Bir şeyden ancak bir şey sadır olur yanılgısı

Dolayısıyla felsefecilerin:

“Bir şeyden ancak bir şey sadır olur”, şeklindeki sözlerinin yanlışlığı da ortaya çıkıyor. Bunu söylerken yanma ve donma gibi doğal olguları göz önünde bulundurmuşlardır. Oysa bu yaklaşımları yanlıştır. Çünkü ısınma ancak iki şeyle olabilir. Biri ateş gibi bir fail, diğeri de ısınmayı ve yanmayı kabul eden cisim. Söz gelimi ateş Semender (Hindistan’da ateşte yanmadığı iddia edilen bir kuş) ve yakutu yakamaz. Güneş de öyle. Onun için de ışığının güneşe karşı duran ve ışığı yansıtan bir cisme yansıması gerekir. Öte yandan bulut ve evlerin tavanları gibi engeller de güneş ışıklarının aydınlatma görevini engelleyici rol oynayabiliyorlar. Dolayısıyla felsefecilerin kendi kendilerine varlığını tasavvur ettikleri, bir şeyin varlığına kaynaklık eden bir sebep varlık aleminde mevcut değildir. Bu konu başka bir yerde uzunca ele alınmıştır.

Şu halde felsefecilerin var olduğunu ileri sürdükleri sıfatlardan soyutlanmıyan varlık, soyut akıl, bütün türlerin terkibinde yer aldıklarını iddia ettikleri külli varlıklar, akli madde ve biçim gibi akli bir tekil objeler dünyasında mevcut değildir. Böyle bir şey ancak zihinlerde olabilir, objeler aleminde değil. Felsefecilerin bu herhangi bir varlığın varoluşunun tek sebebi olarak tasavvur ettikleri soyut varlığın varlığı, bazı kelâmcıların tekil cevher dedikleri şeyin varlığından çok daha realiteden uzaktır. Yani felsefecilerin bu “bir”inin gerçek bir varlığı olmadığı gibi, bazı kelâmcıların “tekil cevher”inin de hakikati yoktur.

Bütün bunları söylerken güttüğümüz amaç şudur:

Tesir, olayın şartının var olması veya olayın meydana gelişinin kendisine bağlı olduğu sebebin bir başka sebebe ilintili olması ve engellerin ortadan kalkmış olması- bütün bunların Allah’ın yaratmasıyla meydana gelmesi- şeklinde algılanıyorsa, bu gerçektir. Bu açıdan kulun kuvvetinin güç yetirdiği şey üzerindeki etkisi sabittir. Şayet tesir ile, ortaksız, yardımcısız, engelsiz bir şekilde etki eden bağımsız bir etken (müessir) şeklinde algılanıyorsa, mahlûkat içinde, bu anlamda hiçbir müessir yoktur. Bilakis yüce Allah tek başına her şeyin yaratıcısıdır, O’nun ortağı ve dengi yoktur. Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz.

“Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olmaz. O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek yoktur.” (Fatır, 2)

“De ki: Allah’tan başka tanrı saydığınız şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur, Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur. Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe, 22-23)

“De ki: Bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? de ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.” (Zümer, 38)

Bunlara benzer birçok ayet vardır Kur’an’da.

“Tesir” kavramının mücmel bir kavram olduğu ve tesirin gerçekleşmesinde değişik olguların ortaklığının söz konusu olduğu bu şekilde bilindikten sonra, kuşkular ortadan kalkar ve iki aşırı uç arasındaki denge çizgisi belirlenmiş olur. Dolayısıyla:

“Allah’ın imanı gerektirici sebepleri bahşetmesi bakımından mü’min ile kâfir arasında bir fark yoktur. Allah mü’mine, iman etmesini gerektiren özel bir güç ve irade vermiş değildir. Kul, bir fiil işlediği zaman, bunu, fiili işleden önce Allah tarafından kendisine bahşedilmiş özel bir destek ve iradeyle yapmaz” diyen kimsenin bu sözünün yanlış olduğu açıktır.

Böylelerine şunu demek gerekir:

Kulun fiili, sonradan olma (hadis) ve mümkün nitelikli varlıklar kapsamına girer. Eğer bir şey aracılığıyla bir başka şeyin Allah tarafından meydana getirildiği biliniyorsa, o şeyin de Allah tarafından meydana getirilmiş olduğu bilinir. Dolayısıyla kulun, fail olmamasından sonra fail olması mümkün nitelikli, sonradan olma (hadis) bir olgudur. Eğer bu mümkün nitelikli ve sonradan olma olgunun, bir varedici, var olmasını gerektirici, olmasını olmamasına tercih edici etken olmaksızın sadır olması mümkünse, başka şeyler için de mümkündür demektir. O zaman yaratıcının varlığına ilişkin kanıt da geçersiz kılınmış olur.

Hiç kuşkusuz kaderi kabul eden kelâmcıların birçoğu Mutezile mezhebinin:

“Serbest irade sahibi olan kimse, gücü dahilinde olan iki şeyden birini, tercih etmesini gerektiren bir etken olmaksızın diğerine tercih edebilir” şeklindeki görüşünü kabul etmişlerdir ve alemin meydana gelmesi hususunda şunu demişlerdir:

Serbest irade sahibi kadir zat veya bütün hadiseler ve zamanlarla aynı nisbetle ilintili olan kadim irade, tercih etmesini gerektiren bir sebebin meydana gelmesi söz konusu olmaksızın, bazı tür olayları, diğer bazı tür olaylara tercih etmiştir. Onlara göre, serbest irade sahibi kadir zat, bir tercih ettirici olmaksızın bir şeyi başka bir şeye tercih edebilir. Ya da kadim irade, tercih ettirici bir etken olmaksızın bir şeyi tercih eder. Bu noktada, Allah’ın olayları kendisiyle kaim olan fiillerle meydana getirdiğini söyleyen, Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını ifade eden, ya da alemin kadim olduğunu söyleyen çeşitli dinlerin mensupları ve felsefeciler onlara karşı çıkarak şöyle demişler:

Bu söylediğinizin fasit olması bir zorunluluktur. Böyle bir şeyi mümkün görmek, olayların sebepsiz meydana gelişini, tercih ettirici bir etken olmaksızın tercih yapmanın olmasını gerektirir. Bu ise, bir yaratıcının varlığını kanıtlamaya giden yolu tıkar.

Ayrıca kaderi ispat eden bu gruplar işaret ettiğimiz bu kanıtı, kaderi olumsuzlayanlara karşı da kullanmış ve şöyle demişlerdir:

Kulun fiili olmamasından sonra meydana gelmesi, kulun dışında bir sonradan olma ve tercih edilen varlığı kaçınılmaz kılmaktadır. Çünkü kuldan meydana gelen şeyin kendisi de sonradan olmadır. Bu sonradan olma ve tercih edilen şeyin varoluşundan sonra da kulun fiilinin varlığını gerekli olur. Bu söyledikleri doğrudur ve bu Mutezili Kaderiyecilere karşı kesin bir kanıt konumundadır. Ancak bu kanıtı Mutezililere karşı ileri süren bu gruplar, Allah’ın fiilleri sözkonusu olduğunda kendi kanıtlarını nakzettiler ve çelişkiye düştüler. Bu noktada bedihiliğin kadir olanın fiili ile bizzat mucib olanı birbirinden ayırdığını iddia ettiler. Eğer böyle bir ayırım sahih ise, Mutezililere karşı ileri sürdükleri kanıtları geçersiz olur, Kaderiyecilerin sözleri, batıl olsa da geçersiz olmamış olur. Dolayısıyla Allah’ın alemi meydana getirmesi ve alemle ilgili fiiline ilişkin söyledikleri de iptal olur. Halbuki, bu da kendi içinde batıl bir sonuçtur. Çünkü mümkün nitelikli bir varlığın varolmasının yokluğuna tercih edilmesinin ancak tam bir tercih edenin bulunmasıyla mümkündür, demek fıtraten bilinmesi zorunlu olan bir olgudur ve bunun olumsuzlanmasına imkân yoktur. Geneldir ve herhangi bir olguya da özgü kılınamaz. O halde sözünü ettikleri bu ayırım batıldır. Bu aynı zamanda alemin yaratılması alemin kendisidir, alem, meydana getirici bir sebep olmaksızın yok iken meydana gelmiştir, şeklindeki sözlerini de geçersiz kılar.

Kulun kudreti ve başka sebepler gibi yüce Allah’ın mahlûkatı yaratmada kullandığı olguların sebep olmadıklarını veya onların varlıklarıyla yokluklarının bir olduğunu, ortada sadece, delil ile medlulun mukarin olması gibi sıradan bir mukarin olma durumu olduğunu söyleyen kimse, Allah’ın yaratmasında ve şeriatında bulunan bütün sebepleri, hükümleri ve illetleri inkâr etmiş olur. Ona göre, göz sahip olduğu görme gücüyle yanaktan ayrı değildir ve kalp sahip olduğu anlama, algılama gücüyle ayaktan ayrı değildir ve ateş sahip olduğu yakma gücüyle topraktan ayrı değildir. Bunlar, cisimlerin doğalarını ve seciyelerini de inkâr ederler.

Erdemli bir zat şöyle demiştir:

Bazı insanlar kelâmcılık yapalım diye sebepleri, güçleri ve seciyeleri iptal ettiler, akıl sahipleri de onların akıllarına güldüler.

Sonra bunlar diyorlar ki: İnsan: Ekmek yiyerek doydum.. Su içerek susuzluğumu giderdim.. Dememelidir. Bunun yerine: Ekmeğin yanında doydum.. Suyun yanında susuzluğumu giderdim.. demelidir. Çünkü yüce Allah doymayı ve susuzluğu ve bunlar gibi hadiseleri, onlara mukarin olan başka olguların yanında adeten yaratır, onlarla değil. Bu ise kitap ve sünnete aykırıdır. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Rüzgarları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar, ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü meyveler çıkarırız.” (Araf, 57)

“Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında...” (Bakara, 164)

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın.” (Tevbe, 14)

“De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah’ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz.” (Tevbe, 52)

“Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik.” (Kaf, 9)

“O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik.” (Enam, 99)

“Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık.” (Fatır, 27)

“Gökten suyu indiren O’dur. Ondan hem size içecek vardır, hem de hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler. Su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir.” (Nahl, 10-11)

“Şüphesiz Allah sivriseği (...) örnek vermekten çekinmez. (...) onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir.” (Bakara, 26)

“Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür.” (Maide, 15-16)

Buna benzer birçok ayeti örnek vermek mümkündür.

Yine peygamber efendimizin (s.a.v.) hadislerinde de bunun örnekleri çoktur.

“Sizden biriniz öldüğü zaman mutlaka beni çağırın ki, onun namazını kılayım. Çünkü Allah benim namazımı onun için bir bereket ve rahmet vesilesi kılar.” (Hakim, 3/591)

“Şu kabirler oralarda bulunanlar için karanlıkla doludur. Allah benim onlar için kıldığım namazla üzerlerine nur gönderir.” (Müslim, Cenaiz, 71; Beyhaki, es-Sünen-ul Kübra 4/47; Darekutni, Cenaiz, 2/77; Bağavi, Şerhu’s Sünneh 5/362)

Buna örnek oluşturacak birçok hadis vardır.

Allah’ın yaratmasında takdir edilen sebepleri iptal edenler de bunlara benzerler. Allah’ın emirlerinin kapsamındaki meşru sebepleri iptal edenler, dua ve salih amel gibi şeylerden dolayı hasıl olan hayırlar, şayet takdir edilmişlerse, bu etkenlerden ayrı olarak gerçekleşmişlerdir, eğer takdir edilmemişlerse, bunlar aracılığıyla gerçekleşmezler, diyen kimselere benziyorlar. Bunlar, peygamberimize (s.a.v.):

“Ameli bırakıp kaderimizde yazılanlara güvensek olmaz mı?” diyen kimseler gibidirler. Peygamberimiz (s.a.v.) onlara şu cevabı vermişti: “Hayır, amel edin, çünkü kim ne için yaratılmışsa ona uygun ameller ona kolaylaştırılar.” (Buhari, Kader, 4; Müslim, Kader 6)