Geçişsiz ve geçişli fiil ve üç ayrı görüş
Kudret, fiili yapabilme gücüdür.
Fiil ise, lazım (geçişsiz) ve müteaddi (geçişli) olmak üzere iki kısma ayrılır.
Fiilin her iki türünü de aşağıdaki ayette görebiliriz:
“O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşın üzerine istiva edendir.” (Hadid, 4)
Dolayısıyla, istiva etmek (bürümek, kurulmak), gelmek, varmak ve inmek gibi fiiller lazım (geçişsiz) fiillerdir, bir mef’ule geçiş yapmazlar. Sadece fail ile kaimdirler.
Yaratma, rızık verme, öldürme, diriltme verme, alıkoyma, hidayet etme, yardım etme ve indirme gibi fiillerde bir mef’ule geçiş yaparlar.
Alimler bu iki çeşit fiil hakkında üç ayrı görüş ileri sürmüşlerdir:
Birinci görüş:
Lazım olsun, müteaddi olsun, hiçbir fiil fail ile kaim değildir. Lazım fiil, bu düşüncede olanlar nezdinde tamamen uzak kabul edilir ve olumsuzlanır. Yaratma gibi müteaddi filler, ise şu şekilde değerlendirilir:
Yaratma aslında yaratılmışın kendisidir. Ya da yaratılmış olmayan anlamını ifade eder. Bu, Cehmiye ve Mutezile ekolünün savunduğu bir görüştür. Eş’arî ve izleyicileri de bu görüştedir. Kadı Ebu Ya’la’nın ilk görüşü de böyleydi. İbn-i Ukayl de bu düşüncededir.
Mutezile mezhebine mensup olanların çoğu, yaratma, yaratılışın kendisidir. Geri kalanı ise, yaratma yaratılmış olandan başka bir şeydir, diyorlar. Ama şunu da ekliyorlar:
Yaratmanın da başka bir yaratılması vardır. Örneğin Ma’mer b. Abbad bu görüştedir. Bunlara “zincirleme anlamlar” ehli denir. Bunlardan baz
ıları şöyle demişlerdir:
Yaratma, iradenin kendisidir. Örneğin Basralı Mutezililerin bir kısmı bu görüştedir.
İkinci görüş:
Lazım fiil değil ama müteaddi fiil, kendisiyle kaimdir. Bunlar diyorlar ki:
Kendisiyle kaim olan yaratma, yaratılmışın kendisi değildir. Bu düşünceyi savunanlar da iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir.
Bazısı bu fiili sonradan olma (hadis) olarak nitelendirirken, bazısı öncesiz (kadim) olduğunu savunmuş ve yaratılış ve varoluş öncesiz ve ezeli olgulardır, demişlerdir.
Bunlardan bazılarına göre, yaratılış objesi bir tek şeydir ve o da kadimdir, yaratılmışlar ise, onun maddesini oluştururlar. Bununla beraber kadim ve ezelidir. Onlara göre, kendisiyle kaim bir iniş de, kendisiyle kaim bir istiva da yoktur.
Çünkü bunlar ‘sonradan olma’ (hadis)dirler. Bu, “Allah’ın kelâmı gibi fiili de kadimdir.” diyen el-Külabiye ekolünün savunduğu bir görüştür. İbn-i Huzeyme’nin arkadaşları da bunu savunmuşlardır. Hanefilerin, Hanbelilerin, Malikilerin ve Şafiilerin çoğu da bu kanaate sahiptir. Bunlar arasında türü kadim sayıp fertlerini, birimlerini sonradan olma (hadis) olarak değerlendirenler de vardır. Bu görüşe göre, fiilin kendisi, güç yetirilen bir olgu olarak belirginleşir. Fiili muayyen bir şey olarak kabul edenlerse, onun kadim olduğunu söyleseler çelişkiye düşmüş olurlar. Kaçınılmaz olarak muayyen kadimin güç yetirilen olmasını kabul etmek zorunda kalırlar. Eğer güç yetirilen değildir, deseler, yine çelişkiye düşmüş olurlar. Çünkü fiil, güç yetirilen olmak zorundadır.
Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.
Üçüncü görüş:
Kur’an’ın da delalet ettiği gibi, lazım ve müteaddi fiilin ispatı.
Biz diyoruz ki:
Yüce Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, sonra arşa istiva ettiğini bildiriyor. Selef uleması ve ehl-i sünnet imamları bunu savunur. Ayrıca, Ebu Muaz’
ın arkadaşları, Züheyr el-Babi, Davud b. Ali gibi alimler ve Kerramiye gibi değişik ekollerden olup, ihtiyari sıfatlar da O’nunla kaimdir, diyenler de bu görüştedir. Gerçi Kerramiye ekolü, iniş ve geliş fiilleri O’nunla kaimdir, derken, öbürleri gelmeye, inmeye ve istiva etmeye ve benzeri fiillere güç yetirir, derler.
Nitekim yüce Allah, böyle haber vermiştir ve kemal dediğimiz de budur.
Bu düşünceyi savunanlar, Allah’ın “hareket ettiğini” de söylerler. Nitekim Harb el-Kermani ehl-i sünnet ve’l cemaat mezhebinin bu düşünceyi esas aldığını söyler ve Ahmed b. Hanbel, Said b. Mansur ve İshak b. İbrahim gibi isimleri verir. Aynı şekilde Osman b. Said ed-Darimi de bu görüşü ehl-i sünneti kaynak göstererek nakleder. Ona göre, Allah’tan hareketi olumsuzlamak, selef ulemasının karşı çıktığı Cehmiye ekolünün görüşüdür. Ardından şunları söyler:
Her canlı hareket eder, hareket etmeyen diri olamaz. Bazıları şöyle demişlerdir:
Eğer Cehmiye ekolünden biri:
Ben hareket eden bir Rabbi inkâr ediyorum, derse, sen:
Ben dilediğini yapan Rabbe inanıyorum, de.
Bunlar diyorlar ki:
Bu hareketlerin mümkün nitelikli olmadıklarını ve O’nun tarafından güç yetirilenler olmadıklarını söyleyenler, O’nu cansız varlıklardan (cemad) da ayrı kabul etmiş olurlar. Çünkü cansız varlıklar kendilerinden kaynaklanan bir güçle hareket ediyor olmasalar da, genel olarak harekete yatkındırlar. Bunlar şunu da diyorlar:
“Allah, hareketi hiçbir şekilde kabul etmez. Hareket etmesine imkân yoktur.”
Hareket ve fiil ise kemal sıfatıdır. Tıpkı ilim, kudret ve irade gibi. Bu gibi sıfatları olumsuzlayanlar, Allah’ın kemal sıfatlarını yok saymış olurlar.
İşte Külabiye ekolünün yaklaşımı bundan ibarettir.
Bu “sıfat olumsuzlayıcılar”a:
Eğer Allah, diri, bilen, işiten, gören ve konuşan değilse, bu O’nun ölü, bilmeyen, sağır, kör ve lal olmasını gerektirir. Bunlar da yüce Allah’ın münezzeh kılınması gereken noksanlıklardır.
Ayrıca yüce Allah, diri, işiten, gören, konuşan, bilen, güç yetiren ve hareket edebilen bir varlık yarattığına göre, O, herkesten çok bu niteliklere en mükemmel şekliyle sahip olmaya layıktır.
Çünkü malul her mahlûktaki bir kemal sıfatı, etkin illet denilen yaratıcının kemalinden kaynaklanır...