Allah kulun seçeceğini bilir ve seçilecek olan kaderde yazılıdır... sözüne cevap

Şöyle de denemez: Allah kulun seçeceğini bilir ve seçilecek olan kaderde yazılıdır... sözüne gelince:

Bu söz, Kaderiyecilerden sadır olan bir soru ve bu soruya yine kendilerinin verdiği bir cevabı kapsamaktadır. Diyorlar ki:

Biz, Allah bilir, diyoruz. Bunu dediğimiz zaman, kudreti olumsuzlamış olmuyoruz. Bilakis, ilim anlamında kaderi olumlamış oluruz. Bununla beraber rabbin bütün hadiseleri dilemesini, kulların fiillerinin yaratıcısı olmasını olumsuzluyoruz. Nazım diyor ki:

Kulun, seçtiği fiil, bundan önce yazılıdır. Bundan başkasının olması imkânsızdır, dolayısıyla bu, cebrin varlığını kaçınılmaz kılmaktadır.

Bu cevaba şöyle demek sûretiyle itiraz edilebilir:

Burada gerektirici, gerektirilen konumundadır. Çünkü Allah’ın, kulun bu fiili seçeceğini bilmesi, bunu seçeceğine dair yazısına uygundur. Çünkü bilmenin değişmesi, yazının değişmesinden daha büyük bir hadisedir.

Denebilir ki:

Burada yazmak, sözün devamı olarak algılanmıştır. Yani, Allah, kulun seçtiğini biliyordu ve yazdı, denemez. Bu da şu demektir:

Önceden bilme ve yazma kadere inanma için kafidir. Oysa sadece bu, kadere iman için yeterli değildir. Bu, cebri kabul edenlerin kanıtıdır. Diyorlar ki:

Bilinenin (malûmun) aksi imkânsızdır. Malûmun aksini emretmek, imkânsızı emretmek demektir. Çünkü bu emredilen gerçekleşirse, bilmenin cehalete dönüşmesi kaçınılmaz olur.

Cevapları da şudur:

İmkânsız, mücmel bir kavramdır. Eğer, bununla, malûmun aksi olmaz, gerçekleşmez, demeyi amaçlıyorlarsa, bu doğrudur. Fakat olmayanı teklif etmek, failin aciz olduğu şeyi teklif etmek olmaz. Çünkü failin yapmadığı bir şeyi, aciz olmasından dolayı yapmaması muhtemel olduğu gibi, istemediği için yapmaması da muhtemeldir. Dolayısıyla yüce Allah, kula, yapmayacağını bildiği şeyi teklif etmiş olabilir. Nitekim Allah, kendisinin istemediği şeyin olmayacağını da bilir. Bununla beraber, eğer istese, o da olur.

“Böyle bir şey olursa, bilme cehalete dönüşür” sözüne gelince:

Bazılarına göre bu, doğrudur ve bunun gerçekleşmeyeceğine delalet eder. Fakat yükümlü olanın bundan aciz olduğuna delalet etmez. İstediği zaman, buna güç yetiremeyecek demek değildir. Çünkü yalnızca, irade etmediği için gerçekleşmemiştir, buna gücü yetmediği için değil. Tıpkı yüce Allah’ın takdir ettiği şeylerden olmadığı halde, Allah’

ın dilemesi durumunda bunları yapabilmesi gibi. Ve O, bunları yapmayacağını da bilir.

Bazı bid’atçıların söylediği gibi, Allah’ın buna gücü yetmez, demek caiz değildir. Bilakis, yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” (Kıyamet, 3-4)

“De ki: Allah’ın size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.” (En’am, 65)

Bununla beraber Cabir’den rivayet edilen ve Buhari ve Müslim’de yer alan sahih bir hadiste belirtildiğine göre :

“De ki: Allah’ın size üstünüzden bir azap göndermeğe gücü yeter.”ayeti nazil olunca, peygamberimiz (s.a.v.):

Bundan sana sığınırım, dedi. “veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürmeye...” kısmı nazil olunca: Bu ikisi daha hafiftir, dedi.” (Buhari, 6. sure, 2; Tirmizi, 6. sure, 2; Ahmed, 3/309; Müslim’de varid olmamıştır)

Ayette yüce Allah’ın gücünün yettiğini belirttiği bazı şeyler, olmayan şeylerdir. Ümmetin üstünden veya ayaklarının altından azap gönderilmesi gibi ...

Bunlardan bazıları ise, olmuşlardır. Birbirine düşürüp kiminin hıncını kiminden aldırması gibi.

Nitekim sahih bir hadiste peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Rabbimden üç şey istedim. O ikisini bana bahşetti, birini vermedi. Ümmetime, onlardan olmayanların musallat olmamasını diledim, Allah bunu bana bahşetti. Ümmetimi topyekun yok etme azabıyla azaplandırmamasını istedim, bunu da bana bahşetti. Birbirleriyle savaşmamalarını istedim, bu dileğimi kabul etmedi.” (Müslim, Fiten, 20; İbni Mace, Fiten, 9-22; Ahmed, 5/240)

Kur’an’da birçok yerde, olmayan şeylerin, dilemesi durumunda olabilecekleri belirtilmektedir. Buna aşağıdaki ayetleri örnek gösterebiliriz:

Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik.” (Secde, 13)

“Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelenmilletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lakin Allah dilediğini yapar.” (Bakara, 253)

“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. Fakat onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” (Hud, 118)

Buna benzer daha birçok ayeti örnek göstermek mümkündür. Bu ayetlerde açıkça ortaya konuyor ki, Allah, olmayan bazı şeyleri dileseydi, olurlardı. Bu da, O’nun, olmayacağını bildiği şeylere kadir olduğunun kanıtıdır. Çünkü eğer bunlara gücü yetmeseydi, dilediği zaman da bunları yapamaması gerekirdi. Çünkü onları yapması, ancak onlara gücünün yetmesiyle mümkündür. Allah-en doğru sözlü haber veren olarak- dilemesi durumunda bunları yapabileceğini haber veriyorsa, bundan, O’nun bunları yapmayacağını bilmesine rağmen, onları yapmaya kadir olduğu anlaşılır. Yine bununla anlaşılıyor ki, malûmun aksi olan bir şey, takdir edilmiş olabilir de.

Eğer: Bu imkânsızdır, denilse, bu, ancak rabbin dilemesi gerçekleşmediği için imkânsızdır, bizzat imkânsız olduğu için değil veya aciz olunduğu için değil.

Daha önce de söylediğimiz gibi, imkânsız kelimesi, mücmeldir. Bir şey, kulun gücü yettiği için dilemesi durumunda yapabileceği halde, olmadığı için imkânsız ise, böyle bir şeyin teklif edilmiş olması caizdir ve bunda tartışma yoktur. Bazıları buna, güç yetirilemez, adını verseler de. Bu, dilsel, kelimelerle ilgili bir tartışmadır, öze ilişkin değildir. Tartışma:

Yapabilirliğin, kudretin fiilden önce var olması caiz midir, değil midir? meselesiyle ilgilidir.