KADER,Bu meseleye Resulullah'ın cevabı

       Allah’a hamd olsun.

Allah Resulu (s.a.v.) birden çok hadiste bu soruya cevap vermiş. Örneğin, Buhari ve Müslim’de İmran b. Husayn’dan şöyle rivayet edilir:

“Denildi ki: Ya Resulallah! Cennet ehli olanlar cehennem ehlinden ayırdedilip biliniyor mu?

“Evet”, dedi.

 Denildi ki: O halde amel edenler ne diye amel ediyorlar? Buyurdu ki:

“Herkes, hangi akibet için yaratılmışsa, o bu akıbete götürücü ameller kolaylaştırılır.” (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader 9)

Rivayetin Buhari’deki versiyonunda şu ifade geçer:

“Dedim ki: Ya Resulallah! Herkes, yaratıldığı şeyi veya kendisine kolaylaştırılan ameli mi işler?”

Müslim sahihinde Ebu’l Evved ed-Düeli’den şöyle rivayet eder:

İmran b. Husayn bana dedi ki:

Sence insanlar şu anda ne yapıyorlar? Ne uğruna zahmet çekiyorlar?

Daha önce belirlenen bir kaderde kendileri için takdir edilen ve haklarında yürürlüğe konulan bir şey için mi?

Yoksa peygamberlerinin kendilerine getirip de haber verdiği, böylece aleyhlerine bir kanıt olarak ortaya koyduğu ve gelecekte karşılaşacakları bir şey için mi?

Dedim ki:

Daha önce belirlenen bir kaderde kendileri için takdir edilen ve haklarında yürürlüğe konulan bir şey için... Dedi ki: Peki bu zulüm olmaz mı?” Onun sözü karşısında irkildim ve dedim ki:

“Her şeyi Allah yarattı ve her şey O’nun mülküdür. Allah yaptığından sorumlu tutulmaz, onlar sorumlu tutulurlar.”

Dedi ki: Allah sana rahmet etsin. Bu soruyu sana sormamdaki maksadım, aklını daha iyi çalıştırıp daha doğru anlamanı sağlamaktan başka bir şey değildir. Çünkü Müzeyne kabilesinden iki adam Resulullah’a (s.a.v.) geldiler ve dediler:

“Ya Rasulallah! Sence insanlar şu anda ne yapıyorlar? Ne uğruna zahmet çekiyorlar? Daha önce belirlenen bir kaderde kendileri için takdir edilen ve haklarında yürürlüğe konulan bir şey için mi? Yoksa peygamberlerin kendilerine haber verdiği, böylece aleyhlerine bir kanıt olarak ortaya koyduğu ve gelecekte karşılaşacakları bir şey için mi?”

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki:

Bilakis; kendileri için takdir edilen ve kendileri hakkında yürürlüğe konulan bir şey için. Bunun kanıtı da Allah’ın kitabındaki şu ayettir: “Nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene.” (Şems, 7-8) (Müslim, Kader, 10)

Müslim sahihinde Züheyr’den, Ebu Zübeyr’den ve Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet eder:

Süraka b. Malik b. Cü’süm geldi ve dedi ki:

“Ya Resulallah! Sanki şu anda yaratılmışız gibi bize dinimizi açıkla. Bu gün ne için amel edilir? Kalemlerin mürekkeplerinin kuruduğu ve kaderlerin takdir edildiği şeyler için mi? Buyurdu ki:

“Bilakis; kalemlerin kuruduğu ve kaderlerin takdir edildiği şeyler için.”

Dedi ki: Şu halde neden amel etmeyelim ki?

Züheyr şöyle der:

Burada Ebu Zübeyr anlamadığım bir şey söyledi. Ne dediğini sordum. Dedi ki: Amel edin, çünkü herkese kolaylaştırılır.” (Müslim, Kader, 8)

Hadisin diğer bir versiyonunda lafız şöyledir:

“Resulullah (s.a.v.) dedi ki:

“Herkese yapacağı amel kolaylaştırılır.” (Müslim, Kader, 8)

Buhari ve Müslim’de Ali b. Ebu Talib’den (r.a) şöyle rivayet edilir:

“Garkad arazisinde bir cenazedeydik. Resulullah (s.a.v.) yanımıza geldi, oturdu. Biz de etrafında oturduk. Elinde bir baston vardı. Sonra başını eğip daldı, o sırada elindeki asasıyla toprağı eşeliyordu. Bir süre sonra şöyle dedi:

Sizden hiç kimse ve nefes alıp veren hiçbir şahıs yoktur ki, Allah, onun cennetteki ve cehennemdeki yerini ve mutsuz veya mutlu olacağını yazmış olmasın.”

Bir adam şöyle dedi:

“Ya Resulallah! O halde bu yazıya tevekkül edip amel etmeyi bırakalım mı? Nasıl olsa mutluluk ehli olan kimse, mutluluk ehli olanların amellerinin akıbetine ve mutsuzluk ehli olan kimse de, mutsuzluk ehli olanların amellerinin akıbetine varacaktır.”

Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

“Amel edin! Çünkü herkese ameli kolaylaştırılır. Mutluluk ehli olanlara mutluluk ehlinin amelleri kolaylaştırılır. Mutsuzluk ehli olanlara da mutsuzluk ehlinin amelleri kolaylaştırılır.”

Ardından şu ayetleri okudu:

“Kim verir ve sakınırsa, en güzeli tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız.” (Leyl, 5-10) (Buhari, el-Cenaiz, 83; Müslim, Kader, 6)

Rivayetin Buhari’deki versiyonunda lafız şöyledir:

“O zaman bizimle ilgili olarak yazılana güvenip amel etmekten vazgeçmeli değil miyiz? Nasıl olsa, bizden mutluluk ehli olanlar, mutluluk ehlinin amelinin gerektirdiği akıbete ve mutsuzluk ehli olanlar da, mutsuzluk ehlinin amelinin gerektirdiği akıbete varacaktır?! Buyurdu ki:

Mutluluk ehlinin amelini işle.”

Buhari ve Müslim’de Ali’den (r.a) şöyle rivayet edilir:

“Bir gün Resulullah (s.a.v.) elinde bir değnek yeri eşeliyordu. Bir ara başını kaldırdı ve şöyle dedi:

Sizden hiç kimse yoktur ki cennetteki ve cehennemdeki menzili şu anda biliniyor olmasın.” Dediler ki: “Ya Resulallah! O halde ne diye amel ediyoruz? Tevekkül etsek daha iyi olmaz mı? Buyurdu ki:

Hayır; amel edin! Çünkü herkese, yaratıldığı akıbete uygun ameller kolaylaştırılır.”

Ardından şu ayetleri okudu:

“Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa ve en güzel olanı doğrularsa, biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel olanı da yalan sayarsa, biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.” (Leyl, 5-10) (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader, 7)

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu ve benzeri hadislerde, Kur’an’ın da haber verdiği gibi, yüce Allah’ın, kulların varacakları mutluluk ve mutsuzluğu önceden bildiğini, yazdığını ve takdir ettiğini haber veriyor. Kulların ve başka varlıkların hallerini önceden bilip yazdığı gibi.

Nitekim Buhari ve Müslim’de Abdullah b. Mesud’dan şöyle rivayet edilir:

Doğru sözlü ve sözleri her zaman doğrulanan Resulullah (s.a.v.) şöyle anlattı:

“Sizden her birinizin ana rahmindeki yaratılışının ilk kırk günü nütfe şeklinde geçer. Sonraki kırk günde bir kan pıhtısı olur. Ondan sonraki kırk günde bir çiğnem et olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle ona gönderir. Melek onun amelini, ecelini, rızkını, mutsuz veya mutlu oluşunu yazar. Sonra onun içine ruh üfler. Kendisinden başka ibadete layık ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, içinizden biri sürekli olarak cennet ehlinin amelini işler, nihayet onunla cennet arasında bir zira kadar mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam ateş ehlinin amelini işleyerek ateşe girer. Yine içinizden biri sürekli olarak ateş ehlinin amelini işler, nihayet onunla ateş arasında bir zira kadar bir mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer.” (Buhari, Bed’ul halk, 6; Müslim, Kader 1)

Yine Buhari ve Müslim’de Enes b. Malik’ten merfu olarak şöyle rivayet edilir:

“Allah, ana rahmine bir meleği vekil olarak görevlendirir: Melek: Ey Rabbim! Nütfe oldu. Ey Rabbim! Kan pıhtısı oldu. Ey Rabbim! Çiğnem et oldu.” der. Allah, onun yaratılmasına hükmedince Melek: Ey Rabbim! Erkek mi kadın mı? Mutsuz mu mutlu mu? Rızkı nedir? Eceli ne kadardır? der. Bütün bunlar çocuk anasının rahmindeyken yazılır.” (Buhari, Enbiya, 1; Müslim, Kader, 5)

Aynı anlamı içeren bir hadis Müslim’de Huzeyfe b. Useyd el-Gıfari’den rivayet edilir. (Müslim, Kader, 4)

Yüce Allah’ın varlıkları ve türlerini yaratmadan önce onları bildiğine, yazdığına, hükmettiğine ve takdir ettiğine dair nasslar ve rivayetler oldukça fazladır.

Resulullah efendimiz (s.a.v.) bunun, mutluluk ve mutsuzluğa yol açan amellerin varlığına engel olmadığını, mutluluk ehli olana mutluluk ehlinin amelinin kolaylaştırıldığını açıklamış, kişinin nasıl olsa önceden yazılmış bir kader vardır diye amel etmeyi terk etmesini yasaklamıştır.

Bu yüzden önceden yazılmış kadere güvenerek emredilen amelleri terk edenler, amel olarak en büyük hüsrana uğrayan, emekleri dünya ve ahirette boşa giden kimselerdir. Dolayısıyla yapmakla yükümlü oldukları amelleri terk edişleri, kendileri için takdir edilip de kendilerine kolaylaştırılan mutsuzluk ehlinin amelleri arasında yer alır. Çünkü mutluluk ehli olanlar, emredilenleri yapıp yasaklananlardan kaçınan kimselerdir.

Bu bakımdan, kadere yaslanarak kendisine emredilen vacip amelleri terk edip, yasaklanan amelleri işleyen kimse, kendilerine mutsuzluk ehlinin amelleri kolaylaştırılan mutsuzlardan biridir.

Peygamber efendimizin (s.a.v.) bu son derece doğru ve isabetli cevabı, Tirmizi kanalıyla rivayet edilen bir diğer hadiste yer alan şu cevabına benziyor:

Denildi ki:“Ya Resulallah! İlaçlarla tedavi olalım mı?

Ayet ve dua ile hastalıktan korunalım mı?

Hastalık korkusuyla önceden tedbir alalım mı?

Bunlar, Allah’ın takdir ettiği bir şeyi engeller mi? Buyurdu ki:

Bunlar da Allah’ın takdirleridir.” (Tirmizi, Tıp, 21)

Çünkü yüce Allah, varlıkların bütün durumlarını ve mahiyetlerini bilir, buna göre yazar. Allah, bir şeyin amel veya başka sebepler aracılığıyla olacağını bilip yazdığında ve bunu takdir ettiğinde, bu gibi şeylerin, Allah’ın sebep kıldığı şeyler olmadan olabileceklerini düşünmek caiz değildir. Bu durum, bütün hadiseler için geçerlidir.

Bir örnek verecek olursak:

Allah, şu erkek ve kadının bir çocuğunun olacağını bilip yazdığı zaman ve Allah bunun gerçekleşmesini kadınla erkeğin birleşmelerine, çocuğun oluşumunu sağlayan meninin ana rahmine akmasına bağlı kıldığı vakit, artık Allah’ın, çocuğun varlığını bağlı kıldığı sebep olmaksızın çocuğun var olabilmesi caiz değildir. Çocuğun olmasının sebepleri, alışıla gelen (normal) ve alışık olunmayan (normal ötesi) olmak üzere iki kısma ayrılırlar.

Normal sebepler: Ademoğullarının bir anne ve bir babadan dünyaya gelmeleri.

Normal ötesi sebepler: Bir insanın sadece bir anneden dünyaya gelmesi, İsa (a.s.) gibi. Ya da sadece bir babadan dünyaya gelmesi, Havva gibi. Yahut anasız ve babasız dünyaya gelmesi, insanlığın atası Adem’in çamurdan yaratılması gibi.

Allah bütün sebepleri önceden bilmiş ve yazmıştır. Onları takdir etmiş, hükme bağlamıştır. Bunların sonuçlarla irtibatlarını da önceden belirlemiştir. Bitkilerin yaratılmasına aracı olan yağmurun yağması gibi sebepler de bu kapsama girer.

Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Ve Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında...” (Bakara, 164)

“Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.” (Araf, 57)

“Ve her canlı şeyi sudan yarattık.” (Enbiya, 30)

Bunun gibi daha birçok ayeti örnek gösterebiliriz. Şu halde bunların tümü önceden takdir edilmiş ve bilinen şeylerdir. Oluşlarından önce hükme bağlanıp yazılmışlardır. Bir şeyin var olması için önceden bilinmesinin ve yazılmış olmasının yeterli olduğunu, oluşunu sağlayan fail ve diğer sebeplere gerek olmadığını sanan kimse, iki açıdan cahildir, koyu bir sapıklık içindedir:

Birincisi:

Bilmeyi cehalet durumuna düşürdüğü için. Bilme, bilinene uygun olur. Bilinene, olduğu şekliyle taalluk eder. Yüce Allah, oluşların yarattığı sebepler aracılığıyla olacaklarını bilir. Realitede olan da budur. Bu yüzden bir kimse:

Allah bir şeyi, sebepler dışında bilir, dese, Allah’a karşı batıl bir şey söylemiş olur. Bu tıpkı şöyle demeye benzer:

Allah, şu çocuğun ana ve babasız doğacağını bilir veya şu bitki susuz yeşerir...

Çünkü bilmenin geçmişe taalluk etmesi ile geleceğe taalluk etmesi birdir. Aynı şekilde, geçmişle ilgili olarak, Allah’ın geçmişi sebepler dışında bildiğini söyleyen kimse de batıl bir şey söylemiş olur. Gelecekle ilgili olarak bu tür bir şey söyleyen de öyle.

“Allah, Adem’i çamur olmaksızın yarattığını bildi.” Yahut:

Bitkinin, susuz ve topraksız yeşereceğini bildi, demek gibi. Bütün bunlar batıldır ve herkes bunların batıl olduğunu bilir. Gelecekten haber vermesi de öyle.

Ayrıca ameller, sevap ve azap için sebepler konumundadır. Dolayısıyla, bir kimse:

“Allah, Adem’i günah işlemeden cennetten çıkardı” veya “bunu takdir etti” dese, yahut:

Adem’i tevbe etmeksizin affetti ve bunu bildi dese, yalan söylemiş ve Allah’a iftira atmış olur.

“Adem, Rabb’ından birtakım kelimeler aldı, bunun üzerine onun tevbesini kabul etti.” (Bakara, 37)

“Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar.” (Taha, 121)

ayetlerinde belirtilenleri söylese doğruyu söylemiş olur. Allah, daha olmadan önce Adem’le ilgili olarak olanları biliyordu. Onlar olduktan sonra da olanları bildi.

Yüce Allah’ın bize bildirdiği bütün peygamber kıssaları için de aynı durum geçerlidir. Allah, Nuh, Ad ve Semud kavimlerini, Firavunu ve kavmini, Lut, Medyen gibi kavimleri günahlarından dolayı helâk edeceğini, peygamberleri ve onlara tabi olanları imanlarından ve takvalarından dolayı kurtaracağını biliyordu:

“Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.” (Araf, 165)

“Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk...” (Ankebut, 40)

“Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır.” (En’am, 146)

“Böyleyken Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah’ın gazabından koruyan da olmadı.” (Mü’min, 21)

“Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.” (En’am, 6)

“İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır. İman edip Allah’a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.” (Neml, 51-52)

“Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!” (Hud, 102)

“Ve böylece Yusuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükafatını zayi etmeyiz.” (Yusuf, 56)

“(Ey) Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! Şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir kul idi.” (İsra, 3)

“Ancak Lut ailesi müstesna, katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredeni işte böyle mükafatlandırırız.” (Kamer, 34-35)

“Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi.” (Araf, 137)

Bunun örnekleri Kur’an’da çoktur.

Yine, yüce Allah’ın amellerin sonucu gerçekleştiğini haber verdiği mutluluk ve mutsuzluk olguları için de bu husus söz konusudur:

“(Onlara denir ki:) Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, afiyetle yeyin, için.” (Hakka, 24)

“İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur.” (Zuhruf, 72)

“İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tabi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik.” (Tur, 21)

“Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; hakikaten muratlarına erenlerdir.” (Mü’minun, 111)

“Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.” (İnsan, 12)

“Kafirler, yaptıklarının cezasını buldular mı?” (Mutaffifin, 36)

“Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir? Onlar: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’ dediler. ‘Yoksula da yedirmezdik. (Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakin (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.’ Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.” (Müddessir, 42-48)

Bunların da örnekleri Kur’an’da oldukça fazladır.

Yüce Allah, ahiret mutluluğu ve mutsuzluğu hususunda bize şu gerçeği açıklıyor:

Bu, emredilen ve yasaklanan amellerle bağlantılıdır. Aynı şekilde, bunun, dünyada ödül ve sevap almayı gerektirici olduğunu da vurguluyor.

İkincisi:

Bir şeyi bilmek, onun olacağını haber vermek ve yazmak, o şeyin olmasını sağlayan, onlar olmadan tamamlanamayacak olan sebeplere ihtiyaç kalmamasını gerektirmez. Yapıp eden kişi (fail), gücü ve dilemesi gibi. Böyle bir şeye inanmak cehaletin son noktasıdır. Çünkü alimlerin ittifakıyla böyle bir bilgi, tek başına, bilinenin varlığını gerektirmez. Bilakis, bu bilgi, bilinenin olduğu şekline uygun olur, ona bir nitelik kazandırmadığı gibi, ondan bir niteliği de çekip almaz. Tıpkı bizden önceki olgulara ilişkin bilgimiz gibi. Yani, biz var olmadan önce var olan olgulara ilişkin bilgimiz...

Yine, Allah’a, isimlerine ve sıfatlarına ilişkin bilgilerimizi de buna örnek gösterebiliriz. Alimlerin ittifakıyla böyle bir bilginin malûm üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Fakat, bazı bilgilerimizin malûmun varlığı üzerinde bir tür etkisinin olduğu da bir gerçektir. Bizi bir fiili işlemeye sevk eden, niteliğini ve ölçüsünü bize tanıtan, öğreten bilgimizi buna örnek gösterebiliriz. Çünkü ihtiyari fiiller, ancak şuur ve bilgi sahibi olan birinden sadır olurlar.

Nitekim iradenin varlığı bilginin varlığı şartına bağlıdır. Bizim bilgimizin kapsamında mevcut olan bu detay, onun, malûm üzerinde etkili olan fiili (aktif) bilgi ve malûmun varlığı üzerinde etkisi bulunmayan infiali (edilgen) bilgi diye ikiye ayrılmasına neden olmaktadır. Bilgi ile ilgili olarak söylenecek son söz budur. Kadericiyelerin Sınıfları