Cehmiye ve Mutezile'ye göre Allah'ın sevmesi, dilemesi ve rızası

Cehm ve onunla aynı paralelde düşünen Mutezile mezhebinden bazı kimseler, Allah’ın dilemesinin, sevmesinin ve rızasının aynı anlamda olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Sonra Mutezile şu değerlendirmeyi yapar:

Allah küfrü, fıskı ve günahı sevmez, onları istemez de. Diyorlar ki:

Bunlar, Allah’ın dilemesi olmaksızın olurlar. Cehmiye ise şöyle der:

Bilakis, Allah bunları ister. Bu O’nun sevmesi ve razı olması da demektir. Ebu’l-Hasan ve arkadaşlarının büyük çoğunluğu bunlara katılmışlardır. Ebu’l-Meali el-Cüveyni, bu meselede ilk defa selef ulemasından farklı düşünen, dileme, sevme ve razı olma arasında fark görmeyen kişi Ebu’l-Hasan (Eş’arî)dır, der.

Fakat selef kuşağı, bu kuşağın büyük imamları, fıkıh, hadis ve tasavvuf büyükleri, Kilabiye ve Kerramiye gibi kelâm gruplarının birçoğu, bunları birbirinden farklı görür ve derler ki:

Yüce Allah imanı ve salih ameli sever, bunlardan razı olur. Küfür, fısk ve isyanı ise emretmez, bunlardan razı olmaz ve bunları sevmez. Dilese dahi bunları emretmez. Bu yüzden ilk ve son kuşak alimlerden şeriatın taşıyıcıları şu hususta görüş birliği içindedirler:

Bir kimse, vakti daralan borcu ödemek veya vakti daralan bir ibadeti yapmak gibi vacip veya müstahap bir fiili işleyeceğine yemin etse ve bu sırada

“inşallah” dese, sonra, bu dediğini yapmazsa, yeminini bozmuş olmaz. İşte bu, Kaderiyecilerin sözlerini iptal eden bir görüş birliğidir. Ama aynı adam:

Eğer Allah bunu seviyorsa veya eğer Allah bundan razı ise... dese ve bunu dedikten sonra dediğini yapmazsa, yeminini bozmuş olur. Nitekim aynı durum, eğer buna teşvik ediyorsa, eğer bunu arzuluyorsa veya eğere bunu vacip olarak yahut müstahap olarak emrediyorsa... şeklinde bir ifade kullanması halinde de geçerlidir. Bu da Cehmiye’nin ve onlara tabi olan Ebu’l-Hasan el-Eş’arî ve son kuşak bağlıları gibi kimselerin görüşlerini çürüten bir değerlendirmedir. Başka yerlerde bu konular geniş bir şekilde ele alınmışlardır.

Burada maksadımız, bu meseleye cevap bulmaktır. Çünkü sözü edilen problemler, Cehm’in, ona uyanlardan, Eş’arî’nin son kuşak izleyicilerinin ve Malik’in, Şafii’nin ve Ahmed’in son dönem izleyicilerinden çeşitli grupların görüşlerine karşı tezler niteliğindedir.

Malik’in, Şafii’nin ve Ahmed’in izleyicilerinin önde gelenleri, bu mezheplerin imamları ve Ebu Hanife’nin arkadaşlarının geneli, bunların söylediklerini benimsemezler. Bilakis selef kuşağının üzerinde ittifak ettiği şu gerçeği söylerler:

Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz...

Bunun yanında, Allah’ın dilemesiyle, sevmesinin ve rızasının farklı olduğunu da vurgularlar. Diyorlar ki:

Küfür, fısk ve günah Allah’ın dilemesiyle olsalar bile, Allah onları sevmez ve onlardan razı olmaz. Bilakis, bunlara öfke duyar ve buğz eder. Diyorlar ki:

Allah’ın kitabında Allah’ın iradesi iki anlamda kullanılmıştır:

Birincisi: Yarattıklarını dilemesi anlamında.

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini islâma açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.” (En’am, 125)

İkincisi: Emrettiği şeyleri, yaratmasa bile, sevmesi ve razı olması anlamında.

“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara, 185)

“Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.” (Maide, 6)

“Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilicidir, yegane hikmet sahibidir. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler. Allah sizden yükünüz hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 26-28)