Tevhide gerçek anlamda şahitlik etmek

<<. Geri Dön

Her iki grup da; yani:

1 - Salt irade, sevgi, yaklaşma ve yakınlık yoluyla Allah’a doğru sülûk edenler, Allah katından indirilen emir ve yasaklara itibar etmeyenler, sonuç olarak rububiyet tevhidinde yok olmayı öngörenler, rububiyet tevhidinde birleşme ve yanma fikrini savunanlar, ikilik farkını (iyilik-kötülük ayırımını) öngörmeyip, fena derecesine ulaşan kimse iyiyi iyi ve kötüyü kötü göremez, deyip bunu sülûk’un ana gayesi görenler...

2 - İyi gördükleri şeylerle, kötü gördükleri şeyleri birbirinden ayıran, birinden hoşlanıp öbüründen hoşlanmayan, birini emredip, öbürünü nehyeden; ama bunu, Allah katından indirilen kitapla değil, kendi iradeleriyle, istekleriyle ve arzularıyla öngörenler...

Evet bu grupların ikisi de, Allah’ın hidayetine değil, kendi hevasına tabidir.

Her iki grup da:

“Allah’tan başka ibadete layık ilah yoktur. Muhammed Allah’ın Resulüdür.” şehadetinin gereğini gerçek anlamıyla yerine getirmiyordur.

Çünkü:

  1. Tevhide gerçek anlamda şahitlik etmek:

  2. Ancak Allah için sevmek,

  3. ancak Allah için buğzetmek,

  4. ancak Allah için dost edinmek,

  5. ancak Allah için düşmanlık beslemek,

  6. ancak Allah’ın sevdiğini sevmek,

  7. ancak Allah’ın buğzettiğinden buğzetmek,

  8. ancak Allah’ın emrettiğini emretmeyi ve

  9. ancak Allah’ın yasakladığını yasaklamayı gerektirir.

  10. Sen,ancak Allah’tan ümit edebilirsin.

  11. Ancak Allah’tan korkabilirsin ve ancak Allah’tan isteyebilirsin.

İşte İbrahim’in milleti budur.

Allah’ın bütün peygamberlerle gönderdiği İslâm da budur.

Eğer yok olmak, fena bulmak diye bir şey varsa, bunda yok olmak gerekir. Resullerin getirdiği dinde yani.

Düzmece ilahlara ibadet etmekten yüz çevirip Allah’a ibadette yok olmak.

Allah’tan başkasına itaat etmekten kaçınıp Allah’a itaat etmekte yok olmak.

Allah’tan başkasına tevekkül etmeyip sırf Allah’a güvenip dayanmakta yok olmak.

Başkasına ümit bağlamaktan, başkasından korkmaktan uzaklaşıp sadece Allah’a ümit bağlamakta ve sadece Allah’tan korkmakta yok olmak...

O zaman kişi hak ile beraber olur, halk ile değil.

Tıpkı şeyh Abdulkadir’in dediği gibi:

Hak ile beraber ol, halk ile değil; halk ile beraber ol, nefis ile değil.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ın Resulü olduğuna gerçek anlamda şehadet etmek:

Ona itaatin Allah’a itaat, onu hoşnut kılmanın Allah’ı hoşnut kılmayı gerektirir. Çünkü Allah’ın dini Hz. Muhammed’in (s.a.v.) getirdiğidir.

Helâl; onun helâl dediği, haram; onun haram kıldığıdır.

Din; onun yasalaştırıp şeriat kıldığı düzendir.

Bu yüzden yüce Allah, kendisini sevdiklerini iddia edenlerden Hz. Muhammed’e (s.a.v.) tabi olmalarını istemiş ve şöyle buyurmuştur:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, beni sevin ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran, 31)

“Allah da sizi sevsin...” ifadesiyle, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) tabi olanlara Allah’ın sevgisi garanti ediliyor.

Bu anlamda Hz. Muhammed’e (s.a.v.) tabi olan kişinin tek istediği, Allah ve Resulü’nün sevdiğidir. Tek sevmediği de Allah ve Resulü’nün sevmediğidir. İşte Hakkın sevdiği de budur.

Nitekim kutsi bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Kulum nafile ibadetlerle bana yakın olmaya çalışır. Sonunda onu severim. Onu sevdiğim zaman, işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür. Benden bir şey isterse, mutlaka veririm. Bana sığınırsa, mutlaka himaye ederim. Mü’min kulumun canını alırken tereddüt ettiğim kadar yaptığım hiçbir şeyde tereddüt etmem. Çünkü mü’min kulum ölmeyi istemez, ben de onu üzmek istemem. Fakat ölüm kaçınılmazdır.” (Buhari, er-Rikak, 38)

İşte hakkın sevgilisi budur.

Resule tabi olan hakkın sevgilisidir.

O, Resulün davet ettiği farz ve nafile ibadetlerle Allah’a yakın olur.

Bilindiği gibi böyle olan kimse, Allah’a ve Resulü’ne itaat etmeyi sever. Allah ve Resulü’ne isyan etmekten nefret eder.

Çünkü farz ve nafilelerin tümü, Allah ve Resulü’nün sevdiği ibadetlerdir. Bunların içinde de küfür ve fısk yoktur.

Hakkın sevdiği şeyleri yaptığı için de, bunları yapan kişiyi Allah sever. Çünkü karşılık yapılan işle aynı türden olmalıdır.

Kul, farzları yerine getirdikten sonra, nafileleri işlemek sûretiyle hakkın sevdiği şeylerle Allah’a yaklaşmaya çalıştığı için hak da onu sever.

Çünkü bu kul, bütün gücünü hakkın sevdiği şeylere adamıştır. Sonunda hak da onu tam bir sevgiyle sever ki, sevdikleri aracılığıyla hakka yaklaşma çabasında ondan daha aşağı düzeyde olan bir kimse bu dereceye ulaşamaz.

Bu derecedeki kul, hak ile bilir, hak ile amel eder. Hak ile işitir, hak ile görür, hak ile tutar ve hak ile yürür.