Hayra ulaşmada sebepler en büyük duadır

Es-Sünen de belirtildiğine göre peygamber efendimize (s.a.v.) sorulmuş ki:

“Ya Resulallah! Ne dersin, ilaçlarla, okuyup üflemeyle, koruyucu dualarla tedavi olalım mı? Bunlar Allah’ın kaderindeki bir şeyi bizden savabilirler mi? Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuş ki: Bunlar da Allah’ın kaderindedirler...” (Tirmizi, Tıp, 21; İbni Mace, Tıp, 12)

Bu yüzden bazı alimler şöyle demişlerdir:

Sebeplere yönelmek tevhid inancı açısından şirktir; sebeplerin sebepliğini bütünüyle geçersiz saymak akla terstir; sebeplere bütünüyle sırt çevirmek şeriatı inkâr etmektir...

Yüce Allah sebepleri de müsebbepleri de yaratmıştır. Birini diğerinin sebebi kılmıştır. Bir kimse:

Eğer bir şey takdir edilmişse, sebepsiz olur, eğer takdir edilmemişse, olmaz, derse, ona verilecek cevap şudur:

Bir şey sebeplerine bağlı olarak takdir edilir, sebepsiz değil. Nitekim peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Allah cennet için halk yaratmıştır. Onlar daha babalarının sülbündeyken onları cennet için yaratmıştır. Ve cehennem için de bir halk yaratmıştır; onlar daha babalarının sülbündeyken onları cehennem için yaratmıştır.” (Müslim, Kader,31; Ebu Davud, Sünnet, 17; Nesai, Cenaiz, 85; İbni Mace, Mukaddime, 10; Ahmed 6/208)

Bir diğer hadiste de şöyle buyurmuştur:

“Amel edin. Kim ne için yaratılmışsa, bu şeyle ilgili ameller ona kolaylaştırılır. Mutluluk ehli olanlar, mutluluk ehlinin amelini işlemeye muvaffak olurlar. Bedbahtlık ehli olanlar da bedbahtlık ehlinin amellerini işlemeye muvaffak olurlar.” (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader, 6)

Buhari ve Müslim’de İbni Mesud’dan (r.a) şöyle rivayet edilir:

“Doğru sözlü ve söylediği doğru çıkan resulullah (s.a.v.) bize anlattı: Birinizin ana karnındaki yaratılışı kırk günlük nütfe halinde geçer. Sonra kırk gün alaka olarak geçer, ardından kırk gün bir çiğnem et olarak geçer. Sonra ona bir melek gönderilir ve ona dört şey emredilir: Denilir ki: Onun rızkını, amelini, eceleni, mutlu veya bedbaht olacağını yaz. Sonra ona ruh üflenir. Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, biriniz cennet ehlinin amellerini işler, nihayet onunla cennet arasında bir zira kadar bir mesafe kalır ki, ana rahmindeyken yazılan yazı devreye girer ve kişi ateş ehlinin amelini işler ve cehenneme girer. Yine içinizden biri ateş ehlinin amellerini işler, nihayet onunla cehennem arasında bir zira kadar bir mesafe kalır ki, ana rahmindeyken yazılan yazı devreye girer ve o kişi cennet ehlinin amellerini işleyerek cennete girer.” (Buhari, Kader, 1; Müslim, Kader, 1)

Böylece peygamber efendimiz (s.a.v.) birinin en son işlediği amelle cennete girdiğini, öbürünün de en son işlediği amelle cehenneme girdiğini açıklıyor. Nitekim bir diğer hadiste de şöyle buyurmuştur:

“Ameller sonları itibariyle değerlendirilirler.” (Buhari, Kader, 5; Ahmed, 5/335)

Çünkü bütün iyilikler irtidat etmekle boşa çıkar ve bütün kötülükler de tevbe ile bağışlanırlar. Bunun en güzel örneği, bir kimsenin gün boyu oruç tuttuktan sonra, güneşin batmasından önce yemek yemesiyle orucunun, veya namaz kılarken namazını tamamlamadan önce bilerek defi hacet etmesiyle de namazının boşa gitmesidir.

Toparlayacak olursak; Selef kuşağı ve bu kuşağın imamları Allah’ın peygamberlerini gönderdiği ve kitaplarını indirdiği akide üzereydiler. Allah’ın yaratmasına, kaderi doğrultusunda emretmesine, kevni ve dini hükmüyle teşride bulunmasına, kevni ve dini iradesine inanıyorlardı.

Nitekim üzerinde durduğumuz ayetlerin ilkinde şöyle buyurmuştu:

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâma açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.” (Enam, 125)

Hz. Nuh (a.s.) şöyle söylemişti:

“Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez.” (Hud, 34)

Yüce Allah "dini irade" hakkında da şöyle buyuruyor:

“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara, 185)

“Allah size açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah bilendir, esirgeyendir.” (Nisa, 26)

“Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak ister.” (Maide, 6)

Selef kuşağı;

- Allah’ın her şeyin yaratıcısı, rabbi ve meliki olduğunu, varlıkları kudreti ve dilemesiyle yarattığını ikrar ettikleri gibi,

- O’ndan başka ibadete layık ilah olmadığını,

- O’ndan başka hiçbir şeyin ve hiç kimsenin ibadet edilmeye layık olmadığını da ikrar ediyorlardı.

- O’na ve resullerine itaat ediyor,

- O’nu seviyor,

- O’nun affını umuyor ve O’nun azabından korkuyorlardı.

- O’na güvenip dayanıyorlardı,

- O’nun dostlarını dost ve düşmanlarını da düşman ediniyorlardı.

- Allah’ın emrettiklerini, mü’min kullarını sevdiğini ve bunlardan razı olduğunu da ikrar ediyorlardı.

- Yine O’nun yasakladığı şeylere ve kâfirlere buğzettiğini, bunlara öfkelendiğini, gazap ettiğini de ikrar ediyorlardı.

Peygamber efendimizden (s.a.v.) rivayet edilen ve hadis literatürüne göre müstefiz düzeyinde olan şu hadisin içeriğini de ikrar ediyorlardı:

“Yüce Allah’ın bir kulunun tevbe etmesinden dolayı duyduğu sevinç, ölüm tehlikesinin kol gezdiği ıssız bir çölde, üzerinde yiyeceği ve içeceği de bulunan bineğini yitiren, bütün aramalarına rağmen bulamadıktan sonra bir ağacın altında uyuklayan (öğlen uykusuna dalan), uyanınca da üzerinde yiyeceği ve içeceği de olduğu halde bineğini karşısında bulan kimsenin duyduğu sevinçten çok daha fazladır. Allah’ın kulunun tevbe etmesinden duyduğu sevinç, bu adamın bineğini bulmaktan dolayı duyduğu sevinçten çok daha fazladır.” (Müslim ,Tevbe, 3; Ahmed, 2/316)

- Buna göre Allah insanların ibadet ettikleri ilahları, ihtiyaçlarını gidermesini istedikleri rableridir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Hamd, alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur (...) Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 2-5)

- O, yardım istenen mabuddur. İbadette sevginin en üst derecesi ile zilletin en üst derecesi birleşir. O’nu, her sevenin sevgilisine karşı beslediği sevgiden çok daha fazla severler.

Nitekim şöyle buyurmuştur:

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır.” (Bakara, 165)

- Onlar Allah’tan başka kimi severlerse, onu Allah için severler.

Nitekim Buhari ve Müslim’de peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Üç şey kimde varsa, o, imanın tadını almıştır:

Allah ve Resulü’ne karşı duyduğu sevgi başkalarına karşı duyduğu sevgiden daha fazla ise, sevdiğini Allah için seviyorsa, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılmaktan korktuğu kadar korkuyorsa..” (Buhari, İman, 9; Müslim, İman, 66-67)

Tirmizi’de ve başka kaynaklarda şöyle bir hadis yer alır:

“İmanın en sağlam ipi Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, verdiğinde Allah için verir ve vermediğinde Allah için vermezse imanı kemale ermiş olur.” (Tirmizi, Kıyamet, 60)