşriklerin- yaptıkların-dan beri olduğumu sana bildiriyorum...”

Bu tarz bir ifade borcun olumsuzlanmasını da içerir. Anlamı da:

Borcu ona ulaştırdım. Bazılarına göre, borçtan dolayı ona mazeret bildirdim. Veya ona havale ettim. Berae, teberri etme kelimesi, ilka etme, havale etme anlamını da içerir. Tıpkı:

“Ona söz ilka etti, denilmesi gibi. ”

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Onlar da bunlara: Siz mutlaka yalancılarsınız, diye söz atarlar. O gün Allah’a teslim bayrağını çekerler.” (Nahl, 86-87)

Şu halde, teberri etme, muhataba atılan bir sözdür. Bu anlamı esas aldığımızda, örnek ifadedeki car mecrur, beraeh kelimesiyle ilintili olurlar.

Hatip bu anlamı kast etmemiştir. Bilakis, o, sırtını Allah’tan başkasına dayamaktan, işlerinin idaresini Allah’tan başkasına havale etmekten, işleriyle ilgili olarak Allah’tan başkasına yönelmeken, işleriyle ilgili olarak Allah’tan başkasını amaçlamaktan beri olduğunu kast etmiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Berra b. Azibe şunları söylemiştir:

“Yatağına uzanacağın zaman, namaz kılmak için aldığın abdestin aynısını al, sonra şunları söyle: Allahım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşlerimin idaresini sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Arzum da korkum da sana yöneliktir. Senden kurtulmanın, senden başka sığınağı yoktur.” (Buhari, Da’avat, 6-7-8; Müslim, Zikir, 56-57; Ebu Davud, Edeb, 98; Tirmizi, Dua, 16; Ahmed, 4/285)

Dolayısıyla, Hatib’in:

Güç ve kudretten ancak O’na teberri ederim, sözünün anlamı şudur:

O’ndan başkası için, sığınılacak bir güç ve kudret ispat etmekten teberri ediyorum, böyle bir iddiadan beriyim. Diğer bir ifadeyle, yalnız O’na tevekkül ediyorum ve yalnız O’na dayanıyorum.

Bir üçüncü anlam daha söz konusudur. O da şöyle demektir:

Ancak O’nunla güç ve kudretten teberri ediyorum. Yani, teberri edip, O’ndan başkasıyla güç ve kudret olabileceğine inanmaktan, böyle bir iddiada bulunmaktan uzak olduğumu bildiriyorum. Çünkü güç ve kuvvet ancak O’nunla olabilir...

Bu, özü itibariyle doğru bir anlamdır. Fakat Hatib ortanca anlamı kast etmiştir. Çünkü sözleri buna delalet etmektedir. Çünkü güç ve kudreti olana sığınılır, dayanılır. Bu da gösteriyor ki, güç ve kuvvet kavramları sığınma anlamını da içeriyor. Dolayısıyla sözlerinin takdiri açılımı şöyle oluyor:

O’ndan başkasına sığınmaktan teberri ediyorum, uzak olduğumu bildiriyorum. Bu takdirde car ve mecrur, güç ve kuvvet kelimelerinin delalet ettiği sığınma anlamıyla ilintili olur, teberri ediyorum, ifadesinin anlamıyla değil. Fakat Hatib’in sözüne karşı çıkanlar, car ve mecrur’un, teberri ediyorum, sözüyle ilintili olduğunu sandıkları için, bu sözde istisnanın bulunmasını olumlu karşılamamışlar. Şayet Hatib bunu kast etseydi, istisna edatının hazf edilmesi zorunlu olurdu. Fakat böyle bir anlamı kast etmemiştir, bilakis, ancak istisnanın bulunmasıyla birlikte bir anlam ifade edecek bir hususu kast etmiştir. İstisna edatı, boşa çıkarıcı bir işlev görür. İstisna edatından sonra yer alan hüküm, ondan önce yer alan hükmü boşa çıkarır. Bazen boşa çıkarıcı edat, lafız ve anlam itibariyle gerektirici bir unsur olmadan da yer alabilir.

Berae, teberri etme, olumlu bir ifade olmakla beraber olumsuzluk anlamını da içerir. Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi:

“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeleri hariç. Bunlarla ilişkilerinden dolayı kınanmış değillerdir.” (Mü’minun, 5-6)

Bu ayetlerde geçen “koruma” kelimesi olumlu bir ifadedir; ancak zikredilenlerin dışında, anlamını da içermektedir. Dolayısıyla takdiri açılımı şöyledir:

Ayıp yerlerini ancak eşlerinin yanında açarlar...

Berae, teberri etme lafzı da öyle. İbrahim Peygamber’in (a.s.):

“Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana taparım.” (Zuhruf, 26-27) sözlerine gelince, burada tam istisna söz konusudur. Çünkü hemen sonrasında istisna edilen zikredilmiştir. Fakat bu ifade, onun bir şeyden teberri ettiğine delâlet ediyor, şey olmayandan değil. Bunun karşılığı ise şöyle söylenmiş olmasıdır:

Her şeye güç ve kudret vermekten, ancak O’na teberri ettim...

Fakat yukarıdaki ayeti kanıt olarak gösterenler, bu anlamların tümünün ortak noktasını esas almışlardır. O da Allah’tan başkasından teberri etmektir. Ayeti kanıt olarak gösterenlerin ileri sürdükleri bu anlam, tevhide delalet etmesi itibariyle doğrudur. Çünkü Allah’tan başkasından beri olma gerçeği ifade ediliyor.

Nitekim yüce Allah da bu anlamı birçok yerde zikretmiştir. Buna aşağıdaki ayeti örnek gösterebiliriz:

“İbrahimde ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (Mümtehine, 4)

Bu, Hatibin kast ettiği anlama da uygundur.

Bu ayette yer alan ifadenin kast ettiği anlam, Allah’tan başkasından uzak olmaktır, Allah’a sığınmak değil...

Fakat Hatip, Allah’tan başkasına sığınmaktan beri olduğunu kast etmiştir. Allah’a sığınmak, Allah’a ibadetin kapsamına girer. İbrahim’in sözlerinin bir bölümü de buna delalet etmektedir. Çünkü, Allah’tan başkasına ibadet etmekten veya Allah’tan başkasına tevekkül etmekten teberri etmeleri bir zorunluluktur. Bu, yüce Allah’ın uğruna peygamberler gönderdiği ve kitaplar indirdiği tevhidin gerçekleşmesi demektir. Fakat bazen insan, dilekte bulunurken, dua ederken, tevekkül ederken veya sığınırken, ibadeti sırf Allah’a özgü kılma anlamını kast edebilir.

İşte Hatib’in kast ettiği de bu anlamdır. Bu, sahih, doğru bir anlamdır ve sözleri, kelimelerin gerçek anlamları itibariyle buna delalet etmektedir. Buna karşı çıkanlar da doğru bir anlamı esas almışlardır. Ayeti kanıt gösterenlerin de üzerinde durdukları anlam doğrudur. Ancak insan, çoğu zaman, bilinmeyeni olumsuzlarken, bilineni olumlamayı kast eder.

Her türlü noksanlıktan münezzeh ve yüce olan Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.