İçki içmeye ve zina yapmaya zorlanmak

Kişinin şarap içmeye ve benzeri bir fiili işlemeye zorlanması meselesine gelince, fıkıhçıların büyük çoğunluğu bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Ebu Hanife’nin, Şafii’nin ve Ahmed b. Hanbel’in meşhur olan görüşü bu yöndedir. Buna kanıt olarak da şu ayeti göstermişlerdir:

“Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Nur, 33)

Ama zina etmeye bir erkek olursa, bu konuda iki farklı görüş vardır. Bu görüşleri de Ahmed ve başkaları dile getirmişlerdir:

Birincisi: Bu durumda erkek zinaya zorlanmış sayılmaz. Ebu Hanife bu görüştedir. Ahmed’in kaynaklarda yer alan görüşü de böyledir.

İkincisi: Erkek de zinaya zorlanmış olabilir. Şafii bu görüştedir. Ahmed’in arkadaşlarından bazıları da bu yönde görüş belirtmişlerdir.

Kişi küfür sözü söylemeye zorlanırsa, kalbi imanla itiminan bulmuş olması koşuluyla, bunu yapması caiz olur.

Ama alışveriş, nikah, boşanma, zihar, iyla ve köle azat etme gibi akitleri yapmaya zorlanırsa, Malik, Şafii ve Ahmed gibi çoğunluğun görüşü, haksız yere söylemeye zorlandığı her söz batıldır, şeklindedir. Dolayısıyla böyle bir şeye zorlanan kimsenin boşanması ve köle azat etmiş olması geçersizdir. Adak vermek ve yemin etmek gibi uygulamalara gerek yoktur. Ebu Hanife’ye gelince, o bu hususta alış veriş akti gibi, feshedilebilir, tercih ve seçim yapmaya elverişli ve de zorlama ile birlikte gerekmeyen akitleri ayrı tutar. Ama nikah, boşanma ve köle azat etme gibi zorlama ile birlikte gündeme gelebilen akitlere farklı yaklaşır.

Darulharbin halkından birinin İslâma zorlanması gibi, hak nitelikli zorlamaya gelince, alimlerin ittifakına göre, buna zorlanan kimse açısından, zorlandığı şeyi yerine getirmesi bir gerekliliktir.

Şu halde soruyu soran kişinin şu beytini ele alabiliriz:

Eğer cebir doğruysa, kul zorlanmıştır demektir

Sana göre de zorlanan mazurdur

Bu söz, iki yanlış önermeye dayanmaktadır:

Birincisi:

Eğer cebr doğruysa, kul zorlanmıştır demektir. Bilindiği gibi, cebr sözüyle, eğer bildiğimiz anlamda bir insanın istemediği bir şeyi yapmaya zorlanması kast ediliyorsa, bu, doğru olmayan bir zorlamadır. Ama bununla, Allah’ın kulun iradesini yarattığı kast ediliyorsa, bu cebr doğrudur ve zorlama anlamına gelmez.

İkincisi:

Sana göre de zorlanan mazurdur. Mesele böyle değildir. Bilakis, iki türlü zorlanan vardır. Birinde, zorlayan kimse, kişiyi hak olan bir şeye zorlar. Bu şekilde zorlanan kimse zorlandığı şeyden sorumludur, mazur sayılmaz. Allah bir insanı ancak hak olana zorlar. İster yaratması ve kaderiyle zorlasın, ister şeriatı ve emriyle zorlasın. Mazur sayılan zorlanan kimse, mazlum olarak haksız yere bir şeye zorlanan kişidir. Allah hiç kimseye zerre ağırlığınca zulmetmez. Bilakis O, hikmet ve adaletle hükmeden, adaleti ayakta tutandır.

Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:

“Allah, adaleti ayakta tutarak şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de. Mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilah yoktur.” (Al-i İmran, 18)

Müslümanlar ve diğer dinlerin mensupları, Allah’ın zulümden münezzeh olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Fakat insanların ayrıldıkları nokta, Allah’ı tenzih etmenin gerekli olduğu zulmün ne olduğudur. Mutezile gibi Kaderiyeci mezhepler, yaratıcıyı tenzih etmenin gerekli olduğu zulmü, mahlûkatın nehyedildiği zulüm gibi algıladılar. Böylece Allah’ı mahlûkata benzettiler. Bu yüzden mahlûkat için gerekli ve vacip olan şeyleri Allah içinde gerekli ve vacip gördüler. Çelişkili sözlerle, Allah hakkında tadil ve tecvizden söz edebildiler. Nitekim bu görüşleri meşhurdur ve insanları da bu hususta çok zor durumlarda bıraktılar. İnsanlar onlara cevap vermekte zorlandılar.

Bu yaklaşımlarından biri şu sözleridir:

Kul, birbirlerine zulmeden bir topluluk görürse ve onları zulmetmekten alıkoyacak gücü olduğu halde, buna engel olmazsa, kendisi de zalim olur. Ama böyle bir davranış Allah açısından zulüm sayılmaz. Diyorlar ki:

Allah, onları bu zulümden nehyetmiştir. Kendisine itaat etmeleri durumunda sevap bahşedeceğini, isyan etmeleri halinde cezalandıracağını bildirmiştir. Dolayısyla onlar kendi tercihleri sonucu zulmetmişlerdir. Onların bu zulümden alıkonmalarının bir tek yolu vardır, o da onları bu işi terk etmeye zorlamaktır. Zorlama ise, yükümlülüğü ortadan kaldırır, dolayısıyla kendilerine arzedilen sevap ve ceza olgularını geçersiz kılar.

Alimlerin genelinin onlara verdiği cevap şudur:

Herhangi birimiz, hizmetçilerinin bu emrine itaat etmeyeceklerini, zulümden vaz geçmeyeceklerini, bilakis isyan ve zulümlerini daha da arttıracaklarını bildiği halde, böyle bir davranışta bulunursa, bu davranışı hikmete de adalete de sığmaz. Bizden birimizin bu davranışından dolayı övgüyü hakketmesi, ancak akıbeti bilmemesi veya engelleme gücünden yoksun bulunması durumunda söz konusu olabilir. Allah ise her türlü akıbeti bilir ve O’nun her şeye gücü yeter. Yoksa bizden herhangi bir kimse, hizmetçilerine ödül vermek için böyle bir emir verdiği zaman, kendisine isyan edeceklerini ve birbirlerine zulmedeceklerini bilirse, zor kullanarak onları zulümden alıkoyar.

Bu konunun devamı niteliğindeki açıklamalar başka yerlerde yapılmıştır. Dolayısıyla burada, sadece dikkat çekme niteliğinde bir cevaba yer verebiliyoruz.