İrade, İzin, Kitap, Hüküm, Kaza ve Haram Kılma

Soru:

“İrade”, “İzin”, “Kitap”, “Hüküm / Hikmet”, “Kaza” ve “Haram kılma” gibi kavramların ayrıntılı açıklaması soruldu. Bunlardan dini olup Allah’ın sevgisine, rızasına ve yasama nitelikli emrine uygun olanlar ile varoluşsal olup varoluşsal dilemesine uygun olanların neler olduğu soruldu.

Cevap:

Allah’a hamdolsun, sözü edilen İrade, İzin, Kitap, Hüküm / Hikmet, Kaza ve Haram kılma kavramları ve benzeri kavramlar tıpkı emir, gönderme kavramları gibi, Allah’ın kitabında iki kısma ayrılır.

Birincisi, Allah

’ın sevdiği ve hoşnut olduğu dini olgularla ilintilidir. Bunları yapıp edenleri yüce Allah ödüllendirir ve onları cennete koyar. Dünya ve ahiret hayatında onlara yardım eder. Bunlarla takva sahibi dostlarından, kurtuluşa ermiş hizbinden ve salih kullarından oluşan kimselere yardımcı olur.

İkincisi de, yüce Allah

’ın takdir ettiği, ezelden tasarladığı varoluşsal olgularla ilintilidir. Bu bağlamda mü’min ile kâfir, iyi ile günahkâr, cennetlikler ile cehennemlikler, Allah’ın dostları ile düşmanları, kendisinin sevdiği ve kendisini seven, kendisinin ve meleklerinin üzerlerine esenlik dilediği itaat ehli olanlar ile buğzettiği, öfke duyduğu, hem kendisinin, hem de başkalarının lanet ettiği kimseler arasında bir fark yoktur.

Bu açıdan olgulara bakanlar, evrensel bir varoluş gerçeği ile yüz yüze gelirler. Bütün varlıkların Allah tarafından yaratıldıklarını, O

’nun dilemesi tarafından idare edildiklerini, O’nun hüküm ve hikmetinin zorlayıcı yönlendirmesi altında olduklarını gözlemlerler. Bu bağlamda Allah’ın dilediği olur, insanlar istemeseler de. Verdiği hükmü sorgulayacak, buyruğunu geri çevirecek hiç kimse yoktur.

Bu açıdan bakanlar, Allah’ın her şeyin Rabbi ve sahibi olduğunu, yaratma ve emretme, yönetme yetkisinin O’nun tekelinde olduğunu, O’nun dışındaki her şeyin O’nun rububiyetinin tasarrufu altında, O’nun tarafından yönetilip yönlendirilen bir konumda olduğunu, her şeyin O’nun karşı konulmaz kahrının altında, kendisi için bir zarar veya yarar, ölüm veya hayat ya da yeniden dirilip yeryüzüne dağılma gerçekleştirecek güce sahip olmadığını bütün çıplaklığıyla görür.

Bu pencereden bakınca, her şey Allah’ın kulu, her bakımdan O’na muhtaç görünür ve Allah’ın her şeyden, bütün yaratıklardan müstağni olduğu belirginleşir. Böyle bir gözlem özü itibariyle gerçektir; fakat, bir grup vardır ki, bunlar bu gerçeği göremediler. Bunların grubuna Mecusi karekterli Kaderiye denir. Bir diğer grup daha vardır ki, bunlar da gelip bu varoluşsal gözlemin sınırında durmuşlardır, olumlu ya da olumsuz bir şey söylememişlerdir. Bunlara da müşrik karekterli Kaderiye denir.

İlk gruptakiler, varlık aleminde Allah’ın kudretiyle, dilemesiyle ve yaratmasıyla ilgisi bulunmayan şeyler bulunduğunu iddia ettiler, kulların fiilleri örneğin. Bunların aşırıları Allah’ın öncesiz ilmini ve önceden varolan ezeli kitabını (levh-i mahfuz) da inkâr ettiler. Bu ümmet içinde ilk kez Kaderiye fikrini ortaya atanlar bunlardır. Sahabeden, ilk kuşak ulemadan zatlar, bunlara gerekli cevabı vermiş ve onlardan, onların düşüncelerinden uzaklaşmışlar.

İkinci gruptakiler ise, bunlardan daha kötüdürler. Bunlar sülûk, irade, kendini tanrıya adama, tasavvuf ve fakr ehli olarak bilinirler. Yukarıda işaret ettiğimiz varoluşsal gerçeği gözlemleyip Allah’ın bütün varlıkların yaratıcısı, dolayısıyla kulların fiillerinin de yaratıcısı ve bütün varlıkların irade edileni olduğunu gördüler. Fakat bu gözlemden sonra iman ile küfrü, tanıma ile inkârı, hak ile batılı, hidayet üzere olan ile sapığı, doğru ile eğriyi, peygamber ile peygamberlik taslayanı, Allah’ın velisi ile Allah’ın düşmanını, Allah’ın razı olduğu ile gazap duyduğunu, Allah’ın sevdiği ile kızdığını, adalet ile zulmü, Anne-babaya iyilik ile onlara asi olmayı, cennet ehlinin amelleri ile cehennem ehlinin amellerini, iyiler ile günahkârları birbirlerinden ayırmadılar. Bütün varlıkların ortak noktası olan önceden tasarlanmış kazayı, yürürlükteki ilâhî meşiyeti, her şeyi kuşatan kudreti ve herkesi içine alan yaratılışı gözlemledikleri için, varlıkların ortak noktalarını gördüler, ama farklılaştıkları alanları göremediler. Dolayısıyla şu ayetlerin muhatapları arasına girdiler:

“Allah’a teslimiyet gösterenleri, günahkârlar gibi tutar mıyız? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?” (Kalem, 35-36)

“Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya Allah’tan korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?” (Sad, 28)

“Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar?” (Casiye, 21)

“Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi.” (Araf, 137)

Peygamber efendimizin (s.a.v.) şu hadisi de sözünü ettiğimiz mistik grubun tutumunun yanlışlığını ortaya koymaktadır:

“Yaratıp meydana getirdiklerinin, var ettiklerinin şerrinden, göklerden inenlerin ve göklere yükselenlerin şerrinden, yeryüzünde yarattıklarının ve yeryüzünden çıkanların şerrinden, gece ve gündüzün şerrinden, hayırla gelip kapıyı çalan hariç, geceleyin kapıyı çalanların şerrinden Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığırım ki, iyi - kötü hiç kimse onları aşamaz. Ey Rahman!” (Ahmed, 3/419; Malik, Şiir, 10)

Bundan da anlaşılıyor ki, Allah’ın eksiksiz kelimelerinden maksat, şeri nitelikli emir ve yasakları değildir. Çünkü günahkârlar, Allah’ın emrine de yasaklarına da karşı çıkıyorlar. Bilakis, bundan maksat, varlıkların oluşumunu sağlayan kelimeleridir. Şer’i emir ve yasakları içeren dini kelimeler ise Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an gibi semavi kitaplardan ibarettir ki, yüce Allah bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir.” (Tevbe, 40)

Peygamber efendimiz (s.a.v.) de bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Siz kadınların ırzlarını Allah’ın kelimesi ile kendinize helâl kıldınız...” (Müslim, Hac, 147; Ebu Davud, Menasik, 56; İbnu Mace, Menasik, 84; Nesai, Menasik, 34; Ahmed, 5/73)

“Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.” (Enam, 115) ayeti ise, Allah’ın kelimelerinin her iki türünü de (varoluşsal olan ile yasama nitelikli, kevni olan ile şer'i olanı) kapsar.

“Gönderme = el-Ba’su” kavramına gelince, bu kavramın varoluşsal (kevni) anlamına aşağıdaki ayette işaret ediliyor:

“Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik.” (İsra, 5)

Bu kavramın yasama (şer'i) anlamına da aşağıdaki ayetlerde işaret ediliyor:

“Ümmilere içlerinden bir peygamber gönderen O’dur.” (Cuma, 2)

“Rabbimiz! Onlara içlerinden olan bir peygamber gönder...” (Bakara, 129)

“Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tağuttan sakının” diye her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 36)

“Gönderme” anlamında “irsal”in varoluşsal (kevni) boyutuna aşağıdaki ayetlerde işaret ediliyor:

“Biz, kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice isyankarlığa sevkeden şeytanları gönderdik.” (Meryem, 83)

“Biz, rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik.” (Hicr, 22)

“İrsal”in yasama nitelikli anlamına da aşağıdaki ayetlerde işaret ediliyor: “Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” (Nuh, 1)

“Biz seni Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Bakara, 119)

“Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor.” (Zuhruf, 45)

“Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisa, 64)

“Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: “Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 25)

“Nasıl Firavuna bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. Ama Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde muaheze etmiştik.” (Müzemmil, 15-16)