Mürciyecilerle Kaderiyecilerin bir olması

Şunu demek istiyoruz: Hallal gibi ilim adamları, kaderi günahların gerekçesi gibi görmeseler de cebir anlayışına sahip kimseleri “Kaderiyeciler” zümresine dahil etmişler. Bir de kaderi günahların gerekçesi gibi görenleri düşünün!!!

Şurası muhakkaktır ki, kaderi işlediği günahların, ilâhî emir ve yasakların geçersizliğinin gerekçesi gibi algılayan kimseler, kaderi inkâr edenlerden çok daha fazla Allah’ın yerdiği kaderciler zümresine dahil olmayı hakkederler. Çünkü bunların sapıklığı çok daha büyüktür. Bu yüzden selef ulemasından aktarılan birçok açıklamada Kaderiyecilik Murciyelikle birlikte, onun eşdeğeri gibi sunulmuştur. Hatta bu hususta merfu bir hadis te rivayet edilir. Çünkü her iki bid’at da ilâhî emir ve yasaklamayı, vaad ve azap tehditini ifsad eder anlamsızlaştırır. Şöyle ki:

İrca (imanla birlikte günah zarar vermez anlayışı, mürciyecilik) azap tehditlerine yönelik imanı zayıflatır, farzlara ve haramlara ilişkin emirlerin küçümsenmesine neden olur. Kaderiyeci ise, şayet kaderi günahların gerekçesi gibi algılarsa, mürciyeciye yardımcı olmuş olur. Eğer kaderi yalanlarsa, bu sefer Kaderiyeciyle karşı karşıya gelir, onun karşıt görüşünü savunur. Biri öyle bir noktaya gelir ki, emredildiği bir şeyi yapma, ya da yasaklandığı bir şeyi de terk etme hususunda Allah’tan yardım istemez olur. Öbürü de karşı istikamette aşırılığa gider.

Bilindiği gibi yüce Allah peygamberleri göndermiş ve kitapları indirmiş ki, bu peygamberlerin haber verdikleri şeyler tasdik edilsin ve emrettiklerine itaat edilsin.

Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:

“Biz her peygamberi - Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisa, 64)

“Kim Peygambere itaat ederse o Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)

Kadere inanmak da bunun bir gereğidir. Ama kadere inanıp da bu inancını peygamberlerin emrettiklerine aykırı davranmasının gerekçesi yapan kimse, imanın temelini ortadan kaldırmış olur.

Şurası bilinen bir gerçektir ki, Allah’ın peygamberleriyle bildirdiği emir ve yasakları geçersiz kılan kimse, müslümanların, Yahudilerin ve Hıristiyanların ittifakıyla kâfirdir.

Aslında bu görüşü savunanlar büyük bir çelişki içindedirler. Bu görüşle hayatlarını sürdürmeleri, herhangi bir insana bir iyilik sağlamaları mümkün değildir. İki kişinin bu anlayış çerçevesinde bir araya gelmesine imkân yoktur. Çünkü eğer kader bir gerekçeyse, bu her biri için gerekçedir. Aksi taktirde biri için gerekçe olamaz. Varsayalım ki, bunlardan birine biri zulmetti, biri sövdü veya malını aldı yahut ailesini ifsad edici bir saldırıda bulundu veya başka bir davranışta bulundu, bu adam kendisine karşı bu fiilleri işleyen kimseyi kınarsa, yererse veya cezalandırılmasını isterse, kaderi fiillerin gerekçesi olarak görme esasına dayanan anlayışı bir anda ortadan kaldırmış olur. Dolayısıyla bir kimse:

Arif insan kaderi müşahede edecek düzeye gelince, ona yönelik ilâhî emirler sakıt olur, dese, bu sözü küfürdür ve bu sözden bırakın bir müslümanı, ne Yahudi, ne de Hıristiyan hoşnut olur. Böyle bir söz aklen imkânsız, şeran muhaldır. Çünkü aç insan ekmekle toprağı ayırır, susuz insan su ile serabı ayırır. Kendisini doyuracak veya susuzluğunu giderecek olanı sever, hiçbir fayda sağlamayanı değil.

Bütün herkes ve her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Canlı bir varlık-kim olursa olsun- kendisine yarar sağlayanı, kendisi için nimet olanı ve kendisini sevindireni, kendisine zarar verenden, kendisini mutsuz edenden ve kendisine acı verenden ayırmak zorundadır.

İşte ilâhî emir ve yasakların gerçek mahiyeti budur. Çünkü Allah kullara, onlar için faydalı olan şeyleri emretmiş, onlar için zararlı olan şeyleri de yasaklamıştır.