Beni tanısınlar, bilsinler diye

Konuyla ilgili beşinci bir görüş de İbn-i Ebu Hatem tarafından İbn-i Cureyh’ten rivayet edilmiştir. Buna göre, ayette “...Beni tanısınlar, bilsinler diye...” anlamı kastedilmiştir. İbn-i Cureyh devamla şöyle der:

Bu görüş Katade’den rivayet edilmiştir. Bağavi de Mücahide dayanarak bu görüşü nakletmiştir. Mücahid:

Bu, “Beni tanısınlar...” demektir, demiştir. Bu, aslında güzel bir yorumdur, çünkü Allah cinleri ve insanları yaratmasaydı, varlığını ve birliğini bilmeyeceklerdi. Bunun kanıtı da şu ayettir:

“Andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorarsan, mutlaka “Allah” derler.” (Lokman, 25)

Bu değerlendirmeye şu karşılık verilir:

Evet, bu yorum doğrudur. Allah’ın ancak onların yaratılmış olmalarıyla biliniyor olması, onların Allah’ı bilmelerinin şartının yaratılmaları olmasını gerektirir, Allah’a ilişkin olarak elde ettikleri bilginin yaratılmalarının amacı olmasını değil. Bu bakımdan yukarıdaki değerlendirme Süddi’nin şu görüşüyle aynı kategoriye girer:

Çünkü bu genel ikrara onlar da ortaktırlar... Nitekim yüce Allah:

“Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı...” (Araf, 172) Ancak ibadet bu da değildir.

Bu saydığımız dört görüş, söz konusu ayetin genel nitelikli olduğunu düşünenler tarafından ileri sürülmüştür. Bu yüzden, ayette geçen ibadet kavramını bütün insanları ve cinleri içine alacak şekilde yorumlama gereğini duymuşlar. Çünkü onlara göre, bu ayette geçen

“ibadet” kavramı, bilinen anlamıyla, yani Allah’a ve Resulü’ne itaat etme anlamında yorumlanacak olursa, bu, bu anlamıyla ibadetin bütün insanlar ve cinler tarafından fiilen gerçekleştirilmesini zorunlu kılar. Oysa bu şekilde bir ibadet olgusunun fiilen gerçekleşmediği ortadadır. Dolayısıyla bunlar, ayette geçen “ibadet” kavramını, gerçekleşen ibadet şeklinde yorumlama gereğini duymuşlardır.

Ayrıca, fiilen gerçekleşmeyen bir ibadet olarak algılanması durumunda bunun, Kaderiye grubunun görüşünü haklı çıkaracağını sanmışlardır. Yani, Allah, onları ibadeti için yaratırken, onlar Allah’ın meşiyeti ve kudreti olmaksızın O’na isyan etmiş olacaklar... İşte Kaderiye grubunun bu çıkarsamasını olumlamaktan kaçınmışlar ve kaçınmaları bir ölçüde mazur da görülebilir; ancak ayeti, ayette kastedilmeyen bir anlam ekseninde yorumladıkları da gözden kaçırılmamalıdır.

Nitekim insanların büyük çoğunluğu, bid’at ehlinin kendi görüşlerinin kanıtı olarak ileri sürdükleri ayetlerin zahiri karşısında bu tür yanlışlıklara düşmektedirler. Rafizilerin:

“Başlarınızı meshedin ve ayaklarınızı...” (Maide, 6) ayetini, abdest alınırken ayakların üzerinin meshedilmesi gerektiğinin kanıtı olarak ileri sürmeleri gibi. Bir de bakarsın ki, bu hususta şiilere muhalif olanlar son derece zayıf görüşler ileri sürüyorlar. Mesela diyorlar ki: “erculikum” kelimesi “ruusikum” kelimesine komşu olmasından dolayı cerr kılınmıştır, dolayısıyla onun hükmüne tabi değildir. Nitekim Araplar: “Cuhru Dabbin Harabin: Kelerin yuvası yıkıldı.” derler. Burada “harab” kelimesi “Dabb” kelimesine komşu olmasından dolayı mecrurdur. Bunun gibi nice zayıf görüşler ileri sürülmüştür. Yine “Musa Adem’i yendi” (Buhari, Kader, 11; Müslim, Kader, 13-15) sözü ile ilgili olarak da bu tür zayıf yorumlar yapılmıştır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür.