Kabir ziyareti

Müslümanların kabirleri ziyaretleri iki şekilde olur:

Şer'İ ziyaret ve bid'at olan ziyaret.

Şer'î ziyaret, cenaze namazındaki amaç, nasıl onun için dua etmek ise, kabri ziyaretteki amaç da o kabirdeki ölü için dua etmektir. Kabri başında durmak da, cenaze namazını kılmak türündendir. Yüce Allah münafıklar hakkında şöyle buyurmaktadır:

«Ve onlardan ölen birine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma» (9 Tevbe 81)Böylece yüce Allah, Peygamberini, münafıkların cenaze namazlarını kılmaktan ve kabirleri başında durmaktan sakındırmaktadır. Çünkü onlar, Allah ve Resulüne inanmamış; kâfir olarak ölmüşlerdir. Bu illetten, yani kâfir olmalarından dolayı cenaze namazlarını kılmayı da, kabirleri başında durmayı da yasaklayınca, bu, şuna işaret eder ki, bu illet ortadan kalkınca yasaklama da kalkmaktadır.

Yasaklamanın onlara tahsis edilmesi, başkalarının namazlarının kılınacağını ve kabirleri başında durulacağını gösterir. Çünkü hiç kimse hakkında kabir ziyareti meşru olmasaydı, yasaklama onlara hâs kılınmaz ve bunun nedeninin, kâfir oluşları olduğu belirtilmezdi. İşte bu nedenledir ki, mü'minlerin cenaze namazlarını kılmak ve kabirleri başında durmak, mütevatir sünnettendir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) müslüman ölülerin cenaze namazlarını kılmış ve bunu ümmetine teşri buyurmuştur. Ümmetinden biri defnedildiğinde kabri başında durur ve :

«Onun için sebat isteyiniz. Çünkü şimdi o, sorguya çekilmektedir» buyurmuştur. (Hadîsi, Ebû Dâvud ve başkaları rivayet etmiştir) (Ebû Dâvud, Cenâiz 69).

Yine Baki' mezarlığını ve Uhud'taki şehidleri ziyaret ediyor ve ashabına, kabirleri ziyaret ettiklerinde şöyle demelerini öğretiyordu :

«Selâm size ey mümin ve müslüman diyarın ehli. înşâallah bizler de size ulaşacağız. Allah, sizden ve bizden öncekilere ve sonrakilere merhamet etsin. Allah'tan, bize ve size afiyetler dileriz. Ecirlerinden bizi mahrum etme ve onlardan sonra bizi imtihan etme Allah'ım!» (Nesâî, Cenâiz 103; Müslim, Cenâiz 103; İbn Mâce, Cenâiz 36).

Müslim'in Sahîh'inde Ebû Hüreyre' den yapılan bir rivayete göre de Resûlüllah (s.a.v.) mezarlığa gitmiş ve şöyle buyurmuştur :

«Selâm size ey mü'minler topluluğunun diyarı, înşâallah bizler de size ulaşacağız» (Müslim, Cenâiz 102; Ebû Dâvud, Cenâiz 79).

Bu konudaki hadîsler sahih ve malûmdur. Mü'minlerin kabirlerine yapılan şer'î ziyaretten maksat, onlar için dua etmektir.

Bu ziyaret, ortak noktaları olan kâfirlerin kabirlerini ziyaret etmekten farklıdır. Nitekim Müslim'in Sahîh'i ile Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'de Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği nakledilmektedir: Resûlüllah (s.a.v.) annesinin kabrine geldi. Kabri başında ağladı. Bu yanındakileri de ağlatmıştı. Sonra şöyle buyurdu:

«Ona (anneme) mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, izin verdi. Kabirleri ziyaret edin, çünkü onlar size âhireti hatırlatır» (Müslim, Cenâiz 105,, 108; Ebû Dâvûd, Cenâiz 77) . (Resûl-i Ekrem'in ebeveyni hakkındaki bu gibi rivayetler müslüman bilginler arasındaki anlaşmazlık konularından birisini teşkil etmektedir. Bu hususta yazılmış birçok kitab, Resûlullah'ın anne ve babasının ehl-i necat olup olmadığı kanaatlerinin isbatına hasredilmiştir. Bu alanda yazılmış ve Resûlüllah'ın ebeveyninin ehl-i necattan olduğunu ilmî bir duyarlılıkla ele alan en önemli eserin Hafız Süyûtî'ye ait olduğu belirtilmektedir. Daha geniş bilgi için bakınız; «Sahih-i Buhârî muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi 4/535»)

Kabirdeki kâfir bile olsa, bu tür ziyaret ölümü hatırlatması bakımından yararlı ve meşrudur. Ama, ölü için dua etmek amacıyla ziyaret böyle değildir. Bu, yalnızca mü'minin kabrini ziyaret hakkında meşrudur.

Bid'at olan ziyarete gelince, ölüden ihtiyacını gidermesini istemek, ondan dua ve şefaat beklemek, ya da kabri başında dua etmenin icabete daha şayan olacağı düşüncesiyle yapılan ziyarettir. Bu düşüncelerle yapılan ziyaretlerin hepsi sonradan uydurulmuş bid'atler olup Peygamber (s.a.v.) böyle bir şeyi teşri etmemiş ve sahabe de, Peygamber (s.a.v.)'in veya bir başkasının kabrini bu şekilde ziyaret etmemişlerdir. Bu, bir tür şirk veya şirke götüren yollardandır.

Onlara dua etme, ya da onların yanında dua etme düşüncesini taşımadan, peygamberlerin ve salih kimselerin mezarları yanında namaz kılacak olursa, meselâ kabirlerini mescid edinirse, bu, haram olup yasaklanmıştır. Bunu yapan kişi, Allah'ın gazap ve lanetine uğramıştır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

«Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinenler için Allah'ın gazabı çetin oldu».

Yine şöyle buyurmaktadır:

«Allah yahudi ve hıristiyanları kahretsin. Çünkü onlar, peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler» (Buhârî, Salât 48, Cenâiz 69, 96; Müslim, Mesâcid 19).

Bu gibi sözleriyle Peygamber (s.a.v.), bizleri onların yaptıklarından sakındırmaktadır. Yine şöyle buyurmaktadır:

«Sizden öncekiler, kabirleri mescid ediniyorlardı. Kabirleri mescid edinmeyin. Sizi bundan sakındırıyorum, bilesiniz» (Muvatta', Kasru's-Salât fi's-Sefer 85).

Böyle davranmak haram ve Allah'ın gazap ve lanetine sebep olunca, artık ölüye yalvaran, ya da yanında veya onunla dua eden ve bunun, duasına icabet edilmesine, isteklerine nail olmasına ve ihtiyaçlarının yerine getirilmesine sebep olacağına inananın durumu nasıldır? Hz.Nûh'un kavminde şirkin ve putlara tapma sebeplerinin ilki buydu.

İbn Abbas şöyle demektedir: «Hz. Âdem ile Nuh arasında on nesil vardı. Hepsi de islâm üzereydi. Sonra aralarındaki salih kimseleri tazim etmeleri nedeniyle şirk ortaya çıktı.»

Buhari 'nin Sahîh'i ile tefsir ve peygamber kıssalarıyla ilgili kitablarda İbn Abbas ve başkalarından nakledilen müstefiz haberlerde, «Dediler ki: 'Tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne de Yeğüs'u, Ye'uk'u ve Nesri bırakmayın» (71 Nuh, 23) âyetiyle ilgili olarak Şöyle denilmektedir: Âyette adı geçenler, Hz. Nuh kavminden salih kimselerdi. Öldüklerinde sık sık kabirlerinin başında toplanır oldular. Sonra da heykellerini yapıp onlara ibadet ettiler. İbn Abbas diyor ki: Daha sonra bu putlar Arap kabilelerinde de yaygınlaştı.

Materyalist ve mülhid filozoflardan bir grup zamanla yeni bir tür şirk icat ettiler. Bunu, kabirleri ziyaret konusunda zikrettiler Nitekim İbn Sina ve «el-Kütüb el-Maznûn bihâ», adlı eserin sahibi gibi İbn Sina 'nın peşinden gidenler bunu söz konusu etmiş ve şefaate kendi metodlarına uygun bir anlam vermişlerdir. Onlar Allah'ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını, cüz'iyyâtı bildiğini kullarının seslerini duyduğunu ve dualarına icabet ettiğini kabul etmektedirler.

Onlara göre Peygamber ve salihlerin şefaati, îman ehlinin bildiği gibi, salih kişinin yaptığı bir dua olup Allah'ın da onun bu duasına icabet etmesi şeklinde değildir. Yine onlara göre, Peygamber ve salih kimselerle istiskâ yapılıp onların duasına icabet sebebiyle yağmurun yağması mümkün değildir.

Aksine onlar, tabiat olaylarında etkili olan nefsânî kuvvetlerin atmosfer olayları veya tabiat kuvvetleri olduğunu ileri sürerler. Derler ki: Kişi, ölmüş olan salih birini severse, özellikle kabrini ziyaret ettiğinde ruhu ile ölen kişinin ruhu arasında bir ilişki meydana gelir. Onlara göre akl-ı faal'dan, ya da felekî nefsten ayrılan o ölmüş kimsenin ruhu, Allah'ın bilgisinin dışında - hatta ziyaretçi ruhun da farkına varmayacağı bir şekilde - şefaat dileyen ziyaretçinin ruhuna feyiz saçar. Buna örnek olarak da şunu söylerler: Güneşe karşı bir ayna tutulduğunda, ayna güneşin ışınlarını alır. Sonra o aynanın karşısına başka bir ayna tutulursa bu ikinci ayna, ışınlarını birincisinden alır. Bu aynanın karşısında da bir duvar ya da su bulunacak olsa, ışınları bunlara iletir. Onlara göre şefaat de işte böyledir. Ziyaretçi bu şekilde yararlanır. Bu söylenenler üzerinde düşünen herkes küfür türlerini açıkça görür.

İnsanın sapıtmasına sebep olarak putların yanında şeytanların bulunması, oraya gelenlere hitapları ve birtakım tasarruflarda bulunmaları şüphe götürmeyen bir vakıadır. Kabirlerin put edinilmeleri de, şirkin ilkidir. İşte bu sebepledir ki, bazı kimselere kabirlerin yanındayken sesler gelir; onlara birileri görünür ve birtakım garip tasarruflara tanık olurlar. Böylece bu şeyleri o ölünün yaptığını sanırlar. Oysa onları yapanlar cin ve şeytanlar olabilir. Meselâ, kabrin yarıldığını, içinden ölünün çıktığını, kendileriyle konuşup kucaklaştığını görürler. Bu, diğerlerinin kabirleri yanında olabileceği gibi peygamberlerin kabirleri yanında da olur. Oysa kabirden çıkan şeytandır. Şeytan, insanın suretine girerek, kendisinin peygamber ya da falan şeyh olduğunu söyler. Halbuki o, yalancıdır.

Bu konuda o kadar çok olay vardır ki, burada hepsini zikretmek mümkün değildir. Cahil kişi, kabirden çıkıp kendisiyle kucaklaşan ya da konuşanın, o kabirde yatan kişi ya da peygamber veya salih kişi olduğunu sanır. Ama (ilim sahibi) îmanı kuvvetli mü'min, onun şeytan olduğunu bilir. Bunun şeytan olduğu şu özelliklerle bilinir:

1 — Gören kişi samimiyetle ve doğru olarak Âyete'l-Kürsî'yi okumasıyla. Böylece görünen şahıs hemen yok olur. Veya yere gömülür. En azından görünmez olur. Eğer o kişi gerçekten salih biriyse, ya da bir melek ve mü'min bir cin ise, Âyete'l-Kürsî ona zarar vermez. O, ancak şeytanlara zarar verir. Nitekim Buhari' nin Sahîh'inde anlatıldığı şekliyle cinlerden biri, Ebû Hüreyre'ye: «Yatağına girdiğinde Âyete'l-Kürsî'yi oku. O zaman Allah'tan bir koruyucu seni korur; sabaha kadar hiçbir şeytan sana yaklaşamaz» demişti. Olayı duyan Resûlüllah (s.a.v.), Ebû Hüreyre'ye

«O, bir yalancı olduğu halde sana doğruyu söylemiştir» demiştir.(Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'an 3; Ahmed İbn Hanbel 423)

2 — Şeytanlardan Allah'a sığınmasıyla.

3 — Bu konudaki diğer şer'î duaları okuyarak sığınmasıyla.

Şeytanlar, peygamberlerin hayatlarında karşılarına çıkar ve onlara eziyyet etmek, ibadetlerini bozmak isterlerdi. Nitekim bir defasında Peygamber (s.a.v.)'e cin gelmiş ve bir ateş aleviyle onu yakmak istemişti. Bunun üzerine Cebrail, Ebu't-Tayyah' tan rivayet edilen hadîsin ihtiva ettiği meşhur sığınma duasını getirdi. Ebu't-Tayyah diyor ki: Biri, yaşlı ve Peygamber (s.a.v.)i görmüş Abdurrahman b. Hubeyş'e sordu; Şeytanlar Resûlüllah (s.a.v.) 'e komplo hazırladığında Resûlüllah ne yaptı? Abdurrahman dedi ki: Şeytanlar, çukur ve vadilerden çıkıp Resûlüllah'a doğru akın etmeye başladılar. Resûlüllah korktu; ne yapacağını şaşırmıştı. Bunun üzerine Cebrail geldi ve ona: «Ey Muhammed, söyle» dedi. Resûlüllah: «Ne söyliyeyim?» diye sordu. Cebrail: Şöyle söyle, dedi:

«Allah'ın yaratıp çoğalttığı ve kendilerine bir düzen verdiği şeylerin şerrinden, gökten inenin ve ona tırmananın şerrinden, yerden çıkanın ve ona girenin şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinin şerrinden, iyilikle gelen hariç ansızın gece gelenin şerrinden, ne iyi ve ne de kötünün aşamadığı Allah'ın mükemmel kelimelerine (kanunlarına) sığınıyorum, Ya Rahman!»

Buhari ve Müslim'de Ebû Hüreyre'nin şöyle bir hadîsi mevcuttur: Peygamber Efendimiz buyurdular:

«Dün gece namazımı kesip bana kötülük etmek üzere cinden bir ifrit geldi. Fakat Cenâb-ı Hak ona karşı bana güç verdi de onu defettim. Sonra onu yakalayıp sabahleyin siz kalktığınızda bakasınız diye Mescid'in bir direğine bağlamak istedim. Ama Süleyman (a. s,)'ın: 'Rabbim beni yarlığa ve bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver'(38 Sa'd 35)şeklindeki ilticasını hatırlayıp bundan vazgeçtim. Böylece Cenâb-ı Hak onu hakir ve kovulmuş bir şekilde defetti» (Buhârî, Salât 75; Müslim, Mesâcid 39).

Hz. Aişe'den şöyle rivayet olunmuştur: Hz. Peygamber (s.a.v) namaz kılıyordu. Şeytan gelip O'na musallat oldu. Hz. Peygamber Şeytan'ı yakalayıp yere çaldı ve boğazını sıktı. Resûlüllah Efendimiz buyuruyorlar :

«...o kadar ki dilinin serinliğini elimin üzerinde hissettim. Süleyman (a.s.)'ın duası olmasaydı insanların görmesi için onu bağlamak da mümkündü.»

Bu hadîsi, Nesâî tahric etmiş olup el-Hakim'in «Sahîh»inden daha güvenilir olan «Muhtar» 'ında Ebû Abdillâh el -Makdisî'nin zikrettiği gibi, isnadı İmam Buhârî'nin şartlarını hâizdir. Ebû Said el-Hudrî' den ise şunlar rivayet edilmiştir:

«Hz. Peygamber sabah namazını kılıyordu; Ebû Said de, hemen O'nun arkasındaydı. Hz. Peygamber kıraati karıştırdı. Namazını tamamlayınca buyurdular ki :

«Benimle İblis'i bir görseydiniz! Elimi uzattım ve derhal boğazını sıktım. O kadar ki, salyasının serinliğini - baş ve işaret parmaklarını göstererek - şu iki parmağımda hissettim. Şayet kardeşim Süleyman'ın duası olmasaydı, inanın onu Mescid'in direklerinden birine bağlardım; Medine'nin çocukları da gelip onu oyuna alırlardı. Artık kim kendisi ile kıble arasına hiç kimsenin girmemesine güç yetirebilirse bunu sağlasın» (İbn Hanbel l l l / 82-83).

Bu hadîsi İmâm Ahmed «Müsned» 'inde, Ebû Dâvud «Sünen» 'inde rivayet etmiştir.

Müslim'in Sahih'inde Ebü'd-Derdâ'nın şöyle dediği nakledilir: «Hz. Peygamber namaz kılmak üzere kalmıştı. O'nun şöyle dediğini işittik: 'Senden Allah'a sığınırım'. Sonra üç defa da: 'Allah'ın lânetiyle lanet sana!' dedi ve sanki bir şeyi tutarmış gibi elini uzattı. Namazını bitirince biz sorduk;

— Yâ Resûlâllah! Namazda bir şeyler söylediğini işittik; bunları daha önce senden hiç duymamıştık. Elini uzattığını da gördük? Buyurdular ki:

«Allah'ın düşmanı İblis, yüzüme çarpmak için bir ateş alevi getirdi. Ben hemen üç defa: 'Senden Allah'a sığınırım' dedim ve ekledim: 'Allah'ın tüm lânetiyle seni lanetlerim'. Bunun üzerine İblis geriledi. Sonra ben onu yakalamak istedim. Kardeşimiz Süleyman'ın ilticası olmasaydı şüphesiz İblis, Medine çocuklarının oynayacağı şekilde bağlanmış olurdu» (Müslim, Mesâcid 40).

Bütün bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere şeytanlar, eziyet vermek, ibâdetlerini ifsâd etmek için peygamberlere bile gelip musallat olduğuna ve Cenâb-ı Hak, peygamberleri te'yid ettiği dua, zikir, ibadet ve elle cihâd gibi şekillerle bu şeytanları defettiğine göre, peygamberlerden daha aşağı seviyede olan insanlar haydi haydi şeytanlarla mübtelâdır.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ins ve cin şeytanlarını, Cenâb-ı Hakk'ın kendisini onunla desteklediği çeşitli bilgiler ve en faziletlisi namaz ve cihâd olan amellerle zelîl kılıp reddetmiştir.

Hz. Peygamber'in hadîslerinin pek çoğu namaz ve cihâdla ilgilidir. Kini peygamberlerin yolundan giderse Allah ona, peygamberlere yardım ettiği şeyle yardım eder.

Kendileri için meşru kılınmamış bir din ihdası ile, emrolundukları ortağı bulunmayan tek Allah'a ibadeti ve ümmetine teşri buyurduğu hususlarda Resulüne uymayı bırakan, peygamberler ve sâlih kişiler hakkında aşırılık ve onlarla şirk koşma bid'atını uyduranlara gelince, işte bunları şeytanlar oyuna alır. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:

«Gerçek şu ki Şeytan'ın inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde hiç bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sâdece, onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir» (16 Nahl 99-100) .

Yine Allah Teâlâ buyurmaktadır:

«Kullarım üzerinde senin (ey Şeytan) bir nüfuzun olamaz. Ancak sapıklardan sana uyanlar müstesna» (15 Hicr 42) .

Musallat olanın şeytan olduğunu bilmenin yollarından birisi de, böyle bir şey gören kimsenin, durumu aydınlığa kavuşturması için Rabbine dua etmesidir.

Bir başka usûl, bu görünen şahsa: «Sen falancasın öyle mi?» diye sorup ona karşı büyük yeminler vermesi, Kur'ân'da mezkûr tehdit ihtiva eden âyetleri okuyup hatırlatması ve şeytanlara zarar veren buna benzer diğer yollara başvurmasıdır.

Yine bu türden olmak üzere birçok kişi Kabe'nin kendisini tavaf ettiğini görür; üzerinde muazzam bir şekil bulunan büyük bir arş görür, inip çıkan birtakım varlıklar müşahede eder ve bunları melekler, bu muazzam şekli de -hâşâ Cenâb-ı Hak zanneder; oysa bu Şeytan'dır. Birçok kişinin başından böyle olaylar geçmiştir. Bunlardan bir kısmını Allah Teâlâ korumuş, onlar da görünenin Şeytan olduğunu anlamışlardır.