Allah kullarını ibadet için yaratmıştır

Allah insanları kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. O’nu ansınlar, O’na şükretsinler ve O’na kulluk etsinler diye...

Sırf kendisine kulluk etmeleri için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. Din yalnız Allah için olsun diye. Ve Allah’ın sözü en yüce olması için.

“Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: Benden başka ilah yoktur, şu halde bana kulluk edin, diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 25)

“Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahmandan başka tapılacak tanrılar edinin diye emretmiş miyiz?” (Zuhruf, 45)

Allah bütün peygamberlere bu prensibi emretmiştir. Bu hususta ihtilafa düşmemeleri uyarısında bulunmuştur.

“Hakikaten bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.”(Enbiya, 92)

“Ey peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyin. Güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim. Şüphesiz bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir.” (Mü’minun, 51-52)

Katede bu ayette şu anlamın kastedildiğini söyler:

Yani, sizin dininiz bir, Rabbiniz bir; ama şeriatlarınız farklıdır.

Dahhak da bu görüştedir. İbni Abbas’ın:

“Sizin dininiz bir tek dindir” şeklinde anlamlandırdığı rivayet edilir. İbn-i Ebu Hatem; Said b. Cübeyr, Katade ve Abdurrahman’ın da bu görüşte olduğunu belirtir. Hasan el-Basri şöyle der:

Allah peygamberlerine nelerden sakınacaklarını, neleri yapacaklarını vurguladıktan sonra:

İşte sizin tümünüzün yasası, sünneti ve geleneği birdir, buyuruyor. Müfessirlerin çoğunluğu bu kanaattedir.

Ümmet, millet ve yol demektir.

Nitekim bir ayette şöyle buyuruluyor:

“Atalarımızı bir din üzerinde bulduk.” (Zuhruf, 23)

Nitekim yola “İmam” adı verilmiştir. Çünkü yolu izleyen kimse başkaları tarafından önder edinilip takip edilir. Ayrıca yolcu da yolu izler, onu kendisine rehber edinir. Sonra ümmet de, insanların uydukları hayrın öğreticisi konumundadır. Bu itibarla yüce Allah İbrahim’i (a.s.) imam yapm

ış ve onun bir ümmet olduğunu bildirmiş-tir.

Ulu Allah bütün peygamberlere milletlerinin (izledikleri yolun) ve dinlerinin bir olmasını ve bunda asla ayrılığa düşmemelerini emretmiştir.

Nitekim Buhari ve Müslim

’de peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Biz peygamberler topluluğunun dini birdir.” (Buhari, Enbiya, Müslim, Fedail, 145)

Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor:

“Dinde, Nuh’a tavsiye ettiğini (...) sizin için şeriat kıldı.” (Şura, 13)

Bu yüzden peygamberler birbirlerini tasdik ederler, şeriatlarının farklı olmasına rağmen, aralarında ihtilaf etmezler.

Emir, Alim veya Şeyh olarak itaat edilen bir kimse, peygamber efendimize (s.a.v.) tabi olur, peygamberin emrettiğini emreder, davet ettiğine de davet ederse, bir kimsenin kendisini peygamberin davet ettiğine benzer bir şeye davet etmesi hoşuna giderse, dinin sırf Allah için olmasından hoşnut olursa, Allah böyle bir şeyi sevdiği için, o da Allah’ın sevmiş olduğunu sevmiş olur. Çünkü onun maksadı yalnızca Allah’a ibadet etmektir, dinin sırf Allah için olmasıdır.

Bir kimse de, bu saydığımız hususlara davet eden bir rakibinin olmasından hoşnut olmuyorsa, bu kimse, ibadet edilen, itaat edilen biri olmanın peşindedir. Firavun ve benzerlerinin tutumundan bir parça onda da mevcuttur.

Allah’tan başka kendisine itaat edilmesini isteyenin tavrı Firavuni bir tavırdır.

Bir kimse de, insanların Allah’la beraber kendisine de itaat etmelerini isterse, bu kimse, insanların Allah’ın yanında onu da denk bir ilah edinmelerini, Allah’ı sevdikleri gibi onu da sevmelerini istiyordur.

Oysa Allah, sadece kendisine ibadet edilmesini emretmiş ve dinin sırf kendisi için olmasını, dostluğun ve düşmanlığın sırf kendisinin rızasına yönelik olmasını, sadece kendisine güvenilip dayanılmasını ve yalnızca kendisinden yardım talep edilmesini istemiştir.

Peygamberleri izleyen kişi, onların emrettiğini emreder, ki din -kendisi için değil- yalnız Allah için olsun... Başkası da bunu emrettiğinde, bundan dolayı yalnızca sevinir, ona yardımcı olur ve bu davranışından ötürü sevinç duyar. İnsanlara iyilik ettiği zaman, yüce Rabbinin rızasını gözeterek iyilik eder. Rabbinin kendisini iyilik eden biri yapmakla kendisine lütufta bulunduğunu bilir. Amelinin Allah için ve Allah’ın yardımıyla gerçekleştiğini düşünür. Bu gerçek Fatiha suresinde şu şekilde dile getirilmiştir:

“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 5)

İyilik ettiği kimseden bir karşılık ve teşekkür beklemez. Bu iyiliğini başına kakmaz. Çünkü bu şekilde iyilik eden biri olmasını sağlayarak ulu Allah’ın kendisine minnet ettiğini, büyük lütufta bulunduğunu bilir. Dolayısıyla kolay olanı kendisine kolaylaştırdığı için asıl kendisinin Allah’a şükretmesi gerektiğini düşünür ve de kendisine yararlı olan şeyi kolaylaştırdığı için Allah’a şükreder. İnsanlar içinde başa kakmak için başkasına iyilik eden kimseler vardır. Ya da iyilik yaptığı kimseden itaat etmek, saygı göstermek yahut başka bir menfaat sağlamak gibi karşılıklar bekler. Yaptığı iyiliği başına kakarak şöyle der:

“Falana şu şu iyiliği yaptım, ama bana teşekkür bile etmedi,” der. Bu tutuma sahip kimse yalnız Allah’a ibadet eden ve yalnız O’ndan yardım dileyen biri değildir. Allah için ve Allah’ın yardımıyla amel etmemiştir. O, bir riyakar gibidir.

Yüce Allah, yaptığı iyiliği başa kakan ve riyakarlık eden kimselerin verdikleri sadakayı geçersiz kılmıştır:

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onun çıplak, pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez. Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Bakara, 264-265)

Katade der ki: Burada geçen “ruhlarındakini kuvvetlendirmek için” ifadesi, nefislerinin derinliklerinde Allah’ın sevabını umdukları için, demektir.

Eş-Şa’bi şöyle der:

“Nefislerinden kaynaklanan kesin bir inanç ve tasdik olarak...”

Bir diğer görüş de şöyledir:

Sevab kazanacaklarına kesin olarak inandıkları ve Allah’ın vaadini tasdik ettikleri için gönül hoşnutluğuyla çıkarıp verirler. Çıkarıp verdikleri malın, geride bıraktıkları maldan kendileri açısından daha hayırlı olduğunu bilirler.

Benim kanaatime göre, malını veren kimse karşılığını verdiği kimseden değil Allah’tan beklerse, malını verdiği kimseye minnet etmez, yaptığı iyiliği başına kakmaz.