Tevekkülde yanılgı

Bu ve benzeri davranışlar, yüce Allah’ın mahlûkatın hayatına egemen kıldığı yasaları ve emirlerini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Çünkü yüce Allah varlıkları sebepler aracılığıyla yaratmıştır. Kullar için de sebepler halk ederek, bunlar aracılığıyla bağışlanmasına, rahmetine, dünya ve ahiret sevabına ulaşmalarını dilemiştir.

Dolayısıyla sadece tevekkül etmekle, Allah’ın emrettiklerini terk etmesine rağmen, amacına ulaşacağını, insan için öngörülen amaçların, Allah’ın bunlara ulaşmanın aracı kıldığı sebeplere sarılmaya bağlı olmadığını sanan kimseler büyük bir yanlışlık içindedirler. Gerçi yüce Allah, kulun rızkını garanti etmiştir ve yaşadığı sürece rızkını verecektir; ancak bu, garanti edilen rızkın, kuluh fiilleriyle veya başka bir etken ile gerçekleşen sebeplere bağlı olmasına engel değildir.

Öte yandan yüce Allah kulu helâl ile de haram ile de rızıklandırır. Kul, Allah’ın emirlerine uygun hareket ederse, helâl ile rızıklanmış olur, fakat Allah’ın emirlerini terk ederse, haram ile rızıklanmış olur.

Bu alana giren hususlardan biri de dua ve tevekküldür. Bazı insanlar, bunların, amacın gerçekleşmesi üzerinde bir etkisinin olmadığını sanmışlardır. Ne hoşlanılmayan şeyin bertaraf edilmesi hususunda da etkisinin olmadığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, dua ve tevekkül salt bir ibadettir. Bunlar aracılığıyla gerçekleşen şeyler, başkasıyla da gerçekleşir...

Diğer bazıları ise, bunların salt alamet olduklarını ileri sürmüşlerdir. Oysa bu hususta doğru olan görüş, ümmetin selef kuşağının ve ulemanın çoğunluğunun benimsediği görüştür. Buna göre, dua ve tevekkül, dünya ve ahiret mutluluğunun elde edilmesinde etkili olan en büyük sebeplerdendir.

Yüce Allah’ın dua, tevekkül ve çalışma gibi sebepler aracılığıyla takdir ettiği şeylere gelince, bunlarla ilgili olarak bir kimse, eğer sebep olmasaydı, ne olurdu? şeklinde bir soru sorarsa, bu tıpkı:

Eğer maktul öldürülmeseydi, yaşar mıydı? demeye benzer. Nitekim bazı Kaderiyeci gruplar, maktulün öldürülmemiş olması durumunda, yaşayacağını söylemişlerdir. Ehl-i sünnete mensup bazı alimler de öleceğini söylemişlerdir.

Doğrusu şudur:

Bu, Allah’ın olacağını bildiği bir şeyle ilgili olarak değerlendirme yapmaktır. Allah maktulün ölümünü bu sebeple takdir etmiştir. O, ancak bu sebeple ölürdü. Tıpkı yüce Allah’ın, dünya ve ahiret mutluluğunun sebebi olarak kendisine ibadet edilmesini, dua edilmesini, tevekkül edilmesini ve salih amel işlenmesini öngörmesi gibi. Bu sonuç, ancak saydığımız bu sebepler aracılığıyla gerçekleşir. Eğer Allah, bu sebeplerin yokluğunu takdir etseydi, takdir edilenin ne olacağı bilinmezdi. Şayet, sebep olmasaydı, o zaman takdir edilen ölmesi de olabilirdi, yaşaması da. Fakat bunlardan birini kesin olarak savunmak yanlıştır.

Bir kimse:

Ben bir şey yemeyeceğim, içmeyeceğim. Eğer Allah yaşamamı takdir etmişse, yemeden, içmeden beni yaşatır, dese, bu kimse ahmaktır. Tıpkı:

Ben karımla cinsel ilişkiye girmeyeceğim. Eğer Allah bana çocuk vermeyi takdir etmişse, erkeğin döl suyuna ihtiyaç olmaksızın da karımın gebe olmasını sağlayabilir, diyen kimse gibi... Tevekkül ibadettir