Ehl-İ Sünnet Ve Kaderiyecilere Göre Kader

Soru:

Selef Kuşağının son temsilcisi, Allame-i Rabbani, nurani, hüccet zamanın eşsiz bilgesi, döneminin benzersiz alimi, ilim talep edenlerin süsü, dinde derin kavrayışa sahip olanların seçkini, Şeyhulislam Takyuddin Ahmed B. Abdulhalim B. Abdusselam B. Teymiye El-Harrani’ye soruldu-Allah ondan razı olsun ve lütuf ve keremiyle onu cennetle ödüllendirsin. Denildi ki:

Ey bilge kişi, ki ilmi,Fazileti anlatılır insanlar arasında!

Kul nasıl seçer fiillerini,Kul ki, bu fiilleri işlemeye mecburdur?

Çünkü açıkça söylenmiştir: Kul;

İrade hususunda zorlama altındadır...Fiillerinin faili değil Gerçekte... bu hüküm meşhurdur.

Öyleyse fiilde Faile ilişen bir etki de yoktur.“Siz dileyemezsiniz” ifadesi kanıtıdır.anlatılanların... doğruluğunu gösterir

“Her şey...” ifadesi de. Eğer kabul etsen, olmaz yaratıcı için takdir öngörmek.Ya da

“Allah...oldu...” demek. Çünkü olması,Sonradan olmasını (hadis oluşunu) gerektirir ki, bu söz terkedilmiştir.

Şöyle de denemez: Allah kulun seçeceğini bilir Ve seçilecek olan kaderde yazılıdır...

Eğer cebir doğruysa, kul zorlanmıştır demektir,Sana göre de zorlanan mazurdur.

Evet, bu cebirdir ve sen bununla memursun,Sana doğru yöneltilmiştir.

Bu ise özlemeye değer, fakat ben,Kader beni senden alıkoyuyor.

Cevap:

Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Bu mes’elenin özü şudur:

İnsanlar bilmelidirler ki, bu ve diğer konularda ehl-i sünnet ve’l-cemaatin beyan ettiği görüşlerin kaynağı kitap ve sünnetin delâlet ettiği gerçeklerdir. Muhacir ve Ensardan ilk kuşak müslümanlar da bu yaklaşıma sahiptiler. Onlara güzellikle tabi olanlar da. Dolayısıyla temel yaklaşım şu şekilde ifade edilebilir:

Allah her şeyin yaratıcısı, rabbi ve malikidir. Kendileriyle kaim olan bütün varlıklar, objeler ve onlarla kaim olan sıfatları da bu kapsama girer. Kulların fiilleri de, başka şeyler de.

Yüce Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz. Varlık aleminde, O’nun dilemesi ve kudreti dışında hiçbir şey olmaz. O’nun dilediği bir şeyin olmasını engellemek de mümkün değildir. Bilakis, O, her şeye kadirdir. Ne dilerse, mutlaka ona kadirdir.

Allah, olanı, olmakta olanı, olmayanı ve eğer olsaydı, nasıl olacağını bilir. Buna kulların fiilleri ve başka şeyler de dahildir. Allah kulları yaratmadan önce onların kaderlerini, ecellerini, rızıklarını ve amellerini de takdir etmiştir. Bunları yazmış, ulaşacakları mutluluğu ve mutsuzluğu da yazmıştır. İşaret ettiğimiz bu doğru anlayışa sahip olan kimseler, Allah’ın her şeyi yarattığına, her şeye kadir olduğuna, olan her şeyi dilediğine, olmadan önce varlıkları bildiğine inanırlar. Varlıklar olmadan önce onları takdir ettiğine ve bu takdirini yazdığına da iman ederler. Kaderiyecilerin aşırıları, Allah’ın ön bilgisini ve varlıklardan önce kaderin yazılmış olmasını inkâr ederler ve bunun aslında emir ve yasaktan ibaret olduğunu sanırlar. Onlara göre Allah önceden kimin kendisine itaat edeceğini, kimin de isyan edeceğini bilmez. Bilakis iş, emir ve yasağın yöneltilmesi anından itibaren ilk defa belirginleşir.

Bu, dört halife devrinin sona ermesinden, Muaviye b. Ebu Süfyan’ın emirliğinden sonra, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas gibi sahabelerin yaşadıkları dönemlerde, İbni Zübeyr ile Beni Ümeyye arasında kopan fitne zamanında islâm dünyasında ortaya çıkan ilk tartışmadır. Bu tartışmayı ilk kez, Mabed el-Cüheni Basra’da başlattı. Bu sözler sahabelere ulaşınca, bunlardan beri olduklarını açıkladılar. Bu gibi sözleri kabul etmediler, olumlu karşılamadılar. Nitekim Abdullah b. Ömer’e bu sözleri haber verilince, şöyle demiştir: Onlarla karşılaştığın zaman, onlara, benim kendilerinden, kendilerinin de benden beri olduklarını haber ver....

İbni Abbas, Cabir b. Abdullah, Vasile b. Eska’ gibi sahabelerin ve onlara güzellikle uyan tabiin kuşağına mensip alimlerin görüşü de böyledir. Müslümanların diğer imamları da bu yönde görüş belirtmişlerdir. Hatta bu gibi görüşleri savunanlarla ilgili olarak Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel gibi imamlar şöyle demişlerdir:

Allah’ın varlıkların olmasından önceki ön bilgisini inkâr edenler küfre sapmışlardır.

Sonraki dönemlerde insanlar kader konusuna daha fazla dalmaya başladılar. Çoğunluk ön bilgiyi ve önceden takdir edilmiş şeylerin kaderde yazılı olmasını kabul ettiler. Fakat Allah’ın dilemesinin, yaratmasının ve kudretinin genelliğini inkâr ettiler. Onların zanlarına göre, emir olmadan iradenin bir anlamı yoktur. Dolayısıyla Allah bir şeyi dilemişse, aynı zamanda emretmiştir de. Dilemediğini de emretmemiştir. Bu da kaçınılmaz olarak şunu söylemelerini gerektirmiştir: Allah olmayan bir şeyi dileyebilir, dilemediği bir şey de olabilir. Bu arada Allah’ın kulların fiillerinin yaratıcısı olmasını veya bu fiillere kadir olmasını da inkâr ettiler. Ya da bazı kullarına özel inamda bulunup, bu inamı sayesinde iman etmiş olmalarını ve itaat ehli olmalarını da kabul etmediler.

Onların iddialarına göre, iman ve salih ameli mümkün kılan ilahı inam, Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi kâfirlere de bahşedilmiştir. Tıpkı Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi müslümanlara inamda bulunduğu gibi. Tıpkı bir adamın çocuklarına malını eşit bir şekilde paylaştırması gibi. Ancak iman edenler salih ameller işlediler, öbürleri de bozguncu amellerde bulundular. Yani, Allah’ın mü’minlere yönelik özel bir bağışı söz konusu değildir...

Kuşkusuz bu söz batıldır.

Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Onlar islâma girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.” (Hucurat, 17)

“Bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönül-lerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat, 7)

Ayrıca yüce Allah namazda şunu söylememizi de emretmiştir:

“Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazabı uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” (Fatiha, 6-7)

Cennetlikler de şöyle derler:

“Hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik.” (Araf, 43)

Hz. İbrahim (a.s.) de şöyle demiştir:

“Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar.” (Bakara, 128)

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.” (İbrahim, 40)

“Sabrettikleri zaman, onların içinden, emrimizle hidayete ulaştıran imamlar tayin etmiştik.” (Secde, 24)

“Onları, ateşe çağıran öncüler kıldık.” (Kasas, 41)

Kur’an ve sünnette buna benzer nasslar ve ümmetin ilk kuşak alimlerinin bunlara dayalı olarak sundukları açıklamalar oldukça fazladır. Bunun yanında konuya ilişkin akli kanıtlar da fazlasıyla vardır.