HAK İÇİN HAK ARACILIĞIYLA HAKKIN TAKDİRİYLE MÜCADELE

Soru:

Şeyh Abdulkadir’in:

“Hak için hak aracılığıyla hakkın takdiriyle mücadele ettim” sözünün manası nedir?.

Cevap:

Allah'a Hamd Olsun.

Bütün hadiseler Allah’ın kazası ve kaderiyle olmaktadır. Ayrıca yüce Allah kötülükleri, imkânlarımız dahilinde hayırlarla gidermemizi emretmiştir. Küfrü imanla, bid’atı sünnetle, günahı kendi nefsimizden ve kendi katımızdan itaatle gidermemizi istemiştir. Dolayısıyla inkâr eden, fıska düşen veya günah işleyen herkesin tevbe etmesi gerekir, bu da Allah’ın kaderiyle gerçekleşiyor olsa da. İmkânları ölçüsünde başkalarına ma’rufu emretmesi ve münkeri de yasaklaması gerekir. Allah yolunda cihad etmesi lazımdır. İşlediği küfür, fısk ve günah Allah’ın takdiriyle olsa da, insanın, kadere dayanarak Allah’ın kendisini yararlandıracağı çalışmayı bırakması caiz değildir. Bilakis, insan, Allah ve resulü’nün emrettiklerini yapmakla yükümlüdür.

Nitekim Müslim sahihinde peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Güçlü mü’min Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Her hayırda sana yarayan hakkında ihtiraslı ol. Allah’tan yardım iste ve sakın acizlik gösterme. Eğer başına bir şey gelirse, keşke şöyle şöyle yapsaydım, deme. Ama: Bu Allah’ın kaderidir. Allah dilediğini yapar, de. Çünkü “keşke” şeytanın amellerinin başlangıcıdır.” (Müslim, Kader, 34)

Burada peygamberimiz (s.a.v.) kişinin kendisine yararlı olan şeye karşı ihtiraslı olmasını emrediyor. Kişiye yararlı olan şeyin elde edilmesi de insan ve cin şeytanlarıyla mücadele etmeye bağlıdır. Allah’ın takdir ettiği kötülüğü, yine Allah’ın takdir ettiği hayır aracılığıyla savmasıyla mümkün olur. Bunun yanında bu mücadeleyi verirken kişinin Allah’tan yardım istemesi gerekir. Çünkü kuvvet ve değiştirme gücü ancak Allah’tandır. Ayrıca kişinin yapacağı iş sırf Allah’ın rızasına yönelik olmalıdır. Çünkü Allah, ancak kendisinin rızasını elde etmek için işlenmiş amelleri kabul eder. İşte namaz kılarken söylediğin “yalnız sana ibadet ederiz” ve ondan önce söylediğin

“yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 5)

sözünün hakikati budur. Dolayısıyla kulun, emredileni yapması ve yasaklananı terk etmesi bir zorunluluktur. Bu çabasında da Allah’tan yardım dilemelidir. Allah’a ibadet ve itaat etmenin kapsamında, takdir edilen şerrin takdir edilen bir hayırla izale edilmesine dair emre uymak, şeytanın isteğini geri çevirmek de vardır. Kişi, yüce Allah'ın kendisine ileteceği hayra ulaşmadan önce, içinde bulunduğu kötülüğü bertaraf etmekle yükümlüdür.

Ulu Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:

“Eğer Allah’ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu.” (Bakara, 251)

Nitekim yüce Allah kâfirlerin ve günahkârların içlerindeki kötülüğü, hak ile savar. Kuvvet hazırlamak ve savaş için besili atlar beslemek gibi. Dua ve sadaka aracılığıyla da bunların savılması mümkündür. Dua ve sadaka belayı defeder.

Nitekim bir hadiste peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Dua ve bela gökle yer arasında karşılaşır, kavgaya tutuşurlar.” (Hakim, El-Müstedrek, 1/492)

Çünkü kötülüğün sebebi bazen karışık ve gizli olabilir. Böylece dua aracılığıyla bu kötülük bertaraf edilmiş olur. İslâm ülkesine saldırmaya yönelen kâfirlerin savılması gibi. Bazen kötülüğün sebebi açık olur ve giderilmesi kolay olur. Kötülüklerin iyiliklerle değiştirilmesi gibi. Bütün bunlar, takdir edilen kötülüğün, yine takdir edilen hayırla izale edilmesinin örnekleridir. Bu da, bazen vacip bazen de müstahap olur.

Dolayısıyla Şeyh’in -Allah rahmet etsin- söylediği bu söz, Allah ve resulü’nün emrettiğinin ta kendisidir.

Meselenin özü şudur:

Süluk ve irade ehlinin (salik ve müridlerin) çoğu, yüce rabbin rububiyetini ve yasaklanan birçok olguyu takdir edişini müşahede ederler. Fakat müşahede ettikleri bu kevni hakikatin yanında durur, ötesine geçmezler. Bu davranışlarının kadere rıza gösterip teslim olma kapsamına girdiğini sanırlar. Bu cehalettir, sapıklıktır. Bazen küfre kadar sürükler insanı. Dinden çıkarır. Çünkü Allah, bize, meydana gelmiş olan küfre, fıska ve günaha rıza göstermemizi emretmemiştir. Bilakis bunlardan tiksinmemizi ve imkânlarımız ölçüsünde bunları savmamızı emretmiştir.

Nitekim peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden kim bir kötülük görürsü, onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78)

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“O, kullarının küfrüne razı olmaz.” (Zümer, 7)

“Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205)

Allah’ın bizim işlememize razı olmadığı bir şeye, bizim rıza göstermemizi emretmiş olması mümkün olabilir mi? Kaldı ki o, kötülüğü bizim için bir sınama ve deneme aracı kılmıştır.

Nitekim şöyle buyurmuştur:

“Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan vesilesi kıldık.” (Furkan, 20)

Bir başka yerde savaş emrini verdikten sonra şöyle buyurmuştur:

“Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz.” (Muhammed, 4)

Sahih-i Müslim’de peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah mü’min kişi hakkında neyi takdir ederse etsin, bu onun için hayır olur. Bu, sadece mü’mine özgü bir durumdur. Şayet mü’mine bolluk isabet ederse şükreder, bu kendisi için hayır olur. Eğer ona bir darlık isabet etse, sabreder, bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zuhd, 64; Ahmed, 64/2999)

Buna göre mü’min sabreden ve şükreden biri olunca, kendisi için takdir edilen musibetler hayra dönüşürler. Marufu emreden, münkeri yasaklayan, Allah yolunda cihad eden biri olunca, kâfirlerin küfrü olarak takdir edilen durum onun için bir hayır olur.

Aynı şekilde şeytan ve hevası kendisini bir kötülüğe çağırdığında, bu da kendisi için hayrın gerçekleşmesine vesile olur. Böylece takdir edilen kötülükle, Allah ve resulü’nün emrettiği gibi, mücadele edip savdığı zaman, bu, kendisi için iyilik ve takvanın gerçekleşmesine sebep olur. Hayır, sevap ve yüksek derecelerin gerçekleşmesine yol açar.

Bu ve benzerleri, yukarıdaki sözün anlamını açıklayan örneklerdir. Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir....