ALLAH'IN HÜKMÜ: YARATMA ve EMRETME

Allah’ın hükmü iki türlüdür: Yaratma ve Emretme.

1 - Birincisinin kapsamına, takdir ettiği musibetler girer.

2 - İkincisinin kapsamına, emir ve yasakları girer.

Kul, her iki durumda da sabretmekle yükümlüdür. Dolayısıyla yapması emredilen şeyi yapmak ve yasaklanan şeyi de terk etmek hususunda sabretmesi gerekir. Aynı şekilde Allah

’ın takdir ettiklerine sabretmesi de lazım gelir.

Bazı müfessirler, bu ayetin kılıç ayeti (cihad hükmünü içeren ayet) ile neshedildiğini söylemişlerdir. Fakat, savaştan nehyeden ayetle irtibatlandırılması durumunda, savaş nehyinin neshedilmesi söz konusu olabilir. Yoksa, her türlü sabrın neshedilmesi imkânsızdır. Nasıl olsun ki, ayet, bu meseleyi ne olumlu, ne de olumsuz yönden ele alıyor değildir?! Tam tersine, vacipliği devam ettiği sürece Allah’ın hükmüne karşı sabretmek gerekir. Allah cihadı emrettiğinde, bu sefer de Allah’ın hükmüne karşı sabretme gereği doğar. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) müşriklerin sözlerinden daha ağır ve meşakkatli olacak şekilde, onlarla savaşmakla da sınanmıştır. Uhud ve Hendek savaşlarında sınandığı gibi. Öyleyse peygamberin görevi sabretmek ve kendisine emredilen cihadı fiilen gerçekleştirmektir.

Şunu demek istiyoruz ki:

“Rabbinin hükmüne sabret.” (Tur, 48) Anlamı şudur:

Onların sana yaptıkları eziyetler, Allah’ın kaderin kapsamında senin için verdiği hükümlerdendir. Öyleyse Allah’ın hükmüne sabret. Onlar bu hususta zalimler olsalar da. Bu sabır, peygamberlerin yaşadıklarından çok daha önemlidir:

“Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.” (Kalem, 48)

“Zünnü’nu da (Yunus’u da zikret) O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde niyaz etti...” (Enbiya, 87)

İster kavmine, ister Rabbine kızmış olsun, bu kızgınlık, kader kapsamında onun için öngörülen bir hükümdü. Buna sabretmesi de Rabbinin takdir edip kararlaştırdığı hükme sabır göstermiş olur. İnsanların kendisini yalanlamalarından inciniyor olsa da.

Peygamberler kavimlerine şöyle demişlerdi:

“Tevekkül edenler sadece Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahim, 12)

Firavun ve Musa (a.s.) kıssasında da şöyle bir olay anlatılıyor:

“(Firavun): “Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz” dedi. Musa kavmine dedi ki: “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Sonuç sakınanlarındır.” (Araf, 127-128)

“(Resulüm)! Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste.” (Gafir, 55)

“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür. (Onlar) sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.” (Nahl, 41, 42)

İşte bu ayetlerde sözü edilen zulme uğramışlardı ve zalimlerin kendilerine yönelik zulümlerine karşı sabır göstermişlerdi. Bu ayet, peygamberimizin (s.a.v.) yanına hicret etmek isteyenlerle ilgili olarak nazil olmuştur. Ancak bu niteliğe uygun her duruma teşmil edilebilecek genelliktedir.

Asıl muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşan kimsedir. Nitekim bu anlamda bir hadis peygamberimizden (s.a.v.) rivayet edilmiştir. (Buhari, İman, 4; Nesai, İman, 9; İbnu Mace, Fiten, 2)

Şu halde, kötülükten uzaklaştığı, küfür, fısk ve isyanı bir kenara bıraktığı için insanların zulmüne uğrayan ve yurdundan çıkarılan -dünyevi bazı şeyleri terk etmek anlamında değil- herkes, insanların haksızlıklarına karşı sabretmelidir. Kuşkusuz yüce Allah onu dünyada güzel bir mekana yerleştirecek ve onun ahiretteki ödülü de elbette daha büyük olacaktır. Tıpkı doğru sözlü Yusuf gibi. Çünkü o hayasızlıktan hicret etmiş, uzaklaşmıştı. Bu yüzden evini terk etmek ve haksız yere yıllarca zindanda kalmak zorunda kalmıştı. Sonunda Allah onu yeryüzüne egemen kılmış, istediği yere yerleşmesini sağlamıştı.

Kâfirlerle karşı karşıya gelenler şöyle demişlerdi:

“Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver.” (Araf, 126)

“Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kâfire galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 65-66)

“Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)

Bütün bunlar, kulların fiillerinden kaynaklanan şeylere karşı sabretmektir. Allah kitabında çokça sabredip şükredenleri övüyor ve şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz bunda, çok sabredip şükreden herkes için ibretler vardır.” (İbrahim, 5, Lokman, 31, Sebe, 19, Şura, 33)

Buna göre, Allah’ın kulu için takdir ettiği bolluk, darlık, nimet, musibet, sınadığı iyilikler ve güzellikler karşısında kulun sabredip şükretmesi gerekir.

Dolayısıyla kul, musibetleri sabırla, nimetleri ise, şükürle karşılamak durumundadır. Nimetlerin bir kısmı, onun mutlu olmasını sağlayan iyi amellerden kaynaklanır. Bir kısmı ise, fiillerinin dışındadır. Kul, Allah’a itaat amacına yönelik fiillerinde ve Allah’ın kendisine bahşettiği nimetler karşısında kaderi müşahede edip Allah’a şükrünü edat etmelidir. Musibetler karşısında da bunu müşahede edip sabretmelidir. Günah işlediğinde ise, yapması gereken şey tevbe edip bağışlama dilemektir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Sabret, şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Günahların için mağfiret dile.” (Mü’min, 55)

Ama bunun tersini yaparak, günah işlerken kaderi esas alan, güzel işler yaparken de kendi yapıp etmesini merkeze alan bir kimse günahkârların en büyüğüdür. Her iki halde de kendi fiilini esas alan kimse, Kaderiyecidir. Her iki halde de kaderi esas alan ve günahlarını itiraf etmeyip mağfiret dilemeyen kimse, müşriklerle aynı paralele düşen bir Kaderiyecidir.

Mü’minlere gelince, onlar şöyle derler:

“Bana bahşettiğin nimetleri itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla.” Nitekim sahih olduğu belirtilen kutsi bir hadiste şöyle deniyor: “Ey kullarım! Sizin bütün amellerinizi sizin için sayarım. Sonra karşılıklarını eksiksiz olarak veririm. Sonucun iyi olduğunu gören, Allah’a hamdetsin. Bundan başka bir sonuçla karşılaşan da sadece kendi nefsini kınasın.” (Müslim, el-Birr, 55)

Peygamber efendimiz (s.a.v.) insanların eziyetlerine karşı sabrederek, kendisine emredilenleri yapardı.

Nitekim Buhari ve Müslim’de Hz. Aişe’den şöyle rivayet edilir:

“Resulullah (s.a.v.) hiçbir zaman eliyle bir hizmetçisini veya bir hayvanı dövmedi. İncitici hiçbir davranışta bulunmadı. Ancak Allah yolunda cihad etmesi başka. Hiç kimseden nefsine karşı yapılmış bir hareketten dolayı intikam almadı. Ancak Allah’ın haramlarının çiğnenmesi başka. Allah’ın haramları çiğnenince, Allah adına intikam almadıkça hiç kimse öfkesinin karşısında duramazdı.” (Buhari, Menakıb, 23; Müslim, el-Fedail, 77)

Enes şöyle der:

“On sene Resulullah’a (s.a.v.) hizmet ettim. Bir kere olsun, yaptığım bir iş için “niçin yaptın?”, yapmadığım bir iş için de “niçin yapmadın?” demedi. Ailesinden biri beni azarlayacak olsa “Onu bırakın. Onu bırakın. Bir şey takdir edilmişse olur” derdi.” (Buhari, el-Enbiya, 27; Fard-ul Humus, 63; el-Edeb, 53; Müslim, ez-Zekât, 140-141; Tirmizi, el-Menakib, 63; Ahmed, 1/380, 396)

Hadis kaynaklarında belirtildiğine göre, İbni Mesud (r.a) bazı kimselerin kendisine eziyet ettiklerini Resulullah’a anlatır. Resulullah (s.a.v.) ona şöyle der:

“Bunları bize anlatma. Çünkü Musa bundan daha büyük eziyetlere maruz kalmıştı. Sabret.” (Buhari, el-Enbiya, 27; Fard-ul Humus, 63; el-Edeb, 53; Müslim, ez-Zekât, 140-141; Tirmizi, el-Menakib, 63; Ahmed, 1/380, 396)

Nitekim Resulullah (s.a.v.) kâfirlerin, münafıkların ve hatta bazı mü’minlerin eziyetleri karşısında sabrederdi.

Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor:

“Bu yaptığınız peygambere eziyet vermekte, ama o sizden utanmaktadır.” (Ahzab, 53)

Peygamber her zaman şöyle derdi: Bu, takdir edilmiştir...

Mü’min, takdir edilene karşı sabretmekle yükümlüdür. Bu yüzden şöyle buyurulmuştur:

“Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların hilesi size bir zarar vermez.” (Al-i İmran, 120)

Takva, emredileni yapmak, yasaklananı da terk etmekten ibarettir.

Takvanın bir gereği de kâfirlerin eziyetleri karşısında sabretmektir.

Ayrıca yüce Allah, cezaya misillemede bulunmayı mübah kılarken şöyle buyuruyor:

“Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!” (Nahl, 126-127)

Burada peygambere (s.a.v.) sabretmesinin ancak Allah’ın yardımı ile olacağı bildiriliyor. Çünkü sabretme hususunda ona yardım eden Allah’tır. Çünkü zalimlerden intikam almayıp olumsuzluklar karşısında sabretmek nefislere ağır gelir. Ancak peygamberin sabrı Allah’ın yardımıylaydı.

Nitekim bir ayette şöyle deniyor:

“Rabbin için sabret.” (Müddessir, 7)

Bu ayette istek bildiren emir sigasında zikrediliyor. Çünkü peygamber; Allah için sabretmekle yükümlüdür, başka bir şey için değil. Şu ayette ise haber cümlesi kalıbında bildiriyor:

“Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir.” (Nahl, 127)

Çünkü sabır ve diğer hadiseler ancak Allah’ın yardımıyla olurlar. Sonra bu hususiyet olabilir de, olmayabilir de. Allah’ın yardımıyla olmayan bir şey olmaz. Allah için olmayan da bir fayda vermediği gibi sürekli de olmaz. “Allah’ın yardımıyla sabret.” denilmez. Çünkü sabır, ancak Allah’ın yardımıyla olabilir. Fakat:

Allah’tan yardım isteyin ve sabredin, denilir. Şu halde biz de sabır hususunda Allah’tan yardım istiyoruz.

İnsan, başına gelen musibetler karşısında kaderi ve Rab olarak Allah’ın birliğini göz önünde bulundurmakla yükümlü olduğu gibi, Allah, itaat etme nimetini kendisine bahşettiğinde de bunu göz önünde bulundurmakla yükümlüdür. Dolayısıyla bir işi yapmadan önce, Allah’a muhtaç oluşunu gözlemler, böylece:

“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 5) sözünü gerçekleştirmiş olur.

Yine, içinde, Allah’a ibadet hususunda yardım talebi bulunan dualar eder. Peygamberimizin (s.a.v.) şu duası gibi:

“Seni anmam, sana şükretmem ve en güzel şekilde sana ibadet etmem için bana yardım et.” (Ebu Davud, Vitir, 26; Nesai, es-Sehv, 60; Ahmed, 5/245, 247)

“Ey kalpleri çeviren Allah! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl. Ey kalpleri, döndüren Allah! Benim kalbimi sana itaate ve Resulü’ne itaate döndür.” (Tirmizi, ed-Daavat, 89-124; İbni Mace, ed-Dua, 2; Ahmed, 6/251, 315)

Kur’an’da şu dualar yer alır:

“Rabbimiz, bizi hidayete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Al-i İmran, 8)

“O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: “Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)” (Kehf, 10)

Bir hadiste peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Allah’ım doğruluğunu, olgunluğunu bana ilham et. Nefsimin kötülüklerine karşı bana yardım et.” (Tirmizi, ed-Daavat, 69)