Rızık Meselesi

<<.Geri Dön

Soru:

Ebu Hamid el-Gazali

“Minhacu’l-Abidin” adlı eserinde ahiret azığı ile ilgili bölümde engellerden söz ederken, dördüncü engelin, arazlar olduğunu söyler. Bundan önce de, rızkın garanti edildiğine tevekkül etmekle ilgili bir açıklamada bulunur ve şöyle der:

Eğer denilse ki:

Kul, bir şekilde rızık aramakla yükümlü müdür?.

Şöyle deriz:

Biliniz ki: Rızık garanti edilmiştir. Bu rızık insanın beslenme aracı ve varlığını sürdürmesinin dayanağıdır. Bunu aramak, talep etmekse mümkün değildir. Çünkü bu tıpkı hayat ve ölüm gibi, Allah’ın kul ile ilgili fiillerinden biridir. Kul, bunları elde etmeye güç yetiremediği gibi, bunları savamaz da.

Kullar arasında paylaştırılmış sebeplere gelince, kulun bunları arayıp talep etmesine de gerek yoktur. Çünkü kulun bunlara ihtiyacı olmaz. Kul, Allah tarafından garanti edilen rızka ihtiyaç duyar ve bu da Allah’tandır, Allah’ın garantisi altındadır.

“Allah’ın lütfundan isteyin.” (Cuma, 10) ayetine gelince, bundan maksat, ilim ve sevap istemektir. Bazılarına göre, bu ayette, rızık istemeye ruhsat veriliyor. Çünkü sakındırmadan sonra yer alan bir emirdir. Dolayısıyla, mübahlık anlamını ifade eder. Gereklilik ve vaciplik anlamını değil.

Eğer denilse ki:

Fakat garantili bu rızkın bir takım sebepleri var. Bu sebepleri aramak bizim için gerekli olur mu?

Cevap olarak şöyle deriz:

Bunları talep etmek senin için gerekli değildir. Çünkü kulun bunlara ihtiyacı yoktur. Allah bazen bir sebebe dayalı olarak amel eder, bazen de bir sebep olmaksızın. O halde sebepleri talep etmek bizim için neden gerekli olsun?

Sonra yüce Allah, isteme ve kazanma şartını koşmaksızın rızkı garanti ettiğini mutlak olarak bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir.” (Hud, 6)

Sonra nerede olduğunu bilmediği bir sebebi aramak, kul açısından nasıl gerekli olabilir?

Çünkü rızkının hangi sebebe bağlı olduğunu bilemez. Beslenmesine ve gelişmesine sebep olacak şeyi ya da başkasını tespit etmek kulun yapabileceği bir şey değildir.

Bizim hiçbirimiz bu sebebi bizzat tanıyamaz ki, elde edebilsin! Şu halde böyle bir şeyle yükümlü olmak söz konusu değildir.

Bu meseleyi doğru düşün, çünkü gayet açıktır. Sonra peygamberlerin (a.s.) ve tevekkül eden velilerin genelinin ve çoğunlukla rızık istemediklerini bilmen yeterlidir. Onlar kendilerini ibadete vermişlerdi.

Ümmetin icmaı ile onların bu hareketleriyle Allah’ın emrini terk etmedikleri sabittir. Bu hususta Allah’a isyan etmiş değillerdi.

Şu halde, kul için bir zorunluluk olarak, senin rızık ve rızık sebeplerini talep etmen gerekli değildir...”Sözü yanlıştır.

Şimdi Gazali gibi büyük bir imamın bu sözleri ile fıkıh ve diğer ilim dallarında imamların söyledikleri arasında ne gibi bir fark vardır?

İmamlar diyorlar ki:

Kulun rızık ve rızık sebeplerini talep etmesi vaciptir. Bu hususta imamların şu sözleri son derece çarpıcıdır:

Kul, rızka muhtaç olursa ve ihtiyaç duyduğu bu rızkı, bir başkasının yanında, onun da ihtiyacından fazla olmak koşuluyla bulursa, bunu talep eder. Eğer vermezse, öldürmeye kadar zorlama yöntemlerini kullanabilir...

Acaba “el-Minhac” da yazılanlar, herkes için geçerli değil midir? Bu iki açıklama arasındaki çelişkiyi bizim için açıklayın. Allah size sevap bahşetsin, ecrinizi artırsın. Uzun bir açıklama istiyoruz.

Cevap:

Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Ebu Hamid’in bu söylediklerini bir grup insan benimsemiştir. Ancak müslümanların imamları ve çoğunluk bunun aksini savunmaktadır. Buna göre, çalışma bazen vacip, bazen müstahap, bazen mekruh, bazen mübah, bazen haram olur. Mutlak olarak çalışma vacip olmaz demek caiz değildir. Aynı şekilde çalışmanın hiçbir şekli haram değildir, demek de caiz değildir.

Kulun sarılmasına yönelik olarak yöneltilen vacip veya müstahap nitelikli emir, Allah’a ibadet, Allah’a ve resulü’ne itaat etmekle ilgilidir. Allah, kulların kendisine ibadet etmelerini ve kendisine tevekkül etmelerini farz kılmıştır.

Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:

“Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan.” (Hud, 123)

“Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O’na yönel. O, doğunun da batının da rabbidir. Ondan başka ilah yoktur. Öyle ise yalnız O’nun himayesine sığın.” (Müzzemmil, 8-9)

“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir.” (Talak, 2-3)

Takva, yani Allah’tan korkmak, Allah’ın emrettiklerini yapmayı ve yasakladıklarını terk etmeyi birlikte kapsayan bir kavramdır.

Ebu Zer’den peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Ey Ebu Zer! Eğer bütün insanlar bu ayetle amel etselerdi, bu kendilerine yeterdi.” (Nesai, Talak suresi, 54-56; İbni Mace, Zühd, 24; Darimi, Rikak, 16; Ahmed, 5/178)

Bu yüzden selef alimlerinden bazıları:

Takva sahibi olan kimse hiçbir zaman muhtaç olmaz, demişlerdir. Demek istiyorlar ki:

Allah, insanların sıkıştıkları, daraldıkları durumlarda, muttakiler için çıkış yolu göstermeyi garanti etmiştir. Onlara beklemedikleri yerden rızık vereceğinin garantisini vermiştir. Onları zarar veren şeyi bertaraf eder, ihtiyaç duydukları şeyi de kendilerine ulaştırır. Eğer bu sonuç gerçekleşmiyorsa, bu, takva da bozukluk olduğunu gösterir. Dolayısıyla Allah’tan bağışlanma dilemesi ve O’na tevbe etmesi gerekir. Bu yüzden Tirmizi’nin merfu olarak peygamberimizden (s.a.v.) rivayet ettiği hadiste şöyle deniyor:

“Kim çokça istiğfar ederse, Allah, O’na her kederden bir çıkış bahşeder. Her darlıktan bir kurtuluş yolu gösterir. Onu beklemediği yerden rızıklandırır.” (Ebu Davud, Vitir, 26; Ahmed, 1/248)

<<.Geri Dön