Kader konusunda diğer görüşler

Bunlara karşılık kelâm ve tasavvuf ehlinden bilginler ve abidler ortaya çıktılar, kader gerçeğini kabul ettiler, Allah’ın her şeyin rabbi ve sahibi olduğuna inandılar. O’nun dilediğinin olacağını ve dilemediğinin de olamayacağını vurguladılar. O’nun her şeyin yaratıcısı, rabbi ve maliki olduğunu dile getirdiler.

Bütün bunlar güzel ve doğru olmakla beraber, ilâhî emir ve yasaklarda kısmalara gittiler, vaad ve azap tehditlerini fonksiyonsuz gibi algıladılar. O kadar ileri gittiler ki, bunlar içindeki bazı aşırı gruplar inkâra kadar vardırdı işi. Derken:

“Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram kılmazdık.” (En’am,148) diyen müşriklerle aynı kategoriye düştüler.

Dolayısıyla önceki Kaderiyeciler (Mutezile ve benzerleri) şer bildikleri için Allah’tan başka bir fail isbat etmekle mecusilere benzedikleri gibi, bu Kaderiyeciler (kimi kelâm ve tasavvuf grupları) de:

“Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram kılmazdık.” diyen müşriklere benzediler.

Şu kadarı var ki, müşrikler her zaman mecusilerden daha kötüdürler. Çünkü hiç olmazsa mecusilerden, müslümanların ittifakiyle cizye vergisi kabul edilmiştir.

Ayrıca bazı alimler, onların kadınlarıyla evlenmenin ve yiyeceklerini yemenin helâl olduğunu da söylemişlerdir. Müşriklerinse, kadınlarıyla evlenmenin ve yiyeceklerinden yemenin haram olduğu hususunda ümmet arasında tam bir görüş birliği vardır. Gerçi Şafii’nin görüşü ve Ahmed’den nakledilen meşhur görüş, müşriklerden cizye kabul edilmeyeceği yönündedir. Ulemanın coğunluğu, mecusilerden cizye kabul edilse de müşriklerden kabul edilmeyeceği görüşündedir. Çünkü peygamber efendimiz (s.a.v.) hiçbir müşrikten cizye kabul etmediği gibi şöyle buyurmuştur:

“Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik edinceye kadar insanlarla savaşmam emredildi. Bu şahitliği yapınca, haklı bir gerekçe olmadığı sürece kanları ve malları benden yana güvencede olur. Hesaplarını görmekse Allah’a aittir.” (Müslim,İman,32, 36)

Burada şunu demek istiyoruz:

Kaderi kabul edip de, bunu, ilâhî emir ve yasakların iptal edilmesinin gerekçesi gibi kullananlar, kaderi kabul etmedikleri halde ilâhî emir ve yasakları kabul edip riayet edenlerden daha kötüdürler. Bütün müslümanlar ve diğer dinlerin mensupları, daha doğrusu bütün insanlar bu noktada hem fikirdirler. Çünkü kaderi ve bütün mahlûkat üzerindeki rububiyeti kabul edip de emredilenle yasaklananı, kâfirle mü’mini, itaat edenlerle isyan edeni birbirinden ay

ırmayanlar, hiçbir peygambere ve hiçbir kitaba inanmamış olurlar. Onların nazarında Adem ile İblis arasında hiçbir fark yoktur. Nuh ile kavmi, Musa ile Firavun, iman etmede herkesten önce davranan ilk müslümanlar ile Mekke kâfirleri eşittir.

Bu sapıklık, tasavvuf, zühd ve ibadet ehli olarak bilinen gruplara arasında kol geziyor. Özellikle bu görüşlerini, ilâhî sevgi, buğz, hoşnutluk ve gazabı kabul etmeksizin kaderi ve dilemeyi kabul eden kelâmcıların tevhid anlayışlarıyla destekledikleri zaman bu sapıklıkları daha bir koyulaşır. Sözünü ettiğimiz kelâmcı gruplar diyorlar ki:

Tevhid, rububiyetin birliğidir. Uluhiyet ise, onlara göre, meydana getirme, ortaya çıkarma gücünden ibarettir. Dolayısıyla uluhiyetin birliğini bilmezler ve ilahın, tapılan, kulluk sunulan mabud olduğunun bilincinde değildirler. Ve yine, Allah

’tan başka ibadete layık ilah olmadığına şahitlik edilmedikçe, Allah’ın her şeyin rabbi olduğunu ikrar etmenin tevhid sayılmayacağını bilmezler.

Nitekim yüce Allah, uluhiyetin tekliğini ikrar etmeyip sırf rububiyetin tekliğini kabul edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf, 106)

İkrime şöyle der:

Onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olsan, Allah.. derler. Ama bu sırada Allah’tan başkasına ibadet ederler. Üstelik gerçek tevhid ve fena (Allah’ta yok olma) fikrini de savunurlar ve, bu, bilginin son noktasıdır, derler. Arif kişi bu makama erişince, genel rububiyeti ve kapsamlı egemenliği gözlemlediği için artık güzeli güzel, çirkini de çirkin görmemeye başlar, derler. Nice büyük şeyhlerin (şuyuh-u ekber) yuvarlandıkları bir derekedir bu. Güç ve kuvvet ancak Allah’ındır.

Aslında bunların tevhid anlayışları ile putlara tapan müşriklerin tevhid anlayışları aynıdır. Yüce Allah putperest müşrikler hakkında şöyle buyuruyor:

“De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım, bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? Allah’a aittir, diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de. Yedi kat göklerin rabbi, azametli arşın rabbi kimdir? diye sor. Allah’ındır, diyecekler. Şu halde siz Allah’tan korkmaz mısınız! de. Eğer biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekutu kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan kimdir? diye sor. Allah’ındır, diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz? de.” (Mü’minun, 84- 89)

“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir? diye sorsan, mutlaka Allah, derler. O halde nasıl çevirilip döndürülüyorlar? Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Andolsun ki onlara: Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir? diye sorsan, mutlaka, Allah, derler. De ki: Hamd da Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu düşünmezler.” (Ankebut, 61-63)

“Andolsun ki onlara, gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, mutlaka Allah, derler. De ki: Övgü de yalnız Allah’a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.” (Lokman, 25)

“Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette Allah, derler. O halde nasıl çeviriliyorlar?” (Zuhruf, 87)

“De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim malik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor? Diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşi kim idare ediyor? Allah, diyecekler. De ki: Öyle ise sakınmıyor musunuz? İşte O, sizin gerçek rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl döndürülüyorsunuz? İşte böylece rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki ‘onlar inanmazlar’ sözü gerçekleşmiş oldu. De ki: Ortak koştuklarınız arasında, ilk defa yaratacak, arkasından onu yeniden döndürecek biri var mı? De ki: Allah ilk defa yaratıp onu yeniden döndürür. O halde nasıl saptırılırsınız! De ki: Ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı? de ki: Hakka Allah iletir. Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mi? Siz ne oluyor? Nasıl böyle hükmediyorsunuz?” (Yunus, 31-35)

“Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi o suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah’tan başka ilah mı var! doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. Yoksa yer yüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’tan başka ilah mı var! Doğrusu onların çoğu bilmiyorlar. Yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah’tan başka ilah mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz! Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’tan başka bir ilah mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. Yoksa ilk başta yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilah mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin.” (Neml, 60-64)

Çünkü putperest müşrikler, yüce Allah’ın gökleri ve yeri yarattığını kabul ettikleri gibi, O’nun kendilerinin de yaratıcısı olduğunu ikrar ediyorlardı. Her şeyin melekutünün O’nun elinde olduğunu ikrar ediyorlardı. Hatta kaderi dahi kabul ediyorlardı.

Bilindiği gibi, cahiliye döneminde Araplar kadere inanırlardı. Bunu cahiliye döneminin şiirinde de nesrinde de görmek mümkündür. Buna rağmen, sadece tek ve ortaksız Allah’a kulluk etmedikleri, aksine, O’ndan başkasına ibadet ettikleri için Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kötü olan müşriklerden oldular.

İşte kimin tevhid anlayışının vardığı nokta buna benzer bir tevhid anlayışı ise, onun benimsediği tevhid müşriklerin tevhid anlayışından farksız olur.

Burası var ya! burası... nice ayakların kaydığı, nice anlayışların saptığı çok tehlikeli bir dönemeçtir!

Bu dönemeçte, ne yazık kı müslümanların dini değişime uğradı. Burada tevhid ehli putların kullarına karıştılar.

Tevhidin, tahkikin, irfanın ve kelâmın son noktası burasıdır, iddialarına rağmen!