Kulun kudreti ve kazancı

Kulun kudretinin ve kesbinin diğer sebepler arasında bir özelliğe ve etkinliğe sahip olmasına gelince, yüce Allah insana şu özelliği bahşetmiştir:

İnsanın bilgisi, dünyada ahlâk, durum ve sonuç olarak bazı etkiler bırakır. Ahirette de başka etkiler gösterir. Bu özellik insandan başka bir varlık için öngörülmemiştir. Bütün varlıklar içinde, zatı, sıfatları, isimleri ve fiilleri bağlamında şahıs ve tür olarak sırf insana özgü kılanın ayrıcalıklar sayılmayacak kadar çoktur. Aklı başında hiçbir insan yoktur ki, bu ayrıcalıklardan bazılarına sahip olmasın. Bu yüzdendir ki, emir ve yasakların insana yöneltilmesi isabetli olmuştur.Gerçeklik ve kesp olarak fiilin insana izafe edilmesi doğrudur. Bununla beraber bütün bunları yaratan yüce Allah’tır.Çünkü Allah kulu da amelini de yaratmıştır. Bu amelin ona ait olmasını,onunla kaim olmasını ve ondan sadır olmasını sağlamıştır. Onun sonradan olma kudretiyle meydana gelmesini öngörmüştür.

Fiile ait durumların en alt mertebesi, sıfat düzeyinde olmasıdır. Kulun içinde yaratılan ahlâk, başka olgulara havale edildiği zaman, acaba kulun bundan soyutlanması doğru olur mu? Kesinlikle hayır. Hem neden olsun ki!...

Emir olgusuna gelince, bu olgu, itaat edenler açısından, kendilerinden fiil sadır olmasını sağlayan sebeplerden biri konumundadır. Çünkü emir, fiili işlemeyi mümkün kılan etmenleri harekete geçirir. Sonra itaat etmelerini, salt boyun eğmelerini ve teslim olmalarını gerektirir. Dolayısıyla kendilerinin mutluluğa erişmelerini öngören önceden belirlenmiş kaderin kapsamında bir olgudur. Asiler açısından ise, isyanı hakketmelerine neden olan bir sebep konumundadır. Şu halde emir olgusu olmasaydı, itaat edenle isyan eden birbirinden ayırt edilmezdi.

Ayrıca insanlar için öngörülen kader kapsamında, günaha yönelme özelliği de söz konusudur. Bunun nedeni, birçokları, onunla sapsın ve birçokları da doğru yolu bulsun. Bu da emir ve yasaklamanın kaderin genel anlamının kapsamına girdiğinin göstergesidir. (.....) Bu, birçok düğümü çözer. (.....) Çünkü yüce Allah, akıbetleri bilir. Kulların emrine gelince, burada yokluk zahirdi. (....) bilgileri dahilinde günahlardan sayılır. Zaten kulların niyetleri fiilin tümünden sadır olmasının kendisidir. Dolayısıyla o (....) indirilmiş kitaplarla gönderilen elçilerin lisanıyla duyurulan şer’i emrin zahirinde.... Bunların tümünü Allah (....) Yürürlüğe koyduğu emrin ve hükmün mazharıdır. Dolayısıyla irade ve emrin her biri ayrılır (....) genel olarak vuku bulur ve her iki kısmı da kapsar. (....) Kader O’nun tarafından belirlenmiştir. Bütün hayırlar O’nun nüfuzu altındadır. İki kısma ayırarak özel bir şekilde meydana getirir ve varlıkları varoluş mertebelerine koyar. (Boşluklar, eserin orijinalindeki boşluklardan kaynaklanıyor)

Şu halde itaat ve isyan, içinde yaratıldıkları kişiye nispet edilebilirler. Acaba bir insan:

Siyah, kızıl, uzun, kısa, zeki, aptal, Arap, Acem, dese ve bu sıfatların tümünü kendine nispet etse, ki bunların kendisiyle kaim olmalarından başka hiçbir iradesi söz konusu değildir, böyle bir nispet doğru olarak kabul edilebilir mi?

Ayrıca insanın bu nitelikler üzerinde hiçbir etkisi de yoktur. Çünkü bazen insanın beğendiği tarzda, bazen de nefret ettiği biçimde olabilirler. Biri çıkıp da yukarıda saydığımız ve insanın iradesinin etkisinin olmadığını vurguladığımız nitelikleri insana nispet ederken, insanın yaratılmış iradesi ve kasti aracılığıyla fiilinin sonucu meydana gelen şeylerin ona izafe edilmesini imkânsız görürse, böyle bir yaklaşım doğru olabilir mi?

Ve dese ki:

Kulun kötülükten dolayı hiçbir sorumluluğu yoktur...

Acaba bu saydıklarımızın faili ve kasibi insanın kendisi değil midir? Daha doğrusu başkasının bunlarda bir etkisi var mıdır?

Fakat yüce Allah bunları insan için yaratmıştır. Bir fiilin yaratıcısına, var edicisine izafe edilmesi ile bu fiilin sahibine, kasibi ve faili olan kişiye izafe edilmesi arasında bir çelişki yoktur. Biz daha önce olumsuz karşılanan ve yerilen cebir anlayışının ne olduğunu açıklamıştık.