Kişinin işlediği günahın Allah tarafından yapılması

Altıncı Fark:

Kişinin işlediği günah, Allah tarafından işlenmiş olsa da, o, Allah’ın kendisini yarartırken varoluşunun amacı ve fıtratının dayanağı kıldığı bir şeyi yapmamasının cezasıdır. Allah insanı sırf kendisine ibadet etmesi için yaratmıştır. İnsan varoluşunun amacı Allah’a ibadettir. Bir insan, yaratılışının amacı olarak öngörülen, fıtratının esasını oluşturan ameli işlemediği zaman, bundan dolayı cezaya çarptırılır. Diğer bir ifadeyle şeytan, işlediği şirki ve diğer günahları ona süslü ve çekici gösterir.

“Git! onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza! (....) Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır.” (İsra, 63-65)

“Gerçek şu ki: İman edip de yalnız rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur. O’nun hakimiyeti, ancak onu dost edinenleredir.” (Nahl, 99-100)

“Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp hemen gerçeği görürler. Dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.” (Araf, 201-202)

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, Allah’a içtenlikle kul olmak demek olan ihlas, insanı şeytanın egemenliğinden korur.

Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur:

“İşte böylece biz, kötülük ve fuhuşu ondan uzaklaştırmak için delilimizi gösterdik. Şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.” (Yusuf, 24)

Şu halde, nefse günahının ilham edilmesi, iyi fiilleri yapmamasının bir cezasıdır, başlı başına var olan bir şey değildir. Dolayısıyla, günahı Allah yarattı, denemez. Kur’an üzerinde düşünen bir kimse, şunu açık bir şekilde görür ki, yüce Allah, küfrün ve günahın yaratılmasıyla ilgili olarak zikrettiği şeyleri bu gibi amellerin cezası olarak öngörmüştür. Buna şu ayetleri örnek gösterebiliriz:

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.” (Kehf, 33)

“Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı.” (Saf, 5)[646] “Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de en zora hazırlarız.” (Leyl, 8-10)

Bu ve benzeri ayetlerde bazı amellerden söz ediliyor ki, bunlar, sakıncalı bir fiili işlemelerinin ve emredilen bir fiili de işlememelerinin cezası olarak belirginleşmişlerdir. Kuşkusuz bunları yapanların hareket kabiliyetleri ve iradeleri vardır. Bu kabiliyetlerini pratize etmeleri kaçınılmazdır. İyilik doğrultusunda hareket etmedikleri zaman, kötülük doğrultusunda hareket etmeleri ilâhî adaletin bir tezahürüdür. Nitekim şöyle denmiştir: Nefsini hak ile meşgul etmezsen, o, seni batılla meşgul eder...

Meselenin bu boyutu bütün gerçekliğiyle ortaya çıktığına göre,

“Allah, günahları işlenmeleri için yaratmıştır. Günahlardan dolayı günahkârları cezalandırmak zulümdür” diyen peygamberleri yalanlayan Kaderiyecilerle, zorlamacı (Cebriye) Kaderiyecilerin tezlerinin temel maddesi boşa çıkmış oluyor. Onlara şöyle demek gerekir:

“Allah, onlara yönelik bir ceza olarak onları günaha düşürmüş ve kalplerine günah damgasını basmıştır. Allah onlara zulmetmedi, fakat kendileri nefislerine zulmettiler.”

Bir de şöyle denir:

“Nefislerinin haklarını eksiltmekle ona zulmetmiş oldular.” Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş. Hiçbirini eksik bırakmamıştı.” (Kehf, 33)

Aslında bunların birçoğu, yüce Allah’ın bazı amelleri daha önce işlenmiş diğer bazı amellerin karşılığı, cezası olarak yarattığını kabul eder. Diyorlar ki:

Allah, itaat edenin itaatini yaratır, fakat herhangi bir günahı durduk yere (ilk kez) yaratmaz. Bilakis, günah başka bir şeyin karşılığıdır. Şunu da diyorlar:

Kulun yaptığı ilk şeyi (günah olarak) Allah meydana getirmiş değildir.

Bizim vurguladığımız husus ise, Allah’ın herşeyin yaratıcısı olmasını gerektirir. Ancak kulun işlediği ilk fiil, yaratılışının gayesi olan fiili (kulluğu) işlememesinin cezasıdır. Yokluk ise, Allah’a izafe edilemez. Dolayısıyla kişinin işlediği günahların ilki, olması gerekenin (kulluğun) olmamasının bir cezasıdır. Sonrakilerse, daha önce var olanların cezası, karşılığı olarak belirginleşirler. Olması gerekenin olmayışını sürdürmesinin cezası olarak da belirginleşmeleri muhtemeldir.

Dolayısıyla kul, sırf Allah’a kul olmadığı sürece müşrik olması, şeytanın egemenliği altına girmesi kaçınılmazdır.

Sonra yüce Allah, hidayete erdirdiği kimselere özel bir alan açıyor. Onların, ilk andan itibaren, yaratılışın gayesi olan ameli işlemelerini sağladığını belirtiyor. Bu, kendi lütfuyla açtığı özel bir alandır. O’nun bu lütfu zulmü gerektirmediği gibi, adalete de engel teşkil etmez.

Nitekim bir ayette şöyle buyurmuştur:

“Allah dilediği kimseyi rahmetine has kılar.” (Bakara, 105)

Lütfu için de aynı durum geçerlidir. O, bunu herkesten daha iyi bilir. Nitekim bazı bedenlere öyle güçler vermiştir ki, bunlar başka bedenlerde bulunmazlar. Böyle güçlerin olmayışından dolayı bu bedenlerde bazı fizyolojik hastalıklar da meydana gelebilir. Bunun gibi daha birçok hikmetten söz etmek mümkündür. Bu meselenin bu şekilde olanca gerçekliğiyle ortaya konması bütün şüpheleri izale eder.

İmanın yokluğunun cezasından söz edilen ayetlere örnek olarak şu ayeti gösterebiliriz:

“Yine ona iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz.” (En’am, 110)

Bu ayet, hemen öncesinde yer alan şu açıklamanın devamıdır:

“Mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” (En’am, 109)

Burada yüce Allah, kalplerin bu şekilde tersine çevirmenin baştan itibaren inanmayanlar için geçerli olduğundan söz ediyor ki, bu, imanın yokluğu demektir. Denebilir ki:

“Bu, peygamberin (s.a.v.) onları davet etmesinden, onların da peygamberi yalanlayıp imanı terk etmelerinden sonra gerçekleşen bir durumdur ki bunlar da var olarak nitelendirilebilecek olgulardır.”

Evet ama, yalanlamalarını ve imanı terk etmelerini gerektiren de imanın yokluğudur. Sözünü ettikleri durumsa, peygamberin gönderilmesi gibi azab etmek için olması gereken bir şarttır. Çünkü böyle bir kimseyi iman etmekten alıkoyan şey, türü itibariyle cezayı gerektirmeyen özünde mübah olan bir şey olabilir. Sadece kişiyi imandan alıkoyması önemlidir bu noktada. Kimi insan imanın aksini söyler ki bu, imanı terk etmek anlamına gelir. Bu, “var” diyebileceğimiz bir olgudur ve bundan başka da karşıtı olmaz.