Kötülüklerin en büyüğü Allah'ı inkar etmektir

Kur’an, Allah’ın takdiriyle de olsa kötülüklerin nefisten kaynaklandığını açıklıyor.

Kötülüklerin en büyüğü de yaratıcıyı inkâr etmek, O’na ortak koşmaktır.

Nefsin O’na ortak olmayı veya O’nun dışında başlı başına bir ilah (tanrı) olmayı dilemesidir. Tarihte bunların ikisi de gerçekleşti. Çünkü gerek Firavun ve gerekse İblis kendilerine ibadet edilmesini istemişlerdir.

Firavun ve İblis’in bu tutumu zulüm ve cehaletin doruk noktasıdır. Geri kalan insanların ve cinlerin nefislerinde bundan kırıntılar vardır. Eğer Allah kula yardım etmez, onu hidayete erdirmezse, mutlaka etkinliği ve imkânları çapında Firavun ve İblis’in sergilediği tutumun bir benzerini sergileyecektir.

İrfan ehlinden biri şöyle der:

Her nefiste mutlaka Firavunun nefsindekine benzer duygular vardır. Şu kadarı var ki, Firavun belli bir güce kavuştu ve bu duyguyu dışa vurdu. Ama diğerleri yeterince güçlü olmadıkları için bunu gizlerler...

Çünkü, insan kendi nefsini ve diğer insanların nefislerini tanıyıp ibret alırsa, her insanın imkânları ölçüsünde kendisine itaat edilmesini, kendisinin yüceltilmesini istediğini, nefislerin yükseklik ve liderlik sevgisiyle dolu olduklarını görür. Bu özelliklere ve eğilimlere sahip nefsin, bu arzusuna onay verip uyan kimselere dost, onay vermeyip muhalefet edenlere de düşman olduğunu gözlemler. Bu nefsin ilahı (tanrısı) hevası ve isteğidir.

Ulu Allah şöyle buyuruyor:

“Hevasını ilah edineni gördün mü? Sen mi ona vekil olacaksın?” (Furkan, 43)

Bu nefsin nazarında diğer insanlar, Türkler ve diğer kâfir milletlerin krallarının nazarında olduğu gibi “Yal = Yar ve Yağ = Yad”, dost ve düşman olmak üzere iki kısma ayrılır.

Hevalarına onay verip uyan kimse kâfir de olsa onların dostudur.

Hevalarına onay vermeyen de bir muttaki dahi olsa onların düşmanıdır.

İşte bu, Firavunun tutumudur.

Bunların her biri, imkânlar ölçüsünde emirlerine itaat edilmesini ister; fakat ilahlık iddiasında bulunmak ve yaratıcıyı inkâr etmek hususunda Firavunun sahip olduğu imkânları kendisinde bulamaz. Bunlar yaratıcının varlığını kabul edebilirler; ama bir kimse onları Allah’a ibadet etmeye çağırsa, bu, kendilerine yönelik itaatin terki anlamına geleceği için bu davetçiye düşman kesilirler. Tıpkı Firavunun Musa’ya (a.s.) düşman kesilmesi gibi.

İnsanların büyük kısmı, bu kadarını istemeyecek akla ve imana sahiptir. Bunların nefisleri sahip oldukları şeyle ilgili isteklerde bulunurlar.

Bir kimse, Allah’a itaat eden bir müslüman ise, günah ve Allah’a isyan niteliğinde dahi olsa arzularına, amaçlarına itaat edilmesini isteyebilir. Kendisine itaat eden ve kendisini seven kimse, kendisine karşı çıkıp da Allah’a itaat eden bir kimseden daha sevimli gelir. İşte bu, Firavunun ve Resulleri yalanlayan diğer azgınların tutumundan bir kırıntıdır.

Bu duygulara sahip kimse alim ve şeyh olursa, kendisine saygı gösterilmesini ister, rakibi olan alim ve şeyhe değil. Hatta rakibi olan kimseye kıskançlıktan ve hasetten dolayı kin dahi besler. Tıpkı yüce Allah, Musa’nın (a.s.) davet ettiğinin aynısına davet eden bir elçi gönderdiğinde Yahudilerin yaptığı gibi.

“Onlara: Allah’ın indirdiğine inanın, denildiğinde: Bize indirilene inanırız, dediler.” (Bakara, 91)

“Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.” (Beyyine, 4)

“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.” (Şura, 14)

Bu yüzden yüce Allah, onlardan haber verirken, Firavunla ilgili haberdekine benzer ifadeler kullanıyor ve kendilerinden intikam alacak birini onlara musallat kıldığını belirtiyor.

Yüce Allah Firavundan söz ederken şöyle buyuruyor:

“Firavun Mısır toprağında azmıştı.” (Kasas, 4)

Bir başka ayette de şöyle buyuruyor:

“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. Akıbet takva sahiplerinindir.” (Kasas, 83)