Sebeplerin en büyüğü dua ve tevekküldür

Aynı şekilde dua ve tevekkül de yüce Allah’ın sebepleri kıldığı şeyler açısından en büyük sebep konumundadırlar. Dolayısıyla:

Benim için takdir edilen şey gerçekleşir, dua etsem de etmesem de, tevekkül etsem de etmesem de fark etmez, diyen kimse:

Benim için mutluluk veya mutsuzluktan hangisi taksim edilmişse, o gerçekleşir, inansam da inanmasam da, ibadet etsem de etmesem de fark etmez, diyen kimseden farksızdır. Bunun sapıklık ve küfür olduğu açıktır. Önceki sözü söyleyen kimsenin bu yaklaşımı ikincisini söyleyeninki kadar koyu bir sapıklık olmasa da neticede o da sapıklıktır. Çünkü dua ve tevekkülün maksatlarla ilişkisi, imanla uhrevi mutluluk ilişkisi kadar kesin ve belirleyici değildir. Fakat yüce Allah duayı bir şeyin sebebi kılmışsa, bunun, yüce Allah’ın salih ameli bir şeyin sebebi kılması düzeyinde olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Çünkü yüce Allah bu maksadı sebepsiz olarak veya başka bir sebeple de yapmaya kadirdir.

Aynı şekilde, bir menfaatin elde edilmesi veya bir zararın bertaraf edilmesi hususunda vacip veya müstahap nitelikli olarak emredilen meşru bir sebepleri terk etmek de şeriat açısından yerilmesi gereken bir davranıştır ve aynı zamanda akıl dışıdır. Bu yaklaşım içinde olanlar, bu noktada büyük bir yanlışlık işlediler ve emredilen sebepleri terk etmenin tevekkülün bir parçası olduğunu sandılar.

Tevekkül ise:

“Şu halde O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin” (Hud, 123) ayetinde olduğu gibi ibadetle eşdeğerdir. İbadet ise emredilen bir husustur.

Dolayısıyla emredilen ibadeti terkedip de Allah’a tevekkül eden kimsenin bu ameli durum olarak Allah’a ibadet edip de tevekkül etmeyen kimseden daha iyi değildir. Bilakis her ikisi de Allah’a isyan etmişlerdir, O’nun emirlerinden birini terk etmişlerdir.

Tevekkül kavramı, Allah’ın emrettiği bazı hususları yerine getirme hususunda yardımcı olsun diye Allah’a güvenip dayanmayı ve kulun güç yetiremediği bazı şeyleri vermesi amacına yönelik olarak O’na güvenip dayanmayı içerir.

Çünkü Allah’tan yardım istemek amel esnasında olurken, tevekkül bundan daha geniş bir alanı kapsar.

Allah’a tevekkül etme, bir menfaati sağlama ve bir zararı bertaraf etme amacına yönelik de olabilir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Eğer onlar Allah ve Resulü’nün kendilerine verdiğine razı olup, Allah bize yeter, yakında bize lütfundan verecek, resulü de. Biz yalnız Allah’a rağbet edenleriz, deselerdi daha iyi olurdu.” (Tevbe, 59)

“Bir kısım insanlar, mü’minlere: Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan! dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ dediler.” (Al-i İmran, 173)

Şu halde Allah’ın emrettiğini yapmayan kimse, bu hususta Allah’tan yardım dilemiş de olmaz. Bu mevzuda tevekkülü de terk etmiş olacağı için de ibadet ve istianeyi de terk etmiş sayılır. Bir başkası da emredilen fiili yapmaksızın Allah’a tevekkül eder. Bu ise yerilmiş acizliktir.

Nitekim Ebu Davud süneninde rivayet edildiğine göre, iki adam birbirinden davacı olur ve peygamberimize (s.a.v.) müracaat ederler.

Peygamberimiz (s.a.v.) bunlardan birinin aleyhine hüküm verir. Bunun üzerine aleyhine hüküm verilen kişi:

Allah bana yeter, O ne güzel vekildir, der. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle der:

“Şüphesiz Allah acizliği kınar. Fakat senin akıllı ve zeki olman, bütün fırsatları kullanman gerekir. Buna rağmen bir iş seni alt ediyorsa, o zaman Allah bana yeter, O ne güzel vekildir, de.” (Ebu Davud, el-Akdiye, 28; Ahmed, 6/25)

Sahihi Müslim’de peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Güçlü mü’min Allah’a zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimli gelir. Her hayırda sana faydalı olan şeyde hırslı ol. Ve Allah’tan yardım dile. Sakın acizlik gösterme. Eğer bir şey sana isabet edecek olsa: Eğer şöyle yapsaydım, şöyle olurdu, deme. Fakat: Allah takdir etti ve O dilediğini yaptı. Çünkü “eğer” şeytan amelinin açılışıdır.” (Müslim, Kader, 34)

Çünkü insana, yapması emredilen fiiller hususunda kadere bel bağlaması emredilmiş değildir. Fakat başından savacak imkânı bulunmayan musibetler başına geldiğinde kadere dayanması emredilmiştir. Bu yüzden başına, insanların veya başka varlıkların fiilinden dolayı bir şey gelirse, buna sabret, kadere rıza göster ve teslim ol.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir musibet Allah’ın izni olmadan isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini hidayete erdirir.” (Teğabun, 11)

Seleften biri -Ya İbni Mesud veya Alkame- bu ayetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

Burada kastedilen, başına bir musibet geldiği zaman bunun Allah katından olduğunu bilen, rıza gösterip teslim olan kimsedir.