Allah'ın ezelde ve ebedde kadir oluşu

Altıncı mesele:

Allah’ın ezelde ve ebedde kadir oluşunun devamlılığı; kuşkusuz Allah kadirdir ve dilemesiyle istediği her şeyi yapmaya yönelik kudreti hep devam eder. Dilediği zaman ve dilediği şekilde konuşan olması da hep devam eder. Bu, selef ulemasının ve İbn-i Mübarek ve Ahmed gibi imamların görüşüdür.

“...Sahih-i Buhari’de Said b. Cübeyr’den rivayet edilir ki:

Bir adam İbn-i Abbas’a:

“Allah gafurdur, rahimdir.” (Ahzab, 73)

“Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Feth, 7)

“Allah işitendir, görendir.” (Nisa, 134) ayetlerinin anlamını sordu. Sanki adam -ayetlerin başındaki mazi siğasıyla zaman bildiren “Kâne = idi” edatını göz önünde bulundurarak- bunun geçmişte olduğunu düşünüyordu.

İbn-i Abbas şu karşılığı verdi:

“Allah (...)dır.” “Allah (...)dır.” “O, zatını bundan tenzih eder ve yine de kendini bununla nitelendirir. Hiç kimse bu hususta O’ndan yüce değildir. Bu ayetlerde geçen “Kâne” nin anlamı “hep böyledir.” şeklindedir.”

Bu hadisi Abd b. Hamid tefsirinde müsned ve mevsul olarak rivayet etmiştir. İbn-i Münzir de bunu tefsirinde rivayet etmiştir. Hadisin yukarıya aldığımız metni Abd’ın

rivayetinden alınmıştır.

Burada güttüğümüz amaç, insanların “kudret meselesi”nde çekişme içinde olduklarına dikkat çekmektir. Doğrusu, selefin görüşünde olmayanlar, Allah’ın kudret sıfatını ispat etmiş olamazlar. O’nun kadir olduğunu da kanıtlamamış olurlar. Şu halde Cehmiye grubu ve onları izleyenler, Mutezile, Kaderiye, Mücebbire ve Nafiye gibi gruplar, gerçekte şunu söylüyorlar:

Allah kadir değildir, O’nun mülkü de yoktur. Çünkü mülk, ya kudrettir ya da güç yetirilendir, yahut da her ikisi birdendir. Her halukârda kudret kaçınılmazdır. Gerçek anlamda Allah’ın kudretini ispat etmeyenler, O’nun mülkünün olduğunu da ispat etmemiş olurlar, O’na hamdetmeyi ispat etmedikleri gibi.

“... Aynı şekilde, Kadim ve ezeli (öncesiz) olan, hiç kimseye ihtiyacı bulunmayan (samed) vacibu’l-vücud (varlığı zorunlu), zatı itibariyle her şeyden müstağni olan, başka her şeyin kendisine muhtaç olduğu yüce Allah,

kemal sıfatına sahip olmaya, mümkün nitelikli, sonradan olma ve muhtaç bir varlığa göre daha layıktır.

Böyle bir varlık, konuşmaya ve fiil işlemeye kadir olacak da, her şeye egemen (kayyum) ve her şeyin muhtaç olduğu, ama kendisi muhtaç olmayan (samed) zat, fiil işlemeye ve konuşmaya kadir olmayacak! İşte bu mümkün değildir. (...)

Bu meselede gözetilen maksat şudur:

Yüce Allah adildir, kesinlikle zulmetmez. Adaleti, kullarına, yarattığı varlıklara yönelik bir ihsandır. Dolayısıyla yarattığı her şey kullarına yönelik bir ihsan olarak belirginleşir. Bu yüzden her durumda övgüyü, hamd edilmeyi hakkeder. Bunun için Necm suresinde ezeli takdirinin çeşitli örneklerine işaret edildikten sonra:

“Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinde şüpheye düşersin.” (Necm, 55) buyuruluyor.

Bu da gösteriyor ki, peygamberleri yalanlayan milletleri helâk etmek gibi nimetler;Allah’ın kudretine, hikmetine, mü’minlere yönelik nimetine ve peygamberlere yardım edişine delalet etmeleri, peygamberlerin getirdikleri ilâhî mesajın pratikte gerçekleştiğini gösterdikleri, peygamberlere tabi olmanın mutluluk ve onlara karşı çıkmanın bedbahtlık, mutsuzluk sebebi olduğunu somut olarak gözler önüne serdikleri için ilâhî nimetlerin en büyüklerinden sayılırlar.