Dostluk, sevgi ve onları inkar edenler

Yüce Allah da mü’min kullarını sever. Sevgisinin en mükemmel örneği, Hz. İbrahim’e (a.s.) ve Hz. Muhammed’e (s.a.v.) bahşettiği yaratılıştır. Çünkü yüce Allah İbrahim’i (a.s.) dost edindi. Sahih kaynaklarda ve başka kitaplarda peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu belirtilmiştir:

“Allah İbrahim’i dostu edindiği gibi beni de dostu edindi.” (Müslim, Mesacid, 23)

Bir diğer hadiste de şöyle buyurmuştur:

“Eğer yeryüzü ehlinden bir dost edinseydim, mutlaka bu dost Ebu Bekir olurdu. Ancak arkadaşınız -kendisini kast ediyor- Allah’ın dostudur.” (Müslim, Fedailu’s Sahabe, 6)

Bu yüzden ilk kuşak müslümanlar ve bu kuşağın imamları, ehl-i sünnetin ve marifet ehlinin mensupları yüce Allah’ın kendisinin de sevdiği ve sevildiği hususunda görüş birliği içindedirler.

Cehmiye mezhebi ve onlara tabi olan diğer gruplar Allah’ın sevmesini inkâr ettiler. Allah’ın sevmesini ilk inkâr eden kişi, Cehm b. Safvan’ın şeyhi Ca’d b. Dirhem’dir. Halid b. Abdullah el-Kasri Vasıtta onu bir kurban gibi boğazladı. Halid halka şöyle dedi:

“Ey insanlar! Kurbanlarınızı kesin; Allah kurbanlarınızı kabul etsin. Ben de şimdi Ca’d b. Dirhemi kurban edeceğim. Çünkü o, Allah’ın dost edinmediğini, Musa ile konuşmadığını iddia ediyor. Allah Ca’d’in dediklerinden münezzehtir, yücedir.”

Sonra yerinden indi ve Ca’d’i bir kurbanlık gibi boğazladı.

İşte yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Allah’ın insanlara imam kıldığı İbrahim’in (s.a.v.) milletinin temeli budur. Allah buyuruyor ki:

“Bir zamanlar Rabbi İbrahimi bir takım kelimelerle sınamış ve onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti.” (Bakara, 124)

“İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahimi dost edinmişti.” (Nisa, 125)

Bu yüzden: Allah’ın sevmesinden maksat, ibadetle O’na yaklaşılmasını sevmesidir, diyen kimsenin bu sözleri çelişkiden ibarettir. Çünkü kendisine yaklaşılmasını sevmesi, sevmesinin bir sonucudur. Allah kimi severse, onun kendisine ibadetle yaklaşmasını sever. Allah kimi de sevmezse, onun kendisine yaklaşmayı sevmesine de engeller. Ama Allah’ı sevdiğinden değil, başka bir amaç için Allah’a itaat eden, O’nun emirlerine uyan kimse, gerçekte uğruna amel ettiği bu amacı seviyor. Allah’a ibadeti bu amacı için bir vesile kılmıştır.

Sahih bir hadiste peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Cennetlikler cennete girince biri şöyle seslenir:

Ey cennet ehli! Allah’ın size verdiği bir söz vardır; şimdi bu sözünü yerine getirmeyi istiyor. Cennetlikler: Nedir o? derler, Allah yüzümüzü ağartmadı mı, amel terazilerimizi ağırlaştırmadı mı, bizi cennete yerleştirmedi mi, bizi ateşten kurtarmadı mı? Bu sırada perde açılır, O’na bakarlar. Onlara verdiği hiçbir şey, O’na bakmaları kadar onlara sevimli gelmez. İşte fazladan ödülden maksat budur.” (Müslim, İman, 181)

Bu hadiste, peygamber efendimiz (s.a.v.) Allah’a nazar etmenin, yararlandıkları bütün nimetlerden daha sevimli geldiğini haber vermektedir. Kuşkusuz Allah’a bakılmasının sevgisi, O’nun sevgisine tabidir. Çünkü Allah’a duydukları sevgiden dolayı O’na bakmayı sevmişlerdir. Kalbinde Allah sevgisi bulunmayan, Allah’ı anmaktan dolayı huzur bulmayan, O’nu tanımanın lezzetine varmayan, O’nu anmanın ve O’na yalvarmanın sevincini hissetmeyen bir mü’min yoktur. Kuşkusuz bu, halkın imanının derecesine göre güçlenir, zayıflar, artar ve eksilir. Kimin imanı kamil düzeye ulaşmışsa, bunlardan nimetlenmesi de kemal derecesinde olur. Bu yüzden peygamber efendimiz (s.a.v.) Ahmed ve başkalarının rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Sizin dünyanızdan kadın ve güzel koku bana sevdirildi (...) Namaz da benim göz aydınlığım kılındı.” (Nesai, İşretu’n Nisa, 10; Ahmed 3/128)

Resulullah (s.a.v.):

“Bizi namazla rahatlat, ey Bilal!” derdi. (Ahmed, 5/371)

Bu konu başka bir yerde uzunca ele alınmıştır.

Şunu söylemek istiyoruz:

Allah’ın mü’min kulları, O’nu severler. O da onları sever. Mü’min kulların Allah’a yönelik sevgisi, O’nun sevdiği fiilleri yapmak şeklinde kendini gösterir.

Nitekim Sahih-i Buharide Ebu Hureyre’den peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Allah buyuruyor ki: Kim bir dostuma düşmanlık ederse, bana meydan okumuş olur. Kulumu en çok bana yaklaştıran şey, ona farz kıldığım şeyleri yerine getirmesidir. Kulum nafile ibadetler yerine getirmek sûretiyle sürekli olarak bana yakınlaşır, nihayet onu severim. O’nu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür. Benden bir şey istediğinde veririm, bana sığındığı zaman, onu korurum. Mü’min kulumun canını alırken geçirdiğim tereddütü başka yaptığım hiçbir işte geçirmem. Çünkü mü’min kulum ölümden hoşlanmaz, ben de onu üzmek istemem. Ancak ölüm de onun için kaçınılmazdır.” (Buhari, er-Rikak, 38)

Bu hadiste açıklanıyor ki, kul, farzları yerine getirdikten sonra Allah’ın sevdiği nafile ibadetleri yerine getirirse, Allah da onu sever. Buna göre, Allah’ın kulunu sevmesi, kulun Allah’ın sevdiği şeyleri yapmasına bağlıdır. Allah’ın kendisine yönelik olarak yerine getirilmesini sevdiği itaat ve ibadetler, Allah’ın kendisine yönelik sevgisine tabidir. Bunları sevmesi de Allah’ın mü’min kullarını sevmesinin sebebidir. Dolayısıyla onun mü’min kullarına yönelik sevgisi, kendisine yönelik sevgiye tabidir.

Şu halde mü’minler rablerine hamdediyor ve O’nu övgüyle anıyor olsalar da, O’na yönelik övgüyü, O’nun bizzat kendisini övdüğü gibi yerine getirmiş olamazlar.

Nitekim sahih bir hadiste peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Allahım! Senin kızgınlığından hoşnutluğuna sığınırım, cezalandırmandan affına sığınırım, senden sana sığınırım. Senin kendini övdüğün gibi, ben seni övemem.” (Müslim, Salat, 222)

Yine peygamberimizin (s.a.v.) sahih bir hadiste şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Allah’tan daha çok kendisinin övülmesini seven bir başka kimse yoktur. Bu yüzden Allah kendisini övmüştür.” (Buhari, Tevhid, 15-20; Müslim, Tevbe, 32)

Esved b. Seri peygamberimize (s.a.v.):

“Ben rabbime övgülerle hamd ediyorum. Peygamberimiz (s.a.v.) ona: Şüphesiz senin rabbin, övülmeyi sever.” (Ahmed, 3/435)

Buna göre yüce Allah kulların kendisini övmelerini sever, ama O’nun kendisine yönelik övgüsü, kulların kendisine yönelik övgüsünden daha büyüktür. Kulların kendisini sena etmelerini de sever, fakat kendisinin kendi zatına yönelik senası çok daha büyüktür. Kendisine yönelik sevgisi ve tazimi de öyle. Çünkü yüce Allah kendisini herkesten daha iyi bilir. O bütün kemal sıfatlarına sahiptir ki, yaratılmışların akılları bunu kavramaktan uzaktır. Azamet O’nun örtüsü, büyüklük O’nun ridasıdır. Sahih bir hadiste peygamber efendimizin (s.a.v.) minberin üzerindeyken:

“Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yer yüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, münezzehtir” (Zümer, 67) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurduğu rivayet edilir:

Allah yeryüzünü kabzasına alır, sonra göğü eliyle dürer ve onları sallar, ardından şöyle der:

“Melik (hükümran, sahip) benim. Küddus benim, selam benim, güvenlik veren benim. Egemen olan benim. Hiçbir şey değilken dünyayı yaratmaya başlayan benim. Onu tekrar var edecek benim.” (Buhari, Tevhid, 19)

Bir diğer rivayette şöyle buyuruluyor:

“Allah yüce zatını ulular.” (Suyuti, ed-Durr-ul Mensur, 5/335)

Bu rivayetlerden de anlıyoruz ki, yüce Allah kendini övüyor ve kendine sena ediyor. Zatını ululuyor. O kendi kendine yeter ve başkasına ihtiyacı yoktur. Aksine, O’ndan başka her şey O’na muhtaçtır.

“Göklerde ve yerde bulunan herkes, ondan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahman, 29)

Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan tektir. Doğmamış ve doğurmamış olandır. Hiç kimse O’na denk değildir.

Tevbe edenin tevbesiyle seviniyorsa, nafile ibadetlerle kendisine yaklaşanı seviyorsa, öne geçen ilklerden razı oluyorsa...

Hiç kimsenin: O bu hususlarda başkasına muhtaçtır, demesi caiz değildir. Çünkü O, başkasıyla kemal bulmaz. O bizzat kemal sahibidir, hiçbir eksiği yoktur. Çünkü bu başkalarını yaratan, onlara yollarını gösteren, sevdiği, razı olduğu ve sevindiği fiilleri işlemelerine yardımcı olan O’dur.

O’nun tarafından sevilen bu şeyler, ancak O’nun kudretiyle, dilemesiyle ve yaratmasıyla meydana gelirler. Mülk O’nundur ve O’nun ortağı yoktur. Başta da sonda da hamd O’nadır. Hüküm O’nundur ve dönüş O’nadır.

Allah’ın fiillerinin gerisinde bir hikmet olduğunu savunanların dayandıkları kanıtlar bunlardır. Allah’ın hikmeti bu fiillere taalluk eder, Allah bu hikmetten dolayı o fiilleri sever, onlardan razı olur ve bu hikmetten dolayı onları yapar.

Allah’ın fiillerinin bir hikmete dayandığını savunanlar demişlerdir ki:

Böyle bir anlayış, Allah’ın, önceden eksik iken başkalarıyla kemal bulmasını gerektirir, diyenlerin sözlerine verilecek birkaç cevap vardır: