Şer' ve kaderde mümin ve kaderiyecilerin yolu

“Bana bahşettiğin nimetleri itiraf ediyorum.” ifadesi, Allah’ın kula bahşettiği iyiliklerin ve başka şeylerin şahsındaki nimetleri kapsıyor. “Günahlarımı da itiraf ediyorum” ifadesi ise, kulun yaptığı kötülükleri kabul etmesi anlamına gelir. İşte mü’minlerin yolu budur. Onların dışındakiler de üç kısımdır. Çünkü dörtlü bir taksim yapılmıştır.

Bir kısım insanlar, iyiliklerin ve kötülüklerin yaratıcısı ve meydana getiricisi olarak kendilerini görürler. Onlara göre, Allah’ın mü’mine ve kâfire yönelik dini nimeti eşit düzeydedir. Allah kula, iki karşıt duruma birden elverişli olan tek bir kudret vermiştir. Allah’ın elinde sırf mü’mine özgü bir hidayet yoktur veya:

“Bizi dosdoğru yola ilet.” (Fatiha, 6) demekle de O’ndan istenen özel bir hidayet söz konusu değildir. Allah, sapmış kimseyi hidayet erdirmez, hidayet üzere olanı da saptırmaz. Bunlar mecusi eğilimli kadercilerdir.

Bir kısım insanlar, kulun seçme yeteneğini de kudretini olumsuzlarlar. Onlara göre kul, tıpkı cansız varlıklar gibi, gayri iradi olarak mekanik bir şekilde hareket eder. Kulun iradi ve gayri iradi fiillerin aynı kategoriye sokarlar. Hatta onlardan biri şunu bile söyleyebilmiştir:

Allah ve resulü’nün emrettiklerinin tümü güç yetirilemeyen, takat getirilemeyen şeylerdir...

Böylece mutlak olarak kulun kudretini olumsuzlarlar. Çünkü sadece fiille eş zamanlı bir tek kudret öngörürler. Zaten günahkâr için hiçbir kudret öngörmezler.

Bunlar ve benzerleri, Kaderiyeci Cebriyecilerin sözleridir. Hidayet imamları, bu sözlerin tümünü reddetmişlerdir. Tıpkı öncekilerin sözlerini reddettikleri gibi. Bu hidayet imamlarına Abdurrahman b. Amr el-Evzai, Süfyan b. Said es-Sevri, Muhammed b. Velid ez-Zübeydi, Abdurrahman b. Mehdi, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel gibilerini örnek gösterebiliriz.

Eğer bunlar, günahkârın günahını kaderle mazur göstermeye çalışır ve kaderden dolayı onlar mazurdurlar, dolayısıyla kınanmayı ve azap görmeyi hakketmezler, deseler ve onları cezalandırmayı zulüm gibi gösterseler, kâfir olurlar. Tıpkı aşırı Kaderiyecilerden Allah’ın kadim ilmini inkâr edenlerin kâfir olmaları gibi.

Eğer kaderin varlığını, ilâhî emir ve yasakların, vaad ve tehditlerin geçersizliğinin gerekçesi olarak gösterirlerse, yani her şeyin mübahlığını savunanlar gibi davranırlarsa Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kâfir olan müşrikler kategorisine girerler. Çünkü müşrikler şöyle demişlerdi:

“Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık... Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. De ki: Kesin delil, ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.” (En’am, 148- 149)

Böyle bir söz ise, bütün ilâhî emir ve yasakların defterinin dürülmesini gerektirir. Bu, akıl ve din açısından zorunlu olarak bilinen bir gerçektir. Ki dünya ve ahiretin ifsadını da kaçınılmaz kılmaktadır.

Dördüncü kısım insanlara gelince, bunlar saydığımız kısımların en kötüleridirler.

Nitekim Şeyh Ebu’l Ferec b. Cevzi onlardan birine şöyle demiştir:

Sen, ibadet söz konusu olduğunda Kadercisin. Günah söz konusu olduğunda ise, Cebriyecisin. Hangi görüş hevana uyuyorsa, onu takip ediyorsun....

Dolayısıyla, şeytanın izleyicilerinin en kötüleri bunlardır. Bu, belli bir mezhebin ve grubun görüşü değildir. Bilakis, emir ve nehiy hususunda lakayt davranan herkesin eğilimi olarak değerlendirilebilir. Bunlar bir ibadeti yerine getirecek olurlarsa, bunu kendilerine izafe eder ve amellini boşa çıkaracak şekilde kendilerini beğenir, övünürler. Bir günah işleyecek olurlarsa, bunu mazur göstermek için kadere sarılır, ilâhî takdiri gerekçe gösterirler. Kuşkusuz bu, geçersiz, çürük bir kanıttır. Kabul edilemez bir mazerettir.

Bunlardan birinin başına, bir insanın fiili sonucu bir kötülük geldiğinde, hiç de kadere teslim olmadığını, buna karşılık kendi nefsine veya bir başkasına zulmettiğinde kadere sarıldığını ve:

Miskin bir kulum ben, ne bir gücüm var, ne de mazeretim var, dediğini görürsün. Bunlar kendi konumlarını izah etmek için şöyle derler:

Ellerini bağlayıp denize atmış

Sakın ıslanma demiş

Buna karşılık biri kendisine zulmetse veya zulmettiğini zannetse, kat be kat fazlasıyla intikam almak için var gücünü kullanır. Kendisini kadere sarılarak mazur gördüğü gibi bir başkasını bu şekilde mazur görmez. Oysa kaderse eğer, ikisi de eşit konumdadır kader karşısında. Bunlar, bilinip sağlam bir şekilde bilinmesi gereken cümlelerdir.

Allah’ın, genel olarak her şeyin yaratıcısı olması gerçeğiyle beraber, günahların kula izâfe edilmesini gerektiren gerçek bağlamında, bu kötülüklerin genel anlamda kaderin kapsamında olduklarını söylemek gerekir. Bununla beraber, Allah’ın kitabında kötülüklerin yaratılışı söz konusu olduğu yerlerde, bunların yüce Allah’a üç şekilde izafe edildiklerini görüyoruz:

Ya genel bir ifadeyle dile getirilir:

“Her şeyin yaratıcısıdır...” (En’am, 102, Rad, 16, Zümer, 62, Mü’min, 62)gibi.

Ya bir sebebe izafe edilir:

“Yarattığı şeylerin şerrinden.” (Felak, 2) gibi.

Ya da cinlerin şu sözlerinde olduğu gibi, fail hazf edilir:

“Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır mı diledi?” (Cin, 10)

Allah’ın güzel isimleri bağlamında, hayır ve şerrin Allah’ın fiilleri kapsamında O’na izafe edilmeleri gerekir.

Nitekim aşağıdaki ayetlerde yüce Allah bu gerekliliğe işaret etmiştir:

“Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver. Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.” (Hicr, 49-50)

“Biliniz ki Allah’ın cezalandırması çetindir ve yine Allah’ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır.” (Maide, 98)

İlk kuşak müslümanların ve son kuşak müslümanların onur duydukları bu onur verici gerçekleri ayrıntılı bir şekilde açıklamak, uzun uzadıya anlatmak ve en ince detayına kadar değerlendirmelere tabi tutmak, bu kısacık cevabın kapasitesini aşar.

Doğruyu gösteren Allah’tır. Allah’tan başka kudret ve değiştirici güç yoktur. O’ndan ancak O’na sığınılır. O bize yeter ve O ne güzel vekildir.