Hareketlerin izahı

Bütün hareketler;

ya doğal, ya iradi veya icbaridirler.

İcbari hareketler icbar edene tabidir.

Doğal hareketlere gelince, hareket ettirici bunun farkında bile değildir. Toprağın aşağıya doğru hareket etmesi gibi.

İradi hareketlerinse, hareket ettirici farkındadır, canlıların hareketleri gibi.

Varlıklar içinde doğası gereği veya iradesine bağlı olarak hareket edenlerin hareketlerinin kaynağı kendileridir.

İcbari olarak hareket edenleri ise hareket etmeye mecbur bırakan şey bir mahlûktur. Dolayısıyla bu mahlûkun onu mecbur bırakması icbarı kabule yatkın olmasından ileri gelmektedir. Bu da icbar edenden kaynaklanmayan bir anlamdır.

Dolayısıyla feleklerin hareketleri bir araya geldikleri zaman, söz konusu cisimleri hareket ettirme noktasında bağımsız bir etki gösteremezler, sebebin bir parçası sayılmaları caiz olsa da.

Nitekim güneşin, bazı cisimlerin gelişmesi, yaşlığı, kuruluğu ve benzeri halleri üzerinde bir sebep olduğunu görüyoruz. Sonra bunların sebep olduklarını kabul etsek bile, bunların önünde bir takım engeller ve muhalif etkenler olduğunu da bilmemiz gerekir.

Çünkü akla gelebilecek hiçbir sebep yoktur ki, iradi veya doğal yahut dua ve sadaka gibi salih ameller kapsamına giren bir engeli de bulunmasın. Çünkü dua, sadaka gibi salih ameller belaların ve gök menşeli afetlerin savılmasında en büyük etken rolünü oynarlar.

Bu yüzden azab için birer sebep olan güneş tutulması gibi semavi ayetler karşısında bu tür salih amellere sarılmamız emredilmiştir.

Nitekim peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Güneş ve ay bir kimsenin hayatta kalması veya ölmesi üzerine tutulmazlar. Bilakis güneş ve ay tutulması Allah’ın ayetlerinden birer ayettirler. Allah bunlarla kullarını azabından korkutur. Bunu gördüğünüz zaman derhal namaza koşun.” (Buhari, Küsuf, 14; Müslim, Küsuf, 24; Nesai, Küsuf, 10-25; Darimi, Salat, 187)

Resulullah efendimiz (s.a.v.) güneş tutulduğu zaman namaz kılmamızı, Allah’ı zikretmemizi, istiğfar etmemizi, sadaka vermemizi ve köle azat etmemizi emretmiştir.

Gözle görülen bütün varlıklara, dokuzuncu felekten bu yana, birer birer baktığın zaman, bunların kesinlikle herhangi bir hadisenin bağımsız tek sebebi olmadıklarını görürüz. Bunlar hadiselerin sebeplerinin bir parçası olsalar da başka sebepleri de vardır.

Ayrıca bu sebeplerin önünde engel oluşturan başka etkenler de söz konusudur.

Bununla da anlaşılır ki, bunlar içinde görülen hadiselerin meydana getiricisidir, diyeceğimiz hiçbir şey yoktur. Hadiselerin meydana getiricisi olduklarını diyemeyeceğimize göre, kendi hareketlerinden farklı hareketlere sahip cisimlerin meydana getiricileri olduklarını hiç diyemeyiz. Çünkü bunların kendilerinden farklı hareketlere sahip olmaları, onların gerektiriciliklerini boşa çıkaran bir olgudur. Çünkü bir şey karşıtını, muhalifini gerektirmez.

Hareket eden cisimler içinde, muktezası, dokuzuncu feleğin gereğinden ve muktezasından farklı olan, ona zıt düşen bir şey varsa, bunlardan birinin diğerinin illeti olması imkânsız olur. Çünkü malul illetinin faili olamayacağı gibi karşıtı da olamaz. Bir şeyin kendisinin zıddı ve faili olamayacağı gibi. Çünkü bir şeyin kendisinin karşıtı olması, varlığının varlığına tabi olmasını gerektirir. Böylece yoksal bir varlık olarak belirginleşir. İlletin maluldan önce olması gerçeğine rağmen bir şeyin kendisini yapmış olması da varlığının yoksul bir varlık olmasını gerektirir.

Hadiseler ve cisimlerin güçlerinden kaynaklanan hareketleri

“dokuzuncu felek” ten olmayıp, ondan sadece yatay bir hareketlendirmeden kaynaklandığına göre, cisimlerin kendilerinin ve güçlerinin ondan kaynaklanmamış olması çok daha öncelikli olur. Bununla da anlaşılır ki, felekleri ve onların dışındaki gözlemlenen cisimleri hareket ettiren, bu cisimleri başka bir sebep aracılığıyla yoktan var eden dokuzuncu felek dışında bir rab vardır. Bütün bunları yoktan vareden, onlara değişik şekillerini veren, farklı şekillerde hareket ettiren O’dur. Konunun akışından amaçlanan da budur.

Öte yandan bu yıldızlar bazı hadiselerin meydana gelmesini sağlayan sebebin bir cüzünü oluştursalar da, sebebin cüzü oluşları, belli durumlarda geçerlidir, her durumda değil. Çünkü bu yıldızlar doğdukları zaman, bu doğuş halinde ışıkları ortaya çıkar ve etkisini gösterir. Fakat battıkları zaman ışıkları da etkileri de ortadan kalkar. Bu durumda ne sebep olabilirler, ne de sebebin bir cüzü. Bu yüzden Hz. İbrahim:

“Batanları sevmem” (Enam, 76) demiştir.

Çünkü bunlar battıkları zaman, bize yansıyan etkileri bütünüyle ortadan kalkar. Dayanılacak veya ilgi kurulacak bir izleri kalmaz. Dua edilen, ümit bağlanan ve tevekkül edilen rabbinse kayyum olması, kulun her vakit ve her halde O’nunla kaim olması bir zorunluluktur.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Daima diri ve ölümsüz Allah’a tevekkül et.” (Furkan, 58)

“Allah, O’ndan başka ilah yoktur. Daima diridir ve kayyumdur.” (Al-i İmran: 2)

Bu ve benzeri gözlemler ve akli çıkarsamalar da gösteriyor ki kul, sadece Allah’a ümit bağlamalıdır ve sadece O’na güvenip dayanmalıdır.