Tevekkül ibadettir

Şunu demek istiyoruz:

Allah sadece tevekkül etmeyi emretmemiştir. Tevekkülün yanında kendisine ibadet edilmesini ve takva sahibi olunmasını da emretmiştir.

Takva ise, emredileni yapma ve yasaklananı da terk etme anlamını içerir.Bir kimse, emredilenleri yapmadan sırf tevekkülle rabbini razı edeceğini sanıyorsa, sapıklık içindedir.Yine bir kimse,tevekkül etmeden Allah’ı razı edecek şeyler yaptığını sanıyorsa,o da sapıklık içindedir.Bilakis,Allah’ın emrettiği ibadetleri yerine getirmek farzdır.

İbadet kavramı mutlak olarak kullanıldığı zaman tevekkülü de kapsar. Ama ikisi birlikte zikredildiğinde, tevekkülün kendine özgü anlamı belirginleşir. Tıpkı takva ve resule itaat gibi. Çünkü takva mutlak olarak zikredildiğinde, bunun içine peygambere itaat de girer. Bazen bu iki kavram birbirine atfedilir. Hz. Nuh’un (a.s.) söylediği gibi:

“Allah’a kulluk edin...” (Nuh, 3)

Yine Hz. Nuh’un (a.s.) şu sözü gibi:

“Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzab, 70)

Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür.

Yüce Allah birçok yerde kendisine yönelik ibadet ile kendisine tevekkül edilmesi birlikte zikretmiştir:

“De ki: O, benim rabbimdir, O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O’na tevekkül ettim ve dönüş O’nadır.” (Rad, 30)

Şuayb peygamberin (a.s.) şu sözü de buna örnektir:

“Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na döneceğim.” (Hud, 88 )

Çünkü Allah’a dönmek, O’na ibadet etmek ve O’na itaat etmek şeklinde olur. Resule itaat de bunun içindedir. Allah’ın muttaki velilerinin özelliklerinden biri olmasından öte, kul, Allah’ın emrettiklerini yapmadan ve yasakladıklarını terk etmeden Allah’a ve resulü’ne itaat etmiş olamaz. Tevekkül de bunun içine girer.

Fakat, tevekkülü, emredilen sebeplerden müstağni olmak olduğunu zanneden kimse, sapma içindedir. Bu, tıpkı, Allah’ın emrettiklerini yapmaksızın, mutluluk ve mutsuzluk bağlamında sırf Allah’ın kaderine tevekkül ettiğini sanan kimsenin durumuna benzer.

Buhari ve Müslim’de belirtildiğine göre, bu mesele peygamberimize (s.a.v.) sorulmuş ve peygamberimiz (s.a.v.) şöyle demiştir:

“Sizden hiç kimse yoktur ki, cennette ve cehennemde oturacağı yer yazılmış olmasın. Orada bulunanlar dediler ki:

Ya Resulallah! Öyleyse amel etmeyi bırakıp bu yazılanlara tevekkül etmemiz gerekmez mi? Buyurdu ki: Hayır! Amel edin. Çünkü herkes için, yaratılışının gayesine götürücü ameller kolaylaştırılır.” (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader, 6 )

Yine Buhari ve Müslim’de yer alan bir hadiste peygamberimize (s.a.v.) şöyle söylendiği rivayet edilir:

“İnsanların neler için amel ettiklerini ve yorulduklarını görüyor musun? Kalemler kurumuş ve sayfalar dürülmüştür... Peygamberimize (s.a.v.): O halde ameli terk etmemiz ve yazılanlara tevekkül etmemiz gerekmez mi? diye soruldu. (Müslim, Kader, 10 ) buyurdu ki: Hayır! Amel edin. Çünkü herkes için, yaratılışının gayesine götürücü ameller kolaylaştırılır.” (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader, 8 )

Peygamberimiz (s.a.v.) Allah tarafından yaratılmış meşru sebeplerin kaderin kapsamına girdiğini açıklamıştır. Peygamberimize (s.a.v.) soruldu:

“Dualarla korunmamız, hastalıklardan koruyucu tedbirler almamız ve ilaçla tedavi olmamız, Allah’ın takdir ettiği bir şeyi geri çevirir mi? Buyurdu ki: Bunlar da Allah’ın kaderinin kapsamına girerler.” (Tirmizi, Tıb, 21; Kader, 12)

Kuşkusuz sebepleri temel belirleyici etken olarak kabul edip onlara yönelmek şirktir.

Sebeplerin etkinliğini reddetmek de akıl noksanlığının bir göstergesidir. Emredilen sebeplere sarılmaktan kaçınmak, şeriat açısından bir noksanlıktır.

Kulun kalbi Allah’a güvenmelidir, herhangi bir sebebe değil. Allah, dünya ve ahireti için faydalı olan sebepleri ona bahşeder.

Kula takdir edilen sebepleri yerine getirmek emredilmişse, kul, Allah’a tevekkül etmekle birlikte bu sebepleri yerine getirmelidir. Farz ibadetleri eda ettiği, düşmana karşı cihad ettiği, silah kuşandığı ve savaşta zırh giydiği gibi.

Eğer kul, cihad gibi kendisine emredilen görevleri yerine getirmeden sırf Allah’a tevekkül ederek düşmanı püskürtemez. Kendisine emredilen sebepleri terk eden kimse, acizdir, aşırılığa kaçmıştır ve dolayısıyla yergiyi hakketmiştir.

Sahih-i Müslim’de Ebu Hureyre’nin peygamber efendimizden (s.a.v.) şöyle rivayet ettiği belirtilir:

“Güçlü mü’min Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Her hayırda sana yarayan hakkında ihtiraslı ol. Allah’tan yardım iste ve sakın acizlik gösterme. Eğer başına bir şey gelirse, keşke şöyle şöyle yapsaydım, deme. Ama: Bu Allah’ın kaderidir. Allah dilediğini yapar, de. Çünkü “keşke” şeytanın amellerinin başlangıcıdır.” (Müslim, Kader, 34)

Sünen-i Ebu Davud’da belirtildiğine göre, iki adam peygamberimizin (s.a.v.) huzurunda muhakemeleşir. Peygamberimiz bunlardan birinin aleyhine hüküm verir. Aleyhine hüküm verilen kişi:

“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, der. Bunun üzerine peygamberimiz (s.a.v.) ona şu karşılığı verir: Allah acizlik gösteren kişiyi kınar. Sana düşen, aklını kullanmaktır. Bir şey sana ağır geliyorsa, üstesinden gelemiyorsan, o zaman: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir (Hasbunallah ve ni’mel vekil), de.” (Ebu Davud, Akdiye, 28; Ahmed, 6/25).

Tevekkülde yanılgı