Mecusi Kaderiye

Öncekiler ibadet bazında Allah’a ortaklar koşarken Mecusiler yaratma bazında Allah’a ortak koşarlar ve derler ki:

İyiliğin yaratıcısı ayrı kötülüğün yaratıcısı ayrıdır. Bizim milletimize (İslâm milletine) mensup olup da Mecusiliğe yatkın bir kader anlayışına sahip olan gruplar da diyorlar ki:

Meydana gelen günahlar, Allah’ın dilemesiyle meydana gelmezler. Hatta bazen:

Allah bunları bilmez de, diyorlar. Ayrıca şunu da diyorlar:

“Canlıların bütün fiilleri, Allah’ın kudreti ve yaratması dışında olur.”

Böylece her şeyde ve her yerde geçerli olan ilâhî meşiyeti, her şeyi kuşatan kudreti inkâr ediyorlar. Bu yüzden İbni Abbas şöyle demiş:

“Kader tevhidin düzenidir. Allah’ın birliğine inanıp kadere iman edenin tevhidi tamam olur. Allah’ın birliğini ifade edip kaderi yalanlayanın, bu yalanlaması tevhidini eksiltir.”

Üstelik bunlar, bu anlayışlarını “adalet” olarak isimlendirip, buna ilâhî sıfatları olumsuzlamayı da ekleyerek “tevhid” diye nitelendirirler. Önceki Kaderiyecilerin ilhadı “tevhid” diye isimlendirmeleri gibi. Böylece her iki grup Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını inkâr etme noktasında birleşiyorlar. Fıkıh ve kelâmla uğraşanların birçoğu, ya inanç veya davranış bazında bu sapmaya duçar olmuştur. Nitekim Mutezililer ve son kuşak şiiler inanç bazında bu hataya düşmüşlerdir. Basra ve Şam ehlinden bazı ilk kuşak taifeler de inanç bazında değil, ama davranış olarak bu sapmanın içine düşmüşlerdir. Ki bunlar, kaza ve kaderi dikkate almaksızın ilâhî emir ve yasakları önemseyen taifelerdir.

İki grup arasında karşıtlık olduğu için, sufilerden en uzak grubun Mutezile olduğu görülür. Bunlar Yahudilere eğilimlidirler ve Hıristiyanlardan nefret ederler. Allah’ın sıfatlarını kabul etmenin, Hıristiyanların uknumlara inanmalarının aynısı olduğunu söylerler. Bu yüzden Mutezile’nin Hıristiyanları daha fazla yerdikleri görülür. El-Cahiz’in ve başkalarının yaptığı gibi. Nitekim tasavvufçular da Hıristiyanlara daha fazla yatkındırlar.

Bu nedenle bunlar (Mutezililer) harfler ve kelâm noktasında bid’atçı bir tutum içinde olurken, ötekiler (sufiler) sesler ve amel noktasında bid’atçı bir tutum içinde olur. Bu, Yahudi ve Hıristiyanlar arasındaki farklılığın da belirleyici özelliğidir. Yahudilerin büyük kısmı bu anlamda Kaderiyecidir. Çünkü onlar şeriatlarına bağlıdırlar ve fakat ilâhî kaderi kabul etmezler. Bu yüzden Mutezile gibi harfler ve kelâm noktasında bid’atçı bir tutum izleyen grupların kendi yöntemlerini zorunlu görerek ondan başkasının haram olduğunu ilan ederler. Kendi yollarına aykırı davrananların şiddetli bir azaba çarptırılacağına inanırlar. Hatta, din mensuplarından fısk ehli olanların ateşte ebedi kalacaklarını söylerler. Kendilerinden ayrılan ümmetin diğer gruplarını tekfir ederler. Onlar bu sertlikleriyle, insanların zihinlerine vurdukları bu prangalarıyla ve tefekkür çeşitliliğini zincirleyen yaklaşımlarıyla Yahudilik dinini andırıyorlar.

Buna karşılık ses ve amel ehli olan bid’atçıların da ne bir şeyi vacip kıldıklarını, ne de haram kıldıklarını görürsün. Sadece bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri de kötü görürler. Kendi yollarını büyük gösterir, üstün tutarlar. Olduğundan kat be kat yüksek göstermeye gayret ederler. Onların yöntemleri azıcık korku, ancak yoğun olarak sevgi ve teşvik empozesi esasına dayanır. Önceki grubun yöntemi ise, çok az teşvik ve sevgi, ama yoğun biçimde korku ve sertlik esasına dayanır. Bu bakımdan sözünü ettiğimiz bu grup, farz ve müstahap tanımadan tamamen gönüllü olarak birçok ibadetleri yaparlar ve uzun zamanlar ibadet egzersizleri yaparlar. Felsefeciler genelde bu yolu benimserler. Buna karşılık kelâmcılar daha çok öncekilerin yolunu izlerler. Kadericiyelerin Sınıfları