Allah'ın rahmeti kendine hak kılması

İmam Ahmed’in, Şamlıların rivayet ettikleri hadislerin en üstünüdür, dediği bu kutsi hadisin, başında, yüce Allah, zulmü kendisine haram ettiğini belirtiyor.

Haram kılma ise, gerektirme, vacip kılmanın zıddıdır. Kur’an’da ise yüce Allah, rahmeti üzerine bir hak olarak aldığını belirtmektedir.

İkinci gruba göre, burada yüce Allah, sadece vaad ve tehditten haber vermektedir.

Diğer gruba göre ise, Allah burada rahmet etmeyi üzerine bir hak olarak aldığını belirtiyor. Zulmü de kendisine haram ettiğini ifade ediyor.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Mü’minlere yardım etmek de bize düşer.” (Rum, 47)

Buna göre, mü’minlere yardım etmek, Allah’ın kendisi için gerekli kıldığı bir haktır. Yoksa mahlûkattan hiç kimse, Allah’a bir şeyi vacip ve gerekli kılamadığı gibi, Ona bir şeyi haram da kılamaz.

Kutsi hadisin sonunda ise şu ifade yer alıyor:

Sizin amellerinizi sizin için kaydedip sayıyorum. Sonra onların karşılığını eksiksiz olarak size vereceğim. Kim hayır bulursa, Allah’a hamdetsin. Kim de bundan farklı bir manzarayla karşılaşırsa, sadece kendi nefsini kınasın...

Öte yandan Buhari’nin ve başkalarının Şeddad b. Evs aracılığıyla peygamber efendimizden (s.a.v.) rivayet ettikleri bir hadiste şöyle buyuruluyor:

“İstiğfarın efendisi, kulun:

“Allahım! Sen benim rabbimsin, senden başka ibadete layık ilah yoktur. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Yapabildiğim sürece sana verdiğim söze ve senin ahdine bağlıyım. İşlediğim kötülüklerin şerrinden sana sığınırım. Bana bahşettiğin nimetlerini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla. Çünkü senden başka hiç kimse günahları bağışlayamaz.”

demesidir. Kim bunu söylerse ve buna kesin olarak inanmış bir şekilde sabahlarsa, aynı gün ölürse cennete girer. Kim de bunu söyler ve kesin inanmış olarak gecelerse, aynı gece öldüğünde cennete girer.” (Buhari, Daavat, 15; Ebu Davud, Adab, 101)

Bu hadiste:

“Bana bahşettiğin nimetlerini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ediyorum.” ifadesi yer alıyor.

Allah’ın mü’min kullarına yönelik nimetleri arasında, onun iman etmesini ve iyilikler yapmasını kolaylaştırmasıdır. Bunlar, Allah’ın lütfu, ihsanı, rahmeti ve hikmeti kapsamına girerler. Kulun işlediği kötülükler de O’nun adaletinin ve hikmetinin kapsamına girerler. Çünkü Allah’ın verdiği her nimet lütuf, verdiği her ceza ve azap da adalettir. O, yaptıklarından sorumlu tutulmaz. Çünkü sınırsız hikmet, rahmet ve adalet sahibidir. Cehm izleyicilerinin söylediği gibi sırf karşı konulmaz gücünden ve kudretinden dolayı değil. Daha öce bu meselenin gerçek mahiyetini uzun uzadıya açıklamıştık.

“Hayır senin elindedir. Kötülükten de sen sorumlu değilsin.” (Müslim, Salatu Musafirin, 201) ifadesinin de anlamını açıklama fırsatını bulmuştuk. Bu açıklamalarımız kapsamında vurgulamıştık ki, Allah her şeyin yaratıcısıdır.

Fakat Kur’an ve hadislerde kötülük ancak aşağıda işaret edilen üç şekilde yüce Allah’a izafe edilir:

Birincisi: Genelleştirme yoluyla.

“Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Rad, 16, Zümer, 62)ayetinde olduğu gibi.

İkincisi: Sebebe izafe etmek sûretiyle.

“Yarattığı şeylerin şerrinden...” (Felak, 2) ayetinde olduğu gibi.

Üçüncüsü: Fail hazfedilerek.

“Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır mı diledi?” (Cin, 10)

Bu üç ifada tarzının üçünün de Fatiha suresinde yer aldığını görüyoruz:

“Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.” (Fatiha, 2) burada genelleştirme söz konusudur.

“Nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğramışların... değil.” (Fatiha, 7) burada ise gazabın faili hazf edilmiş. “ve sapmışların....” (Fatiha, 7) burada ise sapma olgusu mahlûka izafe edilmiş.

Buna Hz. İbrahim’in (a.s.) şu sözünü de örnek gösterebiliriz:

“Hasta olduğum zaman, bana şifa veren O’dur.” (Şuara, 80),

Hızırın şu sözü de:

“O’nu kusurlu kılmak istedim.” (Kehf, 79),

“Böylece istedik ki, rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.” (Kehf, 81),

“Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler.” (Kehf, 82),

Bu gibi olguların hakikatine dair geniş açıklamalar yapılmış ve bunun neticesinde yüce Allah’ın hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmadığı vurgulanmıştır.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“O ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış...” (Secde, 7),

“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” (Neml, 88),

Buna göre mahlûkat, yaratılışına esas oluşturan hikmet itibariyle hayır ve hikmetten ibarettir. Başka açıdan şer de içerse de. Bu ise, arızi ve cüz’i bir olgudur. Salt şer değildir. Bilakis, ağır basan hayır amaçlanarak işlenen şer de hikmet sahibi bir fail açısından hayrın göstergesidir. Bu işi gerçekleştirdiği mahal açısından şer olsa da.

Bazıları sanmışlardır ki, bu olmadan da istenen eksiksiz hikmet gerçekleşebilir. Böyle söylemelerinin nedeni, olguların hakikatine dair bilgiden yoksun olmaları ve olguları birbirleriyle irtibatlandırmamalarıdır. Çünkü yaratıcı, bir şey yarattığı zaman, onun gereklerini de yaratması kaçınılmazdır. Çünkü gerekenin varlığı, gerektiren olmadan imkânsızdır. Bir de varlığıyla çelişen zıtlarını yaratmayı da terk etmek gerekir. Çünkü birbirine zıt ve çelişik iki şeyin aynı anda bir arada bulunmaları imkânsızdır.