Emredilenler içinde şeriatın reddetmediği bir emir söz konusuysa

Çünkü emredilenler içinde fikir olarak bir şey varsa, yani şeriatın reddetmediği bir emir söz konusuysa, çocuklara ve aklı olmayanlara bir ibadeti, kör olana görmeyi, fakir olana nafaka vermeyi ve kötürüm olana Mekke’ye hac maksadıyla gitmeyi emretmek gibi bir emir söz konusuysa, bütün bunlar şeriatta yer aldıkları için, böyle bir emir geldiğinde ona iman edip tasdik etmek gerekir ve bu hususla ilgili kayıtlandırıcı bir ifade kullanılamaz. -Devamla şöyle diyor:- Bizim arkadaşlardan bir grup, kötürüm ve kör gibi kimseler için güç yetirilmeyen şeylerin emredildiğini mutlak olarak söylemek caizdir. Cehm ve Bürgus’un görüşü de budur.

Bir diğer husus da aletlerin sağlam olmasına rağmen, muvaffakiyet ve kabul olmadığı için yapacak takatın bulunmayışıdır. Bu ise, sadece bir açıdan caizdir. Allah’ın ilminde yapmayacağı takdir edilen kimseye bir emrin yöneltilmesinin caiz olmasını buna örnek gösterebiliriz. Mutezile buna karşı çıkar. Bunun kanıtı da yüce Allah’ın İblis’e söylediği şu sözdür:

“İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?” (Sad, 75)

“Sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (Araf, 12)

Görüldüğü gibi, yüce Allah, İblis’e secde etmeyi emretmiştir. Oysa daha önce onun bunu yapmayacağını biliyordu. Bu demektir ki, emir, Allah’

ın bilgisi kapsamında güç yetiremeyeceği önceden belli olan birine yöneltilmiştir.

Bu ikinci görüş de Ebu’l Hasan’dan nakledilmiştir. Ebu’l Maali el-Cüveyni, Ebu’l Hasan’ın verdiği cevapların büyük kısmının bu görüşe yatkın olduğunu iddia etmektedir. Yine ona göre, Ebu’l Hasan’ın arkadaşlarının çoğu da bu görüşü benimsemişlerdir. Ebu’l Hasan “el-Mucez” de bu meseleye cevap vermekten kaçınmıştır...

Ebu’l Maali önce bu görüşü tercih etmiş, sonra bundan dönerek, güç yetirilmeyenin emredilmesi kesinlikle imkânsızdır, demiştir. Birinci görüş, İbni Akil, Ebu’l Ferec b. Cevzi, Ebu Abdullah er-Razi ve başkaları tarafından savunulmuştur. İkinci görüş ise, Ebu İshak el-Esferayini, Ebu Bekir b. Fevrek, Ebu’l Kasım el-Eş’arî ve Gazali tarafından savunulmuştur. Ebu İshak el-Esferayini, bunun şeyhi Ebu’l Hasanın mezhebi olduğunu ve hak ehlinin mezhebinin de bu olduğunu iddia eder. Kadı Ebu Bekir ise, bazı kitaplarında bunun caiz olduğunu söylerken, konuşmalarının çoğunda aciz olana emretmekle terk etmeye gücü yetene emretmeyi birbirinden ayırır. Ulemanın çoğunluğu da bu görüştedir.

Meseleyle ilgili bir üçüncü görüşü de, Ebu Bekir Abdulaziz zikretmiştir. Buna göre, yüzükoyun yürümek ve kör olanın yazıya noktalama işaretleri koyması gibi normalde imkânsız olsa da özünde mümkün olan her şeyin emredilmesi caizdir. Ama iki zıddın bir arada olması gibi imkânsız olan bir şeyin emredilmesi caiz değildir.

Bu meselede son nokta şudur:

Tartışmanın iki temeli vardır:

Birincisi: Bütün müslümanların üzerinde ittifak ettikleri ve şeriat kapsamında yer alıp, bütün kullara yönelik olarak gerçekleşen, Allah ve Resulü

’nün emrettiği iman ve takva gibi yükümlülükler (teklif), güç yetirilmeyen teklif olarak isimlendirilebilir mi? Kudretin ancak fiille beraber olacağı düşüncesinde olanlar diyorlar ki:

Allah’a karşı çıkan asi, güç yetiremediği bir şeyle yükümlü kılınmıştır. Onlara göre, her kişi, güç yetirebilen olmadığı bir sırada yükümlü kılınmıştır. Allah’ın bilgisinin ve yazmasının önceden olması, kişinin bilinen ve yazılan şeyin aksini yapmasını engeller iddiasında olanlar da böyle düşünüyorlar. Diyorlar ki:

Eğer kişi, Allah tarafından önceden bilinen şeyin aksi olan bir şeyle yükümlü kılınmışsa, bu, güç yetiremediği bir şeyle yükümlü kılındığı anlamına gelir. Aynı şekilde araz, iki zamanda birden kalamaz görüşünde olanlar da şöyle demişlerdir:

Fiilden önceki yapabilirlik, fiilin işlendiği zamana kadar kalamaz.

Gerçekte bu tartışma, Allah’ın emrettiği ve yasakladığı fiiller, yükümlülüğün kapsamına girer mi? noktasında çıkmış değildir. Tartışma, bunları terk eden kimsenin güç yetirdiği şeyler olmadığı, onları işlemesinden önce de bunlara takat getiremediği hususuyla ilgilidir. Daha önce kudretin iki türlü olduğunu belirtmiştik. Dolayısıyla mutlak olarak yapabilirlik ancak fiille beraber olur, diyenlerin bu mutlak değerlendirmeleri kitap ve sünnetin nassına, ümmetin ilk kuşağının ve imamların ortak görüşüne aykırıdır. Tıpkı mutlak olarak cebir anlayışını savunmanın kitap, sünnetin nassına ve müslümanların ittifak ettikleri anlayışa aykırı olması gibi.

Gerçi ehl-i sünnete mensup olan bazı gruplar Kaderiyecilere tepki olarak mutlak cebir anlayışını savunmuşlardır. Buna imam Ahmed’in ve diğer imamların bazı bağlılarını örnek gösterebiliriz. Ebu’l Hasan, Ebubekir Abdulaziz, Ebu Abdullah b. Hamid, Kadı Ebu Bekir, Kadı Ebu Ya’la, Ebu’l Maali, Ebu’l Hasan b. Zağuni ve başkaları gibi. Ancak ilim ehlinin büyük çoğunluğu bu tür bir mutlaklığı kabul etmemiştir. Ebu’l Abbas b. Seric, Ebu’l Abbas el-Kalanisi ve başkaları gibi. Ebu Hanife’den de bu yönde bir görüş rivayet edilmiştir. Ümmetin tamamının düşüncesi de bunu gerektiriyor.

Bu nedenle Ebu İshak b. Şakula mutlak cebre karşı çıkar ve bu iki zıt yaklaşım hakkında şöyle der: -Kadı Ebu Ya’la’nın rivayetiyle- Fiille beraber veya ondan önce olan yapabilirlik; namaz, hac ve cihad gibi ibadetlerin, yapabilirliğe (istitaa) sahip olmayanlara emredilmesi caiz değildir, diyenlerin ve, fiil, Allah’ın yarattığı şeylerdendir, Allah bir kimsede fiil yaratınca, o kimse o fiili yapar, diyenlerin kanıtıdır.

Bu tıpkı şöyle demeye benzer:

Kişinin bir tek kudreti vardır; onunla fiili işlemeye ve terk etmeye güç yetirir. Kişi, fiili yaptığı sırada, fiili işlemesi için Allah’tan bir yardıma muhtaç değildir. Böyle diyen kimselere göre, Allah’ın mü’mine, kâfire, iyiye, kötüye yönelik nimetleri arasında bir fark yoktur. İşte bu anlayış batıldır. Bunlar o Kaderiyecilerdirler ki, seslerinin iyice çıktığı meşhur dönemde sınırı alabildiğine aşmışlardı. Şöyle diyorlardı:

“Kul, iyilik yaparken, fiilden önce var olan Allah’ın yardımına muhtaç değildir. Allah’ın, kendisine inanan ve itaat eden kimseye yönelik nimeti, kendisini inkâr eden ve kendisine asi olan kimseye yönelik nimetinden daha büyük değildir.” Bu görüş, kesinlikle yanlıştır. Ehli sünnet ve’l cemaat mensupları, böyle diyen bir kimsenin sapıklığı hususunda görüş birliği içindedirler.

Ayrıca, bundan sonra, birçok mesele ile ilgili tartışmalar da aralarında baş göstermiştir. Meselelerin bazısı lafzidir. Bazısı ise görecelidir. “Araz kalıcı mıdır, değil midir?” üzerinde tartışmaları gibi. Yapabilirliğin kalıcılığını da buna dayandırmışlardır. Fakat lafızların ve akli itibarların en güzeli hiç kuşkusuz kitap ve sünnete uygun olanlarıdır. Ümmetin selef kuşağıyla, imamların görüşleriyle örtüşenleridir. Kitap ve sünnetin nassını dayanılan, güvenilir temel olarak kabul etmek gerekir. Ancak bu temele tabi olma ve bu temele dayalı tanımlamalar yapma zorunluluğu vardır. İnsanların olumlayıcı veya olumsuzlayıcı yönde üzerinde tartıştıkları ifadeleri de açılıma, ayrıntılandırma bağlamında değerlendirmek lazımdır. Allah ve Resulü’nün olumladığını mutlak olarak olumsuzlamaktan, Allah ve Resulü’nün olumsuzladığını da olumlamaktan şiddetle kaçınmak bir zorunluluktur.

İkincisi: İnsanların, kulun gücü dahilinde olmadığı hususunda ittifak ettikleri şeyler. Bu gibi şeylerin emredilişinin caiz olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Bunlar iki kısımdır. Bir kısmı, normalde imkânsızdır. Yüzükoyun yürümek ve uçmak gibi. Bir kısmı da özü itibariyle imkânsızdır. İki zıt şeyin bir arada olması gibi. Daha önce de söylendiği gibi bunun aklen caiz oluşu noktasında üç görüş belirmiştir. Böyle bir şeyin şeriatta yer alması ve şer’an caiz olmasına gelince, bu tür bir şeyin şeriatta yer almayacağı noktasında görüş birliği vardır. Bu hususta icma oluştuğunu bildiren birçok kişi vardır. Ebu’l-Hasan ez-Zağuni de bunlardan biridir. Diyor ki: Kadericiyelerin Sınıfları