Kulun fiil üzerine etkisi

     Bu konuda söylenecekler iki kısımda değerlendirilebilir:

Birincisi:

Bu, eğer zahiren ele alınacak olursa, fasit bir sorudur. Çünkü kulun kesbi (kazancı) fiili ve yapmasıdır. Bu yüzden, kul fiili işlerken kesbi üzerinde etkili midir veya:

Bir şey kendisi üzerinde müessir olur mu? diye bir soru sorulabilir mi? Bir kimse kesbi; ilgilenme, ele alma, bir şeye kast etme ve ona yönelik girişimde bulunma şeklinde algılıyorsa, bilinsin ki, sözü edilen bu şeylerin tümü fiildirler ve oturup kalkmak gibi bedenin tüm fiilleri için söylenenler, bunlar için de geçerlidir.

Soruyu soran kişinin bunu anladığını ve bu yüzden:

Kulun fiili, Allah’ın yaratması ve kulun kesbiyle meydana gelen, diyenlerin görüşünü ifade ettiğini sanıyorum.

Meselenin özü şunu söylemekten ibarettir:

Kulun fiili, Allah’ın yaratmasından ve kulun kesbinden ibarettir. Fakat, kulun bedeninin fiillerinin onun kesbiyle meydana geldikleri kast edilmesi gerekir. Yani, kulun niyetiyle ve eşliğinde meydana gelirler. Bir bakıma şöyle demektir:

Kulun zahiri fiilleri, onun batıni fiilleriyle meydana gelirler. Böyle bir sorunun yenilenmemesi yadırganacak bir şey değildir. Çünkü burası birçok ayağın kaydığı bir kaygan zemindir. Nice zihinler bu bağlamda sapmışlardır. Güzel soru sormak ilmin yarısıdır. Soruyu soran kişi, soruyu iyice düşünüp tasavvur edince, bir şeyin ya ispatını veya olumsuzlanmasını ister. Eğer eksiksiz bir tasavvuru gerçekleştirebilirse, olumlu yada olumsuz taraflardan birini bilmiş olur.

İkincisi:

Sorunun ve cevabın ilgili olduğu meselenin irdelenmesidir. Şöyle demek gerekir:

Kulun mahlûk kudreti, fiilinin varoluşu üzerinde etkili olur mu? Eğer etkili oluyorsa, bu şirki gerektirir, değilse, bu sefer cebri (kulun fiili işlemeye zorlanmasını) gerektirir. Bu nokta, tartışmalı ve bilinen bir meseledir. Nice araşıtrmacı, gözlemci, keşifçi bu mesele üzerinde durmuştur. Çoğu da meseleyi sahih bir şekilde anlamıştır. Ancak içlerinde çok azı anladığını açık ve anlaşılır bir dille ifade edebilmiştir.

Biz diyoruz ki:

Etki (tesir) müşterek bir isimdir. Etki derken, tek başına ortaya koyma, yalnız olarak meydana getirme kastedilebilir. Eğer etki derken kulun böyle bir güce sahip olduğu kast ediliyorsa, haşa, bir sünni böyle bir sözü söyleyemez. Söylese söylese bunu bir sapık söyleyebilir.

     Şayet etki derken, olumlamacı kelâmcıların birçoğunun söylediği gibi, fiilin sıfatlarından birinde veya fiilin yönlerinden birinde bir tür yardımlaşma kast ediliyorsa, bu da batıl bir yaklaşımdır. Bu, fiilin özü üzerindeki etkiyi geçersiz kılmayı ifade ediyor. Çünkü tek başına etki olmayı Allah’tan başkasına izafe ettikten sonra, bunun bir zerre ile ilgili olması veya bir fiil ile ilgili olması arasında fark yoktur. Eğer bunu söyleyen kişi, hakka eğilim gösteren biriyse, acaba bu, şirk değil de nedir?     

       Eğer etki derken, fiilin yokluktan varlığa çıkışının sonradan olma (muhdes) bir kudret aracılığıyla gerçekleşmesi kast ediliyorsa, yani, yüce Allah’ın fiili yaratmasında bu mahlûk kudretin sebep ve aracı olarak kullanıldığı kast ediliyorsa, bitkinin su aracılığıyla, yağmurun bulut aracılığıyla ve bütün müsebbeplerin ve mahlûkatın aracılar ve sebepler vasıtasıyla yaratılması gibi, böyle bir yaklaşım doğrudur ve bütün sebepler ve müsebbepler arasındaki ilişki bu şekilde gerçekleşmektedir. Bu anlamda etki olgusunun kulun kudretine izafe edilmesi şirk değildir.

Nitekim her şeyden haberdar ve her yaptığı yerinde olan ulu Allah şöyle buyurmuştur:

“Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.” (Araf, 57)

“O suyla, güzel güzel bahçeler bitirdik.” (Neml, 60)

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın.” (Tevbe, 14)

Bu son ayette yüce Allah azap edenin kendisi, bizim ellerimizin ise, azabın onlara ulaşmasının sebepleri, aletleri, vasıtaları ve aracıları olduğunu açıklıyor. Resulullah efendimiz (s.a.v.) de bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Haberiniz olsun! Sizden biri öleceği zaman, beni çağırsın ki, onun namazını kılayım. Çünkü Allah benim namazımı, onun için bereket ve rahmet vesilesi kılar.” (el-Hakim, el-Müstedrek 3/ 591)

Buna göre, rahmeti kılan yüce Allah’tır. Fakat bu rahmeti, peygamberimizin (s.a.v.) namazı aracılığıyla kılıyor. Bu açıklama ışığında diyoruz ki:

Yüce Allah, bedenlerin amellerini kalplerin amelleri aracılığıyla yaratır. Bu açıdan her iki kazancın (kesbin) her birinin diğeri üzerinde etkisi olur. Bu bakımdan, kesp, ikinci kespte bulunan izafî kudretin kapsamına girmiş olur. Çünkü burada kudret; niyet, irade, bedende yaratılan organların ve güçlerin sağlam olması gibi kaçınılmaz olarak fiilin gerçekleşmesine aracı olan şeyden başka bir anlam ifade etmez. Bu yüzden de fiile mukarin (eş zamanlı) olması da gereklidir. Zaman olarak fiilden önce olması ise imkânsızdır.